Ah tanrıların zavallı kutsal alevi bugünler için mi çalındın sıcacık ocağından?
Kendi yüreğini ısıtmaktan aciz insanlığın zihninde mi yakacağını umdun kıvılcımını?
Ne oldu bize, ey aydınlığın yorgun ve sönmüş bekçileri?
Zamanında, zihin labirentlerini ateşe verdiğiniz sözcükler şimdi öylesine çıkar oldu dudaklarınızdan.
Vaktinde, medeniyet meşalesinin temeli olan sözler, tık tuşları ardına saklanıp parmakların hafızasına teslim ediliyor. Hani nerde o içimiz yakan telaffuzlar, hani o uzun nefesli cümleler?
Evet! Evet sizler, pazar tezgahlarını meşgul eden popülizm satıcıları, modernitenin parlak eldivenleriyle gerçekliğin aydınlığını sattınız.
İlham bir zamanlar mabedlerde korunurken, şimdi teşhir vitrinde sergileniyor. İlhamın çocukları; Eğitim, Özgürlük, Adalet üçü üç kuruşa pazarlanıp, indirime sokulup, değersizleştiriliyor.
Özgürlük bir kere kullan at malı olmadı mı? Adalet, birkaç retweet ile vicdanın yerini almadı mı? Eğitim, beyaz kâğıttaki imzalı, kaşeli sertifikaya indirgenmedi mi?
Ve işte bu yüzden, ey aydınlığın bekçileri,
Siz yangınımızı küllere çevirirken biz nerede ısıtacağız ufkumuzu?
Siz kelimeleri pazarladınız ya,
Biz şimdi sözcükleri nereden alacağız. Yoksa gönüllerdeki kelime fabrikaları özelleştirildi de bizden mi gizlersiniz?
Unuttunuz mu bir zamanlar bir kelime, bin insanı meydanlara dökerdi;
Bir cümle, bin umudu yeşertir; bir dize, bir nesli kucaklardı.
Peki sonrasında?
Arada taşıp sokaklara akan öfkelerle: “Hak, hukuk, adalet!” diye bağırıp sonra geceye karışan; aydınlığını yitiren nesiller..
Sormak lâzım:
Eğitim dediğiniz hangi kâğıda sığdırıldı, diplomanın ardınaki emeği kim çaldı?
Özgürlüğün prangalarının nerede anahtarı, onu da mı zincirlediniz?
Adaletin terazisi kaç lira oldu piyasada, hangi rafta satılmakta?
Ey aydınların künyesini taşıyanlar,
Siz mi sustunuz, yoksa bizi mi susturdunuz?
Siz mi unuttunuz filozofların yalnız gecelerini, işçilerin emek yorgunluğunu,
Yoksa biz mi unutmak için çevirdik başımızı başka yöne?
Bilin ki bir milletin hafızası, sadece müzelerdeki eserler değildir;
O, sokakta konuşulan hikâyedir, sofrada paylaşılan öyküdür,
Okul sıralarında tıraşlanan kalemdir, mum ışıklarında yanıp sönen idealdir.
Ve siz–evet–tam siz küçük ekranların önünde açık gözlerle uyuyan kitle:
Kendi düşüncenizi azınlıktan çıkarmaya cesaret edin.
Bir elin parmak sayısına teslim olmayın; Mirasın kıymetini geri verin.
Bir kelimeyi harcamadan önce onu düşünün; bir cümleyi savurmadan önce ona ağzından, burnundan üfleyip nefes verin.
Eğer bugünkü teslimiyete devam edersek, mirasımızı yitireceğiz.
Çocuklarımız “hak” denildiğinde, sadece bir sloganı sanacaklar;
“Adalet” denildiğinde, orman kanunları; “Eğitim” denildiğinde de emeği çalınmış bir kâğıt görecekler.
Ve işte o zaman,
Kutsal ateşimiz — tanrıların zavallı meşalesi —
közünü tamamen yitirecek, külleri rüzgârda savrulacak;
Ve biz, bir sabah uyandığımızda, elimizde sadece eski fotoğraflar,
Ve dillerimizde yarım kalmış ezgilerle bulacağız kendimizi.
