Yaser İLTER - Araştırmacı, Yazar
Köşe Yazarı
Yaser İLTER - Araştırmacı, Yazar
 

Hayallerde Yaşayanlar

Hayal kurmak, çocukluk dönemimizden itibaren zihnimizin vazgeçilemez düzeyde önemli bir parçası. Düşüncelerimizin ve hayatımızın gelişimindeki önemi de tartışmaya açık bir konu değil.  Peki hayal kurmanın önemi çocukluk ile mi sınırlı sayılmalı? Yetişkinler de hayal kuramaz mı? Hatta daha da ileri gidiyor ve soruyorum; insanlar hayallerde yaşayamaz mı? Gelin bu konuyu biraz da irdeleyelim.  Shakespeare’den başlayalım. Yazarımız Hamlet adlı eserinde “Olmak ya da olmamak işte bütün mesele bu…” diyerek değindiği ve gerçeğin, rüyanın ötesinde; hayallerde yaşayan, yaşamak zorunda kalan veya hayallerde yaşamak uğruna çırpınan insanları kapsayan monoloğu; biz gerçekliğe tutunamayan insanlar için bütün meseleyi açıklıyor aslında.  Olan ve olmayan arasında, araf misali bir yerde hayat bulan ama aynı zamanda hayatta yer edinemeyen kişiler ve fikirlerin bir arada yaşadığı “Hayaller Diyarının” görkemli kapısında bu sebeple yazıyor o kıymetli monolog.  Herkes birbirinden farklı hayallerle bu yere can verir. Kimisi hayallerindeki arabayla, kimisi gelmek istediği mevkinin hayaliyle, kimisi düşlerinde yaşattığı, kavuşamayacağı aşkıyla… Ancak Hayaller Diyarını esasında ayakta tutan kozmik enerji asla gerçekleşmeyecek hayallere sahip olan birbirinden zengin fikirlerle bezenmiş insanların düşleridir.  Anlattığım insanlar hayallerini o kadar içselleştirirler ki; o hayal sayesinde yaşar, büyür ve ölürler. Gerçek denilen yanılgıdan hayalleri sayesinde kaçan bu müşkülpesent hayalciler, olmayacak duaya amin diyen sofular misali mükemmeliyetçi fikirlerini düşlerinde yaşatırlar.  Bahsettiğim bu Diyarının temeli atıldıktan sonra göklere çıkmasına sebebiyet veren şey ise “Rendekar*” isimli bir düşünürün “Zagon Üzerine Öttürmeler*” isimli eserinde “Düşünüyorum, öyleyse varım.” sözleri.  Antik çağlardaki ilk hayalcilerimiz “düşünüyorum” kelimesinin köküne inerek “düş” kelimesine, hemen ardından da hayal ettiğimiz sürece varız sonucuna ulaştılar ve kil tabletlere “Hayal ediyoruz, öyleyse varız.” yazısını çaktılar, çiviler ile. Böylece düşünmek ile hayal etmek arasındaki ilk köprüyü inşa ettiler.  Tanrı Odin de bu sözleri ciddiye almış olacak ki; en iyi şekilde düşünmek için çok fazla şeyi bilmeli diyerek Mimir’in bilgelik pınarından gözü karşılığında ezeli ve ebedi bilgiyi elde etmiş, bir gözünü kaybederek hayal aleminde, tahayüllere sığmayacak kadar çok gözle görmeyi sürdürmüş, böylelikle sonsuz bilgi ile daha çok düşünmüş ve varlığını hayallerle kanıtlamıştır.  Önceki açıklamalardan ve bu mitolojik örnekten günümüze geldiğimizde Hayaller Diyarı’nın Türkiye şubesi açısından işlerinin ne kadar kesat olduğunu Anadolu Ajansı’nın 2016 yılında yayınladığı ve dünyanın hiçbir yerinde görülmeyecek, fevkalade kötü sonuçlar sayesinde daha da iyi anlıyoruz.  Az gelişmiş hayaller ülkesi olarak yetişkinlerde hayal kurma oranımız %14’ü geçmiyorken, kurulan hayallerin de büyük çoğunluğunun yalnızca meslek sahibi olmak olduğunu görüyor ve bunun ayıbı ile yüzlerimizin kızarmasına engel olamıyoruz.  Dimağlarımızda yaşadığımız hayal tutulması ile tıp dilinde “Hayal Kurma Yeteneğinin Eksikliği (Inopia facultatis imaginandi*)” isimli hastalığın zihnimizi ölümcül sarmaşıklar misali işgal etmesine müsaade ediyoruz.  Bunların yanı sıra düşlerimizin azlığı ve kurulan hayallerin vasatlığı ülkemizin gelişiminin neden durma noktasına geldiğini bizlere açıkça göstermektedir.  Türkiye’deki verilerin ardından ekonomi, refah vb. konularda Türkiye’yi geriden bırakan ülkelere baktığımızda, Birleşik Krallık’ta hayal kurma oranının %33, ABD’de ise %25… olduğunu görüyor ve bu örneklerle de tezimizi güçlendiriyoruz.  Düşüncelerimizin gelişememesi için sayısız engel olan, dolayısıyla hayallerimizin de köreldiği ülkemizde, hayal gücümüzü zenginleştirmenin ve bu zenginliği üretken bir şekilde değerlendirmenin de zor olduğu belli.  Bunların üzerine; Lâlâ’sını*, hayat ışığını bulamamak da eklenince ülkemizin hayal insanı, tözünü ve ruhani yakıtını gitgide kaybediyor, gerçeğin anlamsızlığı içinde çözünüyor.  Ancak bu düşsel mücadelemizde Gılgamış misali sorularımıza cevap bulmak umuduyla bilişsel yolculuğumuza çıkmamız ve bu sonsuz seferden anlımızın akıyla dönmemiz gerekiyor.  Bir diğer yandan bence ülkece hayal kurmayı da bilmiyoruz. Göksel varlıklar tarafından kişi başına tahsis edilen gayrisafi milli hayalin, gerçeklerden kaçmak amacıyla kullanılması ama kurulan hayallerin gerçeklerle bezenmemesi bunu bizlere gösteriyor.  Nasıl varlığın ezeli ve ebedi olabilmesi için kendi içinde olanın yanında bünyesinde olmaması gerekeni de barındırması gerekiyorsa hayallerde ebediyet denizine açılmak için kendi içerisinde gerçek hayattan izler taşımalı. Evrenin üzerine kurulduğu temel de bu değil midir?  Zerdüşt yıllarca yaşadığı mağaradan “Düalite”  fikrini insanlara açıklamak için boşuna çıkmadı. Çünkü o da biliyordu  evrenin üzerine kurulduğu mihenk taşını. Avesta ile de bu fikri yazıya geçirildi ve bu kültürle yetişen Mevlana’da boşuna “Kainattaki her şey zıttı ile kaimdir.” demedi Hayal kurmalıyız ancak doğru bir şekilde yani kainatın temelini oluşturan fikir doğrultusunda kurmalıyız ve onları kaybetmemeliyiz çünkü hayallerimizi kaybetmek; değindiğimiz gibi varlığımızı, benliğimizi kaybetmektir.  Bu sebeple hayal kurmanın ilkeleri ışığında bol bol hayal kurun ve bu hayallere sıkıca sarılın. Belki gerçekliğin yükünü, gerçeklikle sarılı hayaller ile yıkıp bir nebze olsun huzura kavuşursunuz.  Şunu da unutmayın, hayat; hayal ediyorum, öyleyse varım diyebilenindir.    Puslu Kıtalar Atlası’nda René Descartes’ın ve Yöntem Üzerine Konuşmalar isimli eserinin, mizahi bir üslupla ele alınış şekli. Kurgusal bir hastalık. Yazarımızın yaşama amacı yerine uydurduğu elime.      
Ekleme Tarihi: 22 Haziran 2025 -Pazar

Hayallerde Yaşayanlar

Hayal kurmak, çocukluk dönemimizden itibaren zihnimizin vazgeçilemez düzeyde önemli bir parçası. Düşüncelerimizin ve hayatımızın gelişimindeki önemi de tartışmaya açık bir konu değil. 

Peki hayal kurmanın önemi çocukluk ile mi sınırlı sayılmalı? Yetişkinler de hayal kuramaz mı? Hatta daha da ileri gidiyor ve soruyorum; insanlar hayallerde yaşayamaz mı? Gelin bu konuyu biraz da irdeleyelim. 

Shakespeare’den başlayalım. Yazarımız Hamlet adlı eserinde “Olmak ya da olmamak işte bütün mesele bu…” diyerek değindiği ve gerçeğin, rüyanın ötesinde; hayallerde yaşayan, yaşamak zorunda kalan veya hayallerde yaşamak uğruna çırpınan insanları kapsayan monoloğu; biz gerçekliğe tutunamayan insanlar için bütün meseleyi açıklıyor aslında. 

Olan ve olmayan arasında, araf misali bir yerde hayat bulan ama aynı zamanda hayatta yer edinemeyen kişiler ve fikirlerin bir arada yaşadığı “Hayaller Diyarının” görkemli kapısında bu sebeple yazıyor o kıymetli monolog. 

Herkes birbirinden farklı hayallerle bu yere can verir. Kimisi hayallerindeki arabayla, kimisi gelmek istediği mevkinin hayaliyle, kimisi düşlerinde yaşattığı, kavuşamayacağı aşkıyla… Ancak Hayaller Diyarını esasında ayakta tutan kozmik enerji asla gerçekleşmeyecek hayallere sahip olan birbirinden zengin fikirlerle bezenmiş insanların düşleridir. 

Anlattığım insanlar hayallerini o kadar içselleştirirler ki; o hayal sayesinde yaşar, büyür ve ölürler. Gerçek denilen yanılgıdan hayalleri sayesinde kaçan bu müşkülpesent hayalciler, olmayacak duaya amin diyen sofular misali mükemmeliyetçi fikirlerini düşlerinde yaşatırlar. 

Bahsettiğim bu Diyarının temeli atıldıktan sonra göklere çıkmasına sebebiyet veren şey ise “Rendekar*” isimli bir düşünürün “Zagon Üzerine Öttürmeler*” isimli eserinde “Düşünüyorum, öyleyse varım.” sözleri. 

Antik çağlardaki ilk hayalcilerimiz “düşünüyorum” kelimesinin köküne inerek “düş” kelimesine, hemen ardından da hayal ettiğimiz sürece varız sonucuna ulaştılar ve kil tabletlere “Hayal ediyoruz, öyleyse varız.” yazısını çaktılar, çiviler ile. Böylece düşünmek ile hayal etmek arasındaki ilk köprüyü inşa ettiler. 

Tanrı Odin de bu sözleri ciddiye almış olacak ki; en iyi şekilde düşünmek için çok fazla şeyi bilmeli diyerek Mimir’in bilgelik pınarından gözü karşılığında ezeli ve ebedi bilgiyi elde etmiş, bir gözünü kaybederek hayal aleminde, tahayüllere sığmayacak kadar çok gözle görmeyi sürdürmüş, böylelikle sonsuz bilgi ile daha çok düşünmüş ve varlığını hayallerle kanıtlamıştır. 

Önceki açıklamalardan ve bu mitolojik örnekten günümüze geldiğimizde Hayaller Diyarı’nın Türkiye şubesi açısından işlerinin ne kadar kesat olduğunu Anadolu Ajansı’nın 2016 yılında yayınladığı ve dünyanın hiçbir yerinde görülmeyecek, fevkalade kötü sonuçlar sayesinde daha da iyi anlıyoruz.

 Az gelişmiş hayaller ülkesi olarak yetişkinlerde hayal kurma oranımız %14’ü geçmiyorken, kurulan hayallerin de büyük çoğunluğunun yalnızca meslek sahibi olmak olduğunu görüyor ve bunun ayıbı ile yüzlerimizin kızarmasına engel olamıyoruz. 

Dimağlarımızda yaşadığımız hayal tutulması ile tıp dilinde “Hayal Kurma Yeteneğinin Eksikliği (Inopia facultatis imaginandi*)” isimli hastalığın zihnimizi ölümcül sarmaşıklar misali işgal etmesine müsaade ediyoruz. 

Bunların yanı sıra düşlerimizin azlığı ve kurulan hayallerin vasatlığı ülkemizin gelişiminin neden durma noktasına geldiğini bizlere açıkça göstermektedir. 

Türkiye’deki verilerin ardından ekonomi, refah vb. konularda Türkiye’yi geriden bırakan ülkelere baktığımızda, Birleşik Krallık’ta hayal kurma oranının %33, ABD’de ise %25… olduğunu görüyor ve bu örneklerle de tezimizi güçlendiriyoruz. 

Düşüncelerimizin gelişememesi için sayısız engel olan, dolayısıyla hayallerimizin de köreldiği ülkemizde, hayal gücümüzü zenginleştirmenin ve bu zenginliği üretken bir şekilde değerlendirmenin de zor olduğu belli. 

Bunların üzerine; Lâlâ’sını*, hayat ışığını bulamamak da eklenince ülkemizin hayal insanı, tözünü ve ruhani yakıtını gitgide kaybediyor, gerçeğin anlamsızlığı içinde çözünüyor. 

Ancak bu düşsel mücadelemizde Gılgamış misali sorularımıza cevap bulmak umuduyla bilişsel yolculuğumuza çıkmamız ve bu sonsuz seferden anlımızın akıyla dönmemiz gerekiyor. 

Bir diğer yandan bence ülkece hayal kurmayı da bilmiyoruz. Göksel varlıklar tarafından kişi başına tahsis edilen gayrisafi milli hayalin, gerçeklerden kaçmak amacıyla kullanılması ama kurulan hayallerin gerçeklerle bezenmemesi bunu bizlere gösteriyor. 

Nasıl varlığın ezeli ve ebedi olabilmesi için kendi içinde olanın yanında bünyesinde olmaması gerekeni de barındırması gerekiyorsa hayallerde ebediyet denizine açılmak için kendi içerisinde gerçek hayattan izler taşımalı. Evrenin üzerine kurulduğu temel de bu değil midir? 

Zerdüşt yıllarca yaşadığı mağaradan “Düalite”  fikrini insanlara açıklamak için boşuna çıkmadı. Çünkü o da biliyordu  evrenin üzerine kurulduğu mihenk taşını. Avesta ile de bu fikri yazıya geçirildi ve bu kültürle yetişen Mevlana’da boşuna “Kainattaki her şey zıttı ile kaimdir.” demedi

Hayal kurmalıyız ancak doğru bir şekilde yani kainatın temelini oluşturan fikir doğrultusunda kurmalıyız ve onları kaybetmemeliyiz çünkü hayallerimizi kaybetmek; değindiğimiz gibi varlığımızı, benliğimizi kaybetmektir. 

Bu sebeple hayal kurmanın ilkeleri ışığında bol bol hayal kurun ve bu hayallere sıkıca sarılın. Belki gerçekliğin yükünü, gerçeklikle sarılı hayaller ile yıkıp bir nebze olsun huzura kavuşursunuz. 

Şunu da unutmayın, hayat; hayal ediyorum, öyleyse varım diyebilenindir. 

 

  • Puslu Kıtalar Atlası’nda René Descartes’ın ve Yöntem Üzerine Konuşmalar isimli eserinin, mizahi bir üslupla ele alınış şekli.
  • Kurgusal bir hastalık.
  • Yazarımızın yaşama amacı yerine uydurduğu elime.

 

 

 

Yazıya ifade bırak !
Okuyucu Yorumları (0)

Yorumunuz başarıyla alındı, inceleme ardından en kısa sürede yayına alınacaktır.

Yorum yazarak Topluluk Kuralları’nı kabul etmiş bulunuyor ve ulusgazetesi.com sitesine yaptığınız yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan tüm yorumlardan site yönetimi hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Sitemizden en iyi şekilde faydalanabilmeniz için çerezler kullanılmaktadır, sitemizi kullanarak çerezleri kabul etmiş saylırsınız.