Yaser İLTER - Araştırmacı, Yazar
Köşe Yazarı
Yaser İLTER - Araştırmacı, Yazar
 

Hâkimiyet-i Milliye Vesilesi İle Vücut Bulmuş Ulus'un Zaferine

“Hâkimiyet-i Milliye’den - 30 Ağustos 1930(*) ("Bu eser Türk milletinin hürriyet ve istiklal fikrinin layemut abidesidir. Bu eseri vücuda getiren bir milletin evladı, bir ordunun başkumandanı olduğumdan ilelebet mesut ve bahtiyarım." Gazi 30 Ağustosta Kazandığımız Başkumandanlık Harbi.  (Her safhasiyle düşünülmüş, izhar, idare ve zaferle intaç edilmiş bu harekât; Türk ordusunun, Türk zabitinin ve kumanda heyetinin yüksek kudret ve kahramanlığını tarihte bir daha tespit eden muazzam bir eserdir.)  Bugün Hicri 30 Ağustos 930'da büyük zaferin sekizinci yıl dönümünü tesit ediyoruz. Sekiz sene evvel 30 Ağustos 922'de Gazi meşhur Başkumandanlık harbini ve orda düşman kuva-i asliyesini Başkumandan ile esir ve imha etmiştir. 30 Ağustos Türk tarihinde bir şeref günü olarak ebediyen tesit edilecektir.  Eğer 30 Ağustos zaferi olmasaydı biz esir olacaktık. Vatanda ne hürriyetten ne de haktan bahsetmek kabil olacaktı. Zaferden evvel vatan bir harabe ve vatandaşları asirdide rejimin nankörce istismar ettiği köleler idi.  Zafer bunu değiştirdi, ve Türk topraklarında tarihin ilk defa tespit ettiği... ( devamı 4. Sayfada)  Gündelik AĞUSTOS ZAFERİ. Sobranıye mebuslarından bir muharrir şöyle diyor: “Tarih bize birçok ani çıkış ve batış, tahmîn olunmaz yıkış ve yapış misalleri verir. Bu misallerin hiç biri Mustafa Kemal’in geniş ve cesur inkılâp hareketine benzemez. On seneden beri eski Türkiye’nin üzerinde durduğu asırlık müesseseler mahvoldu. Ne padişahlık, ne halifelik, ne şeriatçılık, ne fes, ne peçe, ne Arap harfleri kaldı. Büyük Petro'nun eseri, Mustafa Kemal’in eseri yanında sönük ve soluktur. Ve bütün bu inkılâplar Anadolu zaferi olmaksızın muvaffak olamazdı! 25, 27, 28, 29, 30 ağustos günlerinin unutulmaz heyecanlarını bir daha geçiriyoruz. Hissediyoruz ki, bu heyecan ruhlarımızda soğumamıştır. Evet Bulgar mebusunun dediği doğrudur: O zafer olmasaydı, hiç bir şey mümkün değildi. Mustafa Kemal’in büyüklüğü, bir insana mahsus kadar yetecek bir şan ve şerefi, girdiği harplerden daha büyük, daha tehlikeli ideallere vakfetmesidir.  Muhterem Bulgar mebusunun dediği ne kadar doğru ise, ya da o kadar doğrudur: Mustafa Kemal yeni Türkiye’yi yeni esaslarla kurmasaydı, ağustos zaferinden, bir gün Mustafa Kemal’in hatırasından başka bir şey kalmazdı. Ağustos zaferinin birçok meyvaları toplandı: Müstakil olduk; garplı olduk; cemiyetin ruhu ve şeklini değiştirdik. Bunlar ağustos zaferinin devam ve emniyet tedbirleri idi... Gelecek nesiller... Fakat onlar bizim oğul ve torunlarımız olacaktır. Ağustos zaferinde ölen baba ve kardeşlerimiz bizim için canlarını verdiler. Onların eserine devam ve emniyet vermek için ödediğimiz hangi vergi, can vergisi kadar ağır olabilir? Ağustos zaferi şu suali sordurmalıdır: Ağustos zaferinin devam ve emniyet tedbirleri tamam mı? Hükümet: "Evet!,, Diyinceye kadar müsterih olamayız. Külfetten, mihnetten, yorgunluktan kaçamayız. Henüz çürüyen baba ve kardeş kemikleri ve henüz kuruyan baba ve kardeş kanları uykularımızın kabusu olur.  Ölümden kaçmayanların vatandaşları, milli müdafaa masraflarını ödemekten de kaçmazlar.  Falih RIFKI) (Ulus'un köklerinin derinliğini göstermeye yönelik duyduğum arzunun bedenimi ele geçirmesinden mütevellit bu yazımda; Ulu zaferimize bizzat tanıklık etmiş ve vakti zamanında ceridemizin en mühim mensuplarından biri olan Falih Rıfkı Atay Beyin yazılarından faydalanmak suretiyle 30 Ağustos Cumartesi 1930 yılında Hâkimiyet-i Milliye'de yayınladığı yazı ile başlayarak günün önemini vurgulamak istedim. Hemen aşağıda da benim yazım mevcut. Herkese iyi okumalar diler, Zafer Bayramınızı kutlarım (*)” Hâkimiyet-i Milliye Vesilesi İle Vücut Bulmuş Ulus'un Zaferine  Yukarıda, Hakimiyet-i Milliye’den alınan, 30 Ağustos’un anlamını belirten bir makaleyi okuduk. Evvelâ zikredelim: Neden 30 Ağustos?  Sizlerin de malumu olduğu üzere Gazi, tarih olaylarla pek alakadar idi. Hiçbir şeyi boşuna yapmazdı. Ve Büyük Taaruz da işte tam bu sebeple 26 Ağustosta başladı. Çünkü o tarih; vakti zamanında Büyük Selçuklu Sultanı Alparslan'ın Malazgirt savaşını vererek Anadolu kapılarını Türklere ilelebet açtığı gündü.  O zaferin târih-i muazzamı, yalnız bir günden ibaret değildir; o, milletin ruhunda, kelimelerin kökünde, hukukun mermerinde ve çocukların rüyâlarında filizlenen bir müddettir; o gün bizim evvelimiz, ân-ı hazırımız ve istikbalimizdir. Gazi Hazretleri’nin, “Bu eser Türk milletinin hürriyet ve istiklal fikrinin layemut abidesidir” diye terennüm ettiği o beyân, ne yalnızca bugüne dair bir ilân ne de yalnızca bir ağıttır; o, muktedir bir vazifenin ve mes’ûliyetin ebedî mühürüdür; zira her mühür, mühürleyenin elinde bir emânet olmayı gerektirir. Ey okuyucu! Şu ân elimde tuttuğum bu kâğıdın kıyısına düşen mürekkep lekesi bile, bir milletin sabırla tuttuğu hesabın, gözyaşı ile mühürlenmiş bir damgasıdır. 30 Ağustos gecesi göğün semasına yazılıp kalmış bir kudret mısrasıdır; fakat kudret, eğer kelimeyle, hukukla, lisânla, mekteple, meclisle terennüm edilmezse; kudret, yalnızca bir câlib-i hatıra mahiyetinde kalır. Hatıra ile hayat arasındaki fark, bir gönlün vicdanla murâkabe edip demetini korumasındadır. Bize düşen, zaferin tarihî kudretini (ki bu kudret, dağlar gibi; ordunun süngüsü gibi keskin ve hudut gibi muktedirdir.) iç âleme çekmektir; onu dilimize, adâletimize, eğitimize, ulusumuza fâil kılmaktır. Yoksa tarih, ağıtlarla değil, eserlerle konuşur. Eser ise yalnızca taş ve tuğladan müteşekkil değildir; insanın ahlâkıyla, kurumun dürüstlüğüyle, hukukun teminatıyla, fen ve sanatın serbest yürümesiyle vücuda gelir. Şunu söylemeliyiz ki: milletin aziz kanıyla çizilmiş olan hudut hatları, mâhir idare ile, mukaddes hukûk ile, soylu eğitim ile korunmadıkça, o çizgi bir levha üzerine yazılmış hatıra kazıntısından öteye geçemez. Ve biz, eğer geçmişin fedâkârlığını yad ediyorsak, bunu lakırdî sözlerle değil, fiil ile ispat edeceğiz. Fiil; bir hakkın iade edilmesi, bir mektebin açılması, adâletin cilâlanması, köylünün toprağına sahip çıkılmasıdır. Anlatmak lâzım: zafer bir yangının söndürülmesi değil; o yangının ışığından yeni bir bahçe inşâ etmektir. Bu bahçede, Anka misâli küllerden doğacak bir uygarlık hayâl edilmelidir; fakat Anka, eğer küllerin altında gizlenmiş tohumlara sabırla bakılmazsa, yalnızca bir efsane olarak kalır. Bizim Ankamız; ilimle, irfanla, vicdanla beslenen bir medeniyettir. Hükümetin vazifesi burada bitmiyor; bilâkis başlıyor. Devlet, bir miraç gibi yükseltilmiş yetki değildir ki dilediğince dalgalansın; devlet, halkın emânetini câna tahvil eden bir memurdur. Memurların ve müesseselerin iyi niyetlerle donatılması, liyakatın bir kural hâline gelmesi, malî şeffaflığın bir ibâdet mefhumuna dönüşmesi; işte gerçek vatanperverliğin terakkî kitabesidir. Gelecek nesillere bırakılacak olan miras; sadece bayrak ve istiklâl marşı değildir. Mirâs, bir memleketin her sabah üzerine çektiği havadır; temiz, eşit, adil... Bu havayı biz kirletirsek, çocuklarımızın nefes borularında azâb ve öksürük bırakarak tarihimize ihanet ederiz. Onun için hukuk, mektep ve ziraat, aynı karşılıkta — üç kardeş gibi — birbirini beslemelidir. Dosta düşmana ilan edelim: biz yalnız zaferin gürültüsünü kutlamıyoruz; zaferin ruhunu muhafaza etme yemini ediyoruz. Bu yemin; adâletin terazisini titretmek, eğitim aşkını köylere sokmak, mâli ve idarî suistimallere karşı suskun kalmamak ve her türlü ihlâle karşı halkın hakkını savunmaktır. Zira hakkı savunmak, yalnızca kulaktan duymak değil; dil ile söylemek, kalem ile yazmak ve nihayet amel ile göstermek demektir. Şunu da itiraf etmeliyiz: her zaferin bir gölgesi vardır; gölgesiz meydan yoktur. O gölge; memleketin yoksul evlerinde, şehrin köşesinde hâlâ yanmakta olan sönmemiş acılardır. Biz eğer büyükçe nutuklar atıp sonra ellerimizi ovuşturup çekilirse, bu milletin büyüklüğü nefsimize yük olur; zikrettiğimiz kahramanların kemikleri sızlar. Bu yüzden mîsâl olsun diye diyorum ki: eğer bir babanın ocağında bir kazan kaynamıyorsa, eğer bir çocuğun mektebe ayakkabısı yoksa biz zaferin kazandırdığı mirasımızı unutmuşuzdur. Ve nihayet: Gazi’nin ifade ettiği o “layemut abide” sözleri, eğer biz o abideyi taşların üstünde bir heykel sanırsak aldanırız. Abide, halkın gönlünde inşa edilen bir mihraptır; mihrap, her gün yeni bir niyetle tazelendiği müddetçe mukaddes olabilir. Bizim görevlilerimiz; her 30 Ağustos’ta o mihrapta bir mum yakmakla kalmayıp, her sabah o muma nefes vermek zorundadır. Ey nesiller! Size vasiyet olunur: eğer bu mukaddes emaneti yaşatmak isterseniz, önce küçük şeylere vefâ gösterin; mahallenizin okuluna, köyünüzün yoluna, adâlet kapısına, hastanenin bekleme odasına birer nazar edip, eksikleri tamamlayın. Çünkü büyük işler, küçük hizmetlerin bir araya gelmesinden başka bir şey değildir. Böylece, 30 Ağustos’un kudsiyeti, bize yalnız geçmişin bir aitliğini değil, bugünün eylemselliğini ve yarının umudunu emreder. Biz o emir üzerine yürüyeceğiz; yürürken Gazi’nin hatırasına hürmetle eğileceğiz, ama onun ideallerini aşacak bir cesaretle âvâzımızı yükselteceğiz. Çünkü hakikat, mazinin övüncü değil; geleceğin inşâsıdır. 30 Ağustos uğrunda verdiğimiz şehitlerimizin ruhu şad olsun. Tüm askerlerimizin, kumandanlarımızın zaferini tebrik eder ve Gazi paşanın mirası olan yüce Türk ulusunun zaferini en içten dileklerim ile kutlarım.     
Ekleme Tarihi: 29 Ağustos 2025 -Cuma

Hâkimiyet-i Milliye Vesilesi İle Vücut Bulmuş Ulus'un Zaferine

“Hâkimiyet-i Milliye’den - 30 Ağustos 1930(*)

("Bu eser Türk milletinin hürriyet ve istiklal fikrinin layemut abidesidir. Bu eseri vücuda getiren bir milletin evladı, bir ordunun başkumandanı olduğumdan ilelebet mesut ve bahtiyarım."

  • Gazi

30 Ağustosta Kazandığımız Başkumandanlık Harbi. 

(Her safhasiyle düşünülmüş, izhar, idare ve zaferle intaç edilmiş bu harekât; Türk ordusunun, Türk zabitinin ve kumanda heyetinin yüksek kudret ve kahramanlığını tarihte bir daha tespit eden muazzam bir eserdir.) 

Bugün Hicri 30 Ağustos 930'da büyük zaferin sekizinci yıl dönümünü tesit ediyoruz. Sekiz sene evvel 30 Ağustos 922'de Gazi meşhur Başkumandanlık harbini ve orda düşman kuva-i asliyesini Başkumandan ile esir ve imha etmiştir. 30 Ağustos Türk tarihinde bir şeref günü olarak ebediyen tesit edilecektir. 

Eğer 30 Ağustos zaferi olmasaydı biz esir olacaktık. Vatanda ne hürriyetten ne de haktan bahsetmek kabil olacaktı. Zaferden evvel vatan bir harabe ve vatandaşları asirdide rejimin nankörce istismar ettiği köleler idi. 

Zafer bunu değiştirdi, ve Türk topraklarında tarihin ilk defa tespit ettiği... ( devamı 4. Sayfada) 

Gündelik

AĞUSTOS ZAFERİ.

Sobranıye mebuslarından bir muharrir şöyle diyor: “Tarih bize birçok ani çıkış ve batış, tahmîn olunmaz yıkış ve yapış misalleri verir. Bu misallerin hiç biri Mustafa Kemal’in geniş ve cesur inkılâp hareketine benzemez. On seneden beri eski Türkiye’nin üzerinde durduğu asırlık müesseseler mahvoldu. Ne padişahlık, ne halifelik, ne şeriatçılık, ne fes, ne peçe, ne Arap harfleri kaldı. Büyük Petro'nun eseri, Mustafa Kemal’in eseri yanında sönük ve soluktur. Ve bütün bu inkılâplar Anadolu zaferi olmaksızın muvaffak olamazdı!

25, 27, 28, 29, 30 ağustos günlerinin unutulmaz heyecanlarını bir daha geçiriyoruz. Hissediyoruz ki, bu heyecan ruhlarımızda soğumamıştır.

Evet Bulgar mebusunun dediği doğrudur: O zafer olmasaydı, hiç bir şey mümkün değildi. Mustafa Kemal’in büyüklüğü, bir insana mahsus kadar yetecek bir şan ve şerefi, girdiği harplerden daha büyük, daha tehlikeli ideallere vakfetmesidir. 

Muhterem Bulgar mebusunun dediği ne kadar doğru ise, ya da o kadar doğrudur: Mustafa Kemal yeni Türkiye’yi yeni esaslarla kurmasaydı, ağustos zaferinden, bir gün Mustafa Kemal’in hatırasından başka bir şey kalmazdı.

Ağustos zaferinin birçok meyvaları toplandı: Müstakil olduk; garplı olduk; cemiyetin ruhu ve şeklini değiştirdik. Bunlar ağustos zaferinin devam ve emniyet tedbirleri idi...

Gelecek nesiller...

Fakat onlar bizim oğul ve torunlarımız olacaktır. Ağustos zaferinde ölen baba ve kardeşlerimiz bizim için canlarını verdiler. Onların eserine devam ve emniyet vermek için ödediğimiz hangi vergi, can vergisi kadar ağır olabilir?

Ağustos zaferi şu suali sordurmalıdır:

  • Ağustos zaferinin devam ve emniyet tedbirleri tamam mı?

Hükümet: "Evet!,, Diyinceye kadar müsterih olamayız. Külfetten, mihnetten, yorgunluktan kaçamayız. Henüz çürüyen baba ve kardeş kemikleri ve henüz kuruyan baba ve kardeş kanları uykularımızın kabusu olur. 

Ölümden kaçmayanların vatandaşları, milli müdafaa masraflarını ödemekten de kaçmazlar. 

  • Falih RIFKI)

(Ulus'un köklerinin derinliğini göstermeye yönelik duyduğum arzunun bedenimi ele geçirmesinden mütevellit bu yazımda; Ulu zaferimize bizzat tanıklık etmiş ve vakti zamanında ceridemizin en mühim mensuplarından biri olan Falih Rıfkı Atay Beyin yazılarından faydalanmak suretiyle 30 Ağustos Cumartesi 1930 yılında Hâkimiyet-i Milliye'de yayınladığı yazı ile başlayarak günün önemini vurgulamak istedim. Hemen aşağıda da benim yazım mevcut. Herkese iyi okumalar diler, Zafer Bayramınızı kutlarım (*)”

Hâkimiyet-i Milliye Vesilesi İle Vücut Bulmuş Ulus'un Zaferine 

Yukarıda, Hakimiyet-i Milliye’den alınan, 30 Ağustos’un anlamını belirten bir makaleyi okuduk.

Evvelâ zikredelim: Neden 30 Ağustos? 

Sizlerin de malumu olduğu üzere Gazi, tarih olaylarla pek alakadar idi. Hiçbir şeyi boşuna yapmazdı. Ve Büyük Taaruz da işte tam bu sebeple 26 Ağustosta başladı. Çünkü o tarih; vakti zamanında Büyük Selçuklu Sultanı Alparslan'ın Malazgirt savaşını vererek Anadolu kapılarını Türklere ilelebet açtığı gündü. 

O zaferin târih-i muazzamı, yalnız bir günden ibaret değildir; o, milletin ruhunda, kelimelerin kökünde, hukukun mermerinde ve çocukların rüyâlarında filizlenen bir müddettir; o gün bizim evvelimiz, ân-ı hazırımız ve istikbalimizdir. Gazi Hazretleri’nin, “Bu eser Türk milletinin hürriyet ve istiklal fikrinin layemut abidesidir” diye terennüm ettiği o beyân, ne yalnızca bugüne dair bir ilân ne de yalnızca bir ağıttır; o, muktedir bir vazifenin ve mes’ûliyetin ebedî mühürüdür; zira her mühür, mühürleyenin elinde bir emânet olmayı gerektirir.

Ey okuyucu! Şu ân elimde tuttuğum bu kâğıdın kıyısına düşen mürekkep lekesi bile, bir milletin sabırla tuttuğu hesabın, gözyaşı ile mühürlenmiş bir damgasıdır. 30 Ağustos gecesi göğün semasına yazılıp kalmış bir kudret mısrasıdır; fakat kudret, eğer kelimeyle, hukukla, lisânla, mekteple, meclisle terennüm edilmezse; kudret, yalnızca bir câlib-i hatıra mahiyetinde kalır. Hatıra ile hayat arasındaki fark, bir gönlün vicdanla murâkabe edip demetini korumasındadır.

Bize düşen, zaferin tarihî kudretini (ki bu kudret, dağlar gibi; ordunun süngüsü gibi keskin ve hudut gibi muktedirdir.) iç âleme çekmektir; onu dilimize, adâletimize, eğitimize, ulusumuza fâil kılmaktır. Yoksa tarih, ağıtlarla değil, eserlerle konuşur. Eser ise yalnızca taş ve tuğladan müteşekkil değildir; insanın ahlâkıyla, kurumun dürüstlüğüyle, hukukun teminatıyla, fen ve sanatın serbest yürümesiyle vücuda gelir.

Şunu söylemeliyiz ki: milletin aziz kanıyla çizilmiş olan hudut hatları, mâhir idare ile, mukaddes hukûk ile, soylu eğitim ile korunmadıkça, o çizgi bir levha üzerine yazılmış hatıra kazıntısından öteye geçemez. Ve biz, eğer geçmişin fedâkârlığını yad ediyorsak, bunu lakırdî sözlerle değil, fiil ile ispat edeceğiz. Fiil; bir hakkın iade edilmesi, bir mektebin açılması, adâletin cilâlanması, köylünün toprağına sahip çıkılmasıdır.

Anlatmak lâzım: zafer bir yangının söndürülmesi değil; o yangının ışığından yeni bir bahçe inşâ etmektir. Bu bahçede, Anka misâli küllerden doğacak bir uygarlık hayâl edilmelidir; fakat Anka, eğer küllerin altında gizlenmiş tohumlara sabırla bakılmazsa, yalnızca bir efsane olarak kalır. Bizim Ankamız; ilimle, irfanla, vicdanla beslenen bir medeniyettir.

Hükümetin vazifesi burada bitmiyor; bilâkis başlıyor. Devlet, bir miraç gibi yükseltilmiş yetki değildir ki dilediğince dalgalansın; devlet, halkın emânetini câna tahvil eden bir memurdur. Memurların ve müesseselerin iyi niyetlerle donatılması, liyakatın bir kural hâline gelmesi, malî şeffaflığın bir ibâdet mefhumuna dönüşmesi; işte gerçek vatanperverliğin terakkî kitabesidir.

Gelecek nesillere bırakılacak olan miras; sadece bayrak ve istiklâl marşı değildir. Mirâs, bir memleketin her sabah üzerine çektiği havadır; temiz, eşit, adil... Bu havayı biz kirletirsek, çocuklarımızın nefes borularında azâb ve öksürük bırakarak tarihimize ihanet ederiz. Onun için hukuk, mektep ve ziraat, aynı karşılıkta — üç kardeş gibi — birbirini beslemelidir.

Dosta düşmana ilan edelim: biz yalnız zaferin gürültüsünü kutlamıyoruz; zaferin ruhunu muhafaza etme yemini ediyoruz. Bu yemin; adâletin terazisini titretmek, eğitim aşkını köylere sokmak, mâli ve idarî suistimallere karşı suskun kalmamak ve her türlü ihlâle karşı halkın hakkını savunmaktır. Zira hakkı savunmak, yalnızca kulaktan duymak değil; dil ile söylemek, kalem ile yazmak ve nihayet amel ile göstermek demektir.

Şunu da itiraf etmeliyiz: her zaferin bir gölgesi vardır; gölgesiz meydan yoktur. O gölge; memleketin yoksul evlerinde, şehrin köşesinde hâlâ yanmakta olan sönmemiş acılardır. Biz eğer büyükçe nutuklar atıp sonra ellerimizi ovuşturup çekilirse, bu milletin büyüklüğü nefsimize yük olur; zikrettiğimiz kahramanların kemikleri sızlar. Bu yüzden mîsâl olsun diye diyorum ki: eğer bir babanın ocağında bir kazan kaynamıyorsa, eğer bir çocuğun mektebe ayakkabısı yoksa biz zaferin kazandırdığı mirasımızı unutmuşuzdur.

Ve nihayet: Gazi’nin ifade ettiği o “layemut abide” sözleri, eğer biz o abideyi taşların üstünde bir heykel sanırsak aldanırız. Abide, halkın gönlünde inşa edilen bir mihraptır; mihrap, her gün yeni bir niyetle tazelendiği müddetçe mukaddes olabilir. Bizim görevlilerimiz; her 30 Ağustos’ta o mihrapta bir mum yakmakla kalmayıp, her sabah o muma nefes vermek zorundadır.

Ey nesiller! Size vasiyet olunur: eğer bu mukaddes emaneti yaşatmak isterseniz, önce küçük şeylere vefâ gösterin; mahallenizin okuluna, köyünüzün yoluna, adâlet kapısına, hastanenin bekleme odasına birer nazar edip, eksikleri tamamlayın. Çünkü büyük işler, küçük hizmetlerin bir araya gelmesinden başka bir şey değildir.

Böylece, 30 Ağustos’un kudsiyeti, bize yalnız geçmişin bir aitliğini değil, bugünün eylemselliğini ve yarının umudunu emreder. Biz o emir üzerine yürüyeceğiz; yürürken Gazi’nin hatırasına hürmetle eğileceğiz, ama onun ideallerini aşacak bir cesaretle âvâzımızı yükselteceğiz. Çünkü hakikat, mazinin övüncü değil; geleceğin inşâsıdır.

30 Ağustos uğrunda verdiğimiz şehitlerimizin ruhu şad olsun. Tüm askerlerimizin, kumandanlarımızın zaferini tebrik eder ve Gazi paşanın mirası olan yüce Türk ulusunun zaferini en içten dileklerim ile kutlarım. 

 

 

Yazıya ifade bırak !
Okuyucu Yorumları (0)

Yorumunuz başarıyla alındı, inceleme ardından en kısa sürede yayına alınacaktır.

Yorum yazarak Topluluk Kuralları’nı kabul etmiş bulunuyor ve ulusgazetesi.com sitesine yaptığınız yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan tüm yorumlardan site yönetimi hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Sitemizden en iyi şekilde faydalanabilmeniz için çerezler kullanılmaktadır, sitemizi kullanarak çerezleri kabul etmiş saylırsınız.