Yaser İLTER - Araştırmacı, Yazar
Köşe Yazarı
Yaser İLTER - Araştırmacı, Yazar
 

Düşünün, çünkü henüz yasaklanmadı.

Savaşın barış, özgürlüğün kölelik, cahilliğin güç sanıldığı bir ülke var olabilir mi?  Evet. Ne yazık ki böyle bir ülke var. Orada insanların özgürlük, adalet gibi konularda bırakın fikirlerini dile getirmeyi, düşünmelerini dahi önlemek için “Düşünce Suçu” adında bir yasak bile mevcut.  Hatta insanların kelimeler ile düşündüğünün farkında olan bu ülke, halkın her anlamda düşünmelerinin önüne geçmek için “Yenisöylem” adında bir dil yaratarak sakıncalı kelimeleri günlük kullanımdan çıkarmaktan da geri durmadı.  İnsanların düşüncelerini, duygularını ve hislerini yok ederek onların makinalaştıran, bir dişliden çıkan “trrrrum! trak tiki tak!” sesleri gibi organize bir sistemin parçası olmalarını sağladı.   Bahsettiğim ülke tanıdık gelmiştir. George Orwell’ın “1984” adlı romanından hükümetin yozlaştığı, bilim ve fenin yok sayıldığı, demagogların türediği “Okyanusya” ülkesi. Genel itibarıyla diktatörlük ile yönetilen ülkeleri ( Ana hedefi Sovyetler Birliği tabii ;) eleştirmek ve özgürlüğün kısıtlanmaya başladığı ülkelerin gelecekte kulağa imkansız gelse de dönüşeceği distopyayı yazan, insanlarının özgürlük ve mutluluk arasında seçim yapmak zorunda kaldığı ve mutluluğu tercih ettiği bir ülkenin makus kaderini anlatan kitabı ( Eminim okumuşsunuzdur ancak günümüzde yeniden okumanızı tavsiye edeceğim. Çünkü insan zihni ve etrafında dönen olaylar her saniye değişmekte. Bu sebeple yeniden okuyarak farklı anlamlar ve önemli sonuçlar çıkaracağınıza eminim.).  Peki, sizce bunca soruna rağmen, “insanlar bir şeylerin yanlış gittiğinin farkında değiller mi?” diye sorabilirsiniz. Pekâla farkındalar. Ancak halk; yanlışın tespitinde bağlamı yanlış kuruyor, dolayısıyla doğru sonuca ulaşamıyor. Düşmanın içeride değil, dışarıda olduğunu sanıyor. Bunun böyle olmasının yegâne sebebi de tepelerindeki despot hükümet.    Bunun yanı sıra, toplumun değerleri arasında iki uç nokta oluşturup insanlar bu uçlara taşınıyor ve halkın birbirine düşman kesilmesi sağlanıp birleşemelerinin önüne geçiliyor. Tüm bu politik manipülasyon sonucu asıl düşmanın onları yöneten kişiler olduğu unutuluyor. Kabul ederseniz ki bu da iktidarın gönlünce at koşturmasını kolaylaştırıyor.  Peki insanlar bunca baskı karşısında ne yapıyor dersiniz? Şaşırılacak bir cevap beklemeyin, sürünün bir parçası oluyorlar. Sürünün sahibini yalnızca iyi niyetli çoban sanıyor ama sürünün, onları sömüren çobanlar ve onları yemek isteyen kurtlar tarafından yönetildiğini göremiyorlar.  Özgürlük uğruna başkaldıran kişilere düşman gözü ile bakılıyor, halkı aydınlatmaya çalışanlar ise yaratılan sahte dış düşmanın vaizi olmak ile suçlanıyorlar. Onları, çiftliğin düzenini bozan isyancılar sanıyorlar; iktidarın manen ve maddeten kendilerini sömürmelerine müsaade ediyorlar. Gerçi, yıllar süren çalışmalar sonucunda onların dimağlarını kelimelerden arındıran ve düşünmenin gerek inanç gerek ülkenin istikbali açısından suç sayılmasını sağlayan bu iktidara karşı böyle yaklaşımlar sergilemeleri doğal değil mi?  Kısaca bunlara değiniyor 1984 romanı. Peki, insanların bir distopyayı yazacak kadar farkındalığı gelişmişken nasıl olur da birçok ülkede kurgu dışına sıçramış distopik izleri bulmak fazlasıyla kolay? Sorarım size: bu bilinçli yaklaşımlara rağmen, insanlar nasıl yarattıkları bedbaht hayatların içinde buluyorlar kendilerini? Bence, konfor alanlarından çıkmıyorlar. Kendilerini ve toplumlarını geliştirmekten uzak kalıyor, her şeyin başkaları tarafından düzeltilmesi gerektiğini düşünüyorlar. Ellerini taşın altına sokmaktan kaçınıyor ve bir kurtarıcı bekliyorlar. Hatayı da burada yapıyorlar. Çünkü toplumun gelişimi, ancak ve ancak bireyin gelişimi ile başlar.  Hanımefendiler ve beyefendiler! Sizce, bizler bir Çelebi Mehmet daha bekleme gafletine mi düşüyoruz Anadolu topraklarında bir olarak yaşamak için? Bunun yerine zengin tarihimizin bize rehberlik etmesine müsaade etmek daha yerinde olmaz mı? Belki bizi bir kılmak için yeniden Büyük İskender çıkmaz bu topraklardan, ama onun izinden yürümek bizim elimizde. Veya bir Mustafa Kemal daha çıkmayacak Samsun’a ama onun fikirlerinin ışığında yürümek yeter bizlere.  Kendi bilinçlerimizi yalnızca kendimiz kurtarabilir, kendi kahramanlarımız biz olabiliriz. Geriye dönüp bakınca kendini gerçekleştirememiş bir insanın pişmanlığını mı yaşamak istersiniz? Yoksa bu döngüyü kırıp başta kendinizi, sonra ülkemizi mi kurtarmayı tercih edersiniz? Elimizin altında bize rehberlik edecek sayısız kaynak, fikir ve düşünür varken bunları değerlendirmeyecek miyiz? Sahip olduğumuz şanlı tarihe yaraşır bireyler olmak varken bizi sıradan kılacak olan konforun gölgesinde, gölge hayatlar yaşamak, biz Anadolu halkına uygun değil.  Bir birey olarak “Düşünüyorum o halde varım.” diyerek varlığımızın gerektirdiği özgürlüğü elde etmeli, Theseus gibi zihin labirentinden çıkarak, düşüncelerimize akıl ve yürekle yön veren kahraman biz olmalıyız. Bu uğurda ünlü kumandandan bir farkımız yok. Onun Atina’ya getirdiği birliği, biz aydın insanlar önce zihinlerimizde sonra ülkemizde gerçekleştireceğiz. Aklın ve hissin ittifakı ile savaşacağız cehalete karşı. İki kere iki dört diyebilme hakkını elde edeceğiz ve kurgu dışı bir distopyaya karşı edineceğiz destanlara konu olacak zaferimizi.  
Ekleme Tarihi: 28 Mayıs 2025 -Çarşamba

Düşünün, çünkü henüz yasaklanmadı.

Savaşın barış, özgürlüğün kölelik, cahilliğin güç sanıldığı bir ülke var olabilir mi? 

Evet. Ne yazık ki böyle bir ülke var. Orada insanların özgürlük, adalet gibi konularda bırakın fikirlerini dile getirmeyi, düşünmelerini dahi önlemek için “Düşünce Suçu” adında bir yasak bile mevcut. 

Hatta insanların kelimeler ile düşündüğünün farkında olan bu ülke, halkın her anlamda düşünmelerinin önüne geçmek için “Yenisöylem” adında bir dil yaratarak sakıncalı kelimeleri günlük kullanımdan çıkarmaktan da geri durmadı. 

İnsanların düşüncelerini, duygularını ve hislerini yok ederek onların makinalaştıran, bir dişliden çıkan “trrrrum! trak tiki tak!” sesleri gibi organize bir sistemin parçası olmalarını sağladı.  

Bahsettiğim ülke tanıdık gelmiştir. George Orwell’ın “1984” adlı romanından hükümetin yozlaştığı, bilim ve fenin yok sayıldığı, demagogların türediği “Okyanusya” ülkesi. Genel itibarıyla diktatörlük ile yönetilen ülkeleri ( Ana hedefi Sovyetler Birliği tabii ;) eleştirmek ve özgürlüğün kısıtlanmaya başladığı ülkelerin gelecekte kulağa imkansız gelse de dönüşeceği distopyayı yazan, insanlarının özgürlük ve mutluluk arasında seçim yapmak zorunda kaldığı ve mutluluğu tercih ettiği bir ülkenin makus kaderini anlatan kitabı ( Eminim okumuşsunuzdur ancak günümüzde yeniden okumanızı tavsiye edeceğim. Çünkü insan zihni ve etrafında dönen olaylar her saniye değişmekte. Bu sebeple yeniden okuyarak farklı anlamlar ve önemli sonuçlar çıkaracağınıza eminim.). 

Peki, sizce bunca soruna rağmen, “insanlar bir şeylerin yanlış gittiğinin farkında değiller mi?” diye sorabilirsiniz. Pekâla farkındalar. Ancak halk; yanlışın tespitinde bağlamı yanlış kuruyor, dolayısıyla doğru sonuca ulaşamıyor. Düşmanın içeride değil, dışarıda olduğunu sanıyor. Bunun böyle olmasının yegâne sebebi de tepelerindeki despot hükümet.   

Bunun yanı sıra, toplumun değerleri arasında iki uç nokta oluşturup insanlar bu uçlara taşınıyor ve halkın birbirine düşman kesilmesi sağlanıp birleşemelerinin önüne geçiliyor. Tüm bu politik manipülasyon sonucu asıl düşmanın onları yöneten kişiler olduğu unutuluyor. Kabul ederseniz ki bu da iktidarın gönlünce at koşturmasını kolaylaştırıyor. 

Peki insanlar bunca baskı karşısında ne yapıyor dersiniz? Şaşırılacak bir cevap beklemeyin, sürünün bir parçası oluyorlar. Sürünün sahibini yalnızca iyi niyetli çoban sanıyor ama sürünün, onları sömüren çobanlar ve onları yemek isteyen kurtlar tarafından yönetildiğini göremiyorlar. 

Özgürlük uğruna başkaldıran kişilere düşman gözü ile bakılıyor, halkı aydınlatmaya çalışanlar ise yaratılan sahte dış düşmanın vaizi olmak ile suçlanıyorlar. Onları, çiftliğin düzenini bozan isyancılar sanıyorlar; iktidarın manen ve maddeten kendilerini sömürmelerine müsaade ediyorlar.

Gerçi, yıllar süren çalışmalar sonucunda onların dimağlarını kelimelerden arındıran ve düşünmenin gerek inanç gerek ülkenin istikbali açısından suç sayılmasını sağlayan bu iktidara karşı böyle yaklaşımlar sergilemeleri doğal değil mi? 

Kısaca bunlara değiniyor 1984 romanı. Peki, insanların bir distopyayı yazacak kadar farkındalığı gelişmişken nasıl olur da birçok ülkede kurgu dışına sıçramış distopik izleri bulmak fazlasıyla kolay? Sorarım size: bu bilinçli yaklaşımlara rağmen, insanlar nasıl yarattıkları bedbaht hayatların içinde buluyorlar kendilerini?

Bence, konfor alanlarından çıkmıyorlar. Kendilerini ve toplumlarını geliştirmekten uzak kalıyor, her şeyin başkaları tarafından düzeltilmesi gerektiğini düşünüyorlar. Ellerini taşın altına sokmaktan kaçınıyor ve bir kurtarıcı bekliyorlar. Hatayı da burada yapıyorlar. Çünkü toplumun gelişimi, ancak ve ancak bireyin gelişimi ile başlar. 

Hanımefendiler ve beyefendiler! Sizce, bizler bir Çelebi Mehmet daha bekleme gafletine mi düşüyoruz Anadolu topraklarında bir olarak yaşamak için? Bunun yerine zengin tarihimizin bize rehberlik etmesine müsaade etmek daha yerinde olmaz mı?

Belki bizi bir kılmak için yeniden Büyük İskender çıkmaz bu topraklardan, ama onun izinden yürümek bizim elimizde. Veya bir Mustafa Kemal daha çıkmayacak Samsun’a ama onun fikirlerinin ışığında yürümek yeter bizlere. 

Kendi bilinçlerimizi yalnızca kendimiz kurtarabilir, kendi kahramanlarımız biz olabiliriz. Geriye dönüp bakınca kendini gerçekleştirememiş bir insanın pişmanlığını mı yaşamak istersiniz? Yoksa bu döngüyü kırıp başta kendinizi, sonra ülkemizi mi kurtarmayı tercih edersiniz?

Elimizin altında bize rehberlik edecek sayısız kaynak, fikir ve düşünür varken bunları değerlendirmeyecek miyiz? Sahip olduğumuz şanlı tarihe yaraşır bireyler olmak varken bizi sıradan kılacak olan konforun gölgesinde, gölge hayatlar yaşamak, biz Anadolu halkına uygun değil. 

Bir birey olarak “Düşünüyorum o halde varım.” diyerek varlığımızın gerektirdiği özgürlüğü elde etmeli, Theseus gibi zihin labirentinden çıkarak, düşüncelerimize akıl ve yürekle yön veren kahraman biz olmalıyız. Bu uğurda ünlü kumandandan bir farkımız yok. Onun Atina’ya getirdiği birliği, biz aydın insanlar önce zihinlerimizde sonra ülkemizde gerçekleştireceğiz. Aklın ve hissin ittifakı ile savaşacağız cehalete karşı. İki kere iki dört diyebilme hakkını elde edeceğiz ve kurgu dışı bir distopyaya karşı edineceğiz destanlara konu olacak zaferimizi.

 

Yazıya ifade bırak !
Okuyucu Yorumları (1)

Yorumunuz başarıyla alındı, inceleme ardından en kısa sürede yayına alınacaktır.

Yorum yazarak Topluluk Kuralları’nı kabul etmiş bulunuyor ve ulusgazetesi.com sitesine yaptığınız yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan tüm yorumlardan site yönetimi hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
BD
(28.05.2025 16:35 - #3197)
Günümüz ve geleceğimizde gerçekleşmesi muhtemel olan durumlara ayna tutan ve bu durumlara doğru giden yolda nasıl bir tavır sergilememiz gerektiğini anlatan bir yazı, teşekkürler.
Yorum yazarak Topluluk Kuralları’nı kabul etmiş bulunuyor ve ulusgazetesi.com sitesine yaptığınız yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan tüm yorumlardan site yönetimi hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
(0) (0)
Sitemizden en iyi şekilde faydalanabilmeniz için çerezler kullanılmaktadır, sitemizi kullanarak çerezleri kabul etmiş saylırsınız.