Ağzımızın içerisinde; dişlerimizi, ağız içi yaralarımızı okşamak, tabanı içerisinde biriken gölcüklerde dalgalar yaratmak ve bunun sonucu üzerine tutunan sıvılarla dudaklarımızı ıslatmak suretiyle varlığını idame ettiren en mühim organımız dil; bugünkü saman kâğıdından bozma, beyaz yapraktan doğma sayfamızı kendi fırça darbeleriyle renkten renge sokarak işgal edecek!
En mühim diyorum çünkü dil dediğimiz kas yığını arkadaş, organ olmasının gerektirdiği hayattan gelen hassas tatları duyumsamanın veya en acı biberlerin kendi savunma sistemlerine karşı kurduğu müdafaa cephelerinin dışında insanlık tarihimizin en başından beri diğer "Homo" türleri arasında fark yaratmamıza çok yardımcı olan bir parçamız. Zamanda birkaç yüzyıl kadar geri gidelim de size daha rahat gösterebileyim.
Homo Sapiens; büyük, büyük... büyük dedelerimiz ve ninelerimiz, Homo Neanderthalensis, Habilis, Erectus gibi güç, beceri ve dik durabilme avantajlarına sahip rakiplerine rağmen nasıl aralarından fırlayarak günümüze değin türünü korumayı başardı? Cevap basit; çünkü dilleri görece fazla gelişmişti.
Dil gelişimi sayesinde Sapiens türü, diğer ilk insan türlerinin aksine daha kalabalık gruplar kurarak daha organize bir yapı oluşturmayı başardı ve bu vesileyle diğer rakiplerine nazaran değişen çevre koşullarına karşı daha sistematik mücadele verdi.
Dil gelişimi, insanlar arasında iletişim kurmayı kolaylaştırmakla da kalmamış daha karmaşık ve soyut konular üzerine de düşünmelerine olanak sağlamıştır. Çünkü çoğu durumda, özellikle maddesel olarak var olmayan şeyler üzerine düşünürken, dil aracılığıyla oluşturduğumuz kelimeler; zihinsel tahlil yeteneğimizi pekiştirmiş, felsefi anlamda etik ve metafizik konular üzerine düşünmemizi kolaylaştırarak toplumsal olarak örgütlenmenin, normlar ve ahlaki değerler oluşturmanın yolunu açmıştır.
Hemen ardından da oluşan kelimeler aracılığıyla en büyük ikinci icat sayabileceğimiz "yazı" ortaya çıkmıştır. Böylelikle de ticari anlaşmalar, kanunlar, felsefi ve bilimsel eserler nesilden nesile ulaştırılmak amacıyla ilk olarak taştan yontma, kilden bozma tabletlere çakılmış ve uzun zamanlar sonrasında da kalemleri öttürmek suretiyle kâğıtlara nakış nakış işlenmiştir. Böylelikle tarih, yazı ile başlamıştır.
Sonrasında işler daha da karmaşıklaşmaya başladı çünkü insanlık, dili kurcaladı. Bu konuyla ilgilenen önemli filozofumuz Ludwig Wittgenstein isimli bir Beyefendi. Onun felsefesini anlatmaya çalışmak bile zannımca kendisi ile çelişmemize sebep olur çünkü ona göre dil insanları kısıtlar, insanlar kendi anadilleriyle dahi düşünseler, her durumda belli başlı kelimeler tam olarak gerekli anlamları karşılayamaz, dolayısıyla insanlar hiçbir zaman, tam anlamıyla, yalnızca dil ile iletişim kuramaz.
Ama filozofumuz için aynı zamanda dil, düşüncenin taşıyıcısı olduğu kadar onun şekillendiricisidir. Nasıl konuştuğumuz, nasıl düşündüğümüzü etkiler; bir dili değiştirmek, dünyayı başka türlü görmeye açılır. Tam da bu yüzden felsefe, dilin düğümlerini çözme sanatıdır. Filozofun görevi yeni sistemler kurmak değil; dilin bizi aldatışını ortaya çıkarıp kafa karışıklıklarını çözmektir. Böylece dilin önemi, bizi yanılsamalardan kurtaran bir aydınlatma işlevi de görür. Wittgenstein derdi ki: "Dilimin sınırları, dünyamın sınırlarıdır. (Die Grenzen meiner Sprache bedeuten die Grenzen meiner Welt.)"
Kısaca felsefesini özetlemek gerekirse; dil hem insan varoluşunun zemini hem de ona sınır çizen çerçevedir. Bir yandan dünyayı kurar, öte yandan bizi anlamsızlığı ile susmaya da çağırır. Dilin önemi hem varoluştaki etkinliğinde hem de sessizliğin eşiğinde gözükür.
Tüm bunlardan sıyrılıp günümüz modern çağına baktığımızda dil bir tür kimlik değeri taşır. Dilimizin önemini unutup onu en etkin şekilde kullanmaya çalışmak yerine yabancı kelimeler ile vasatlaştırır, kelimelerimize yeterli özeni göstermeyip öylesine söyleyip geçersek; gelecekte düşünecek, iletişim kuracak kelimemiz kalmaz. Bunun farkındalığı ile yaşamalı, dilimizi en güzel biçimde korumalıyız.
Yazımı Mustafa Kemal'in şu sözleri ile bitirmek istiyorum;
"Türk milletinin dili Türkçedir. Türk dili dünyada en güzel, en zengin ve en kolay olabilecek bir dildir. Onun için her Türk, dilini çok sever ve onu yükseltmek için çalışır… Türk dili, Türk milleti için kutsal bir hazinedir. Çünkü Türk milleti geçirdiği sayısız felaketler içinde ahlâkının, geleneklerinin, hatıralarının, çıkarlarının, kısaca bugün kendi milliyetini yapan her şeyin dili sayesinde korunduğunu görüyor — Türk dili, Türk milletinin kalbidir, zihnidir. Millî duygu ile dil arasındaki bağ çok kuvvetlidir. Dilin millî ve zengin olması, millî duygunun gelişmesinde başlıca etkendir. Türk dili, dillerin en zenginlerindendir, yeter ki bu dil bilinçle işlensin. Ülkesini, yüksek istiklalini korumasını bilen Türk milleti, dilini de yabancı diller boyunduruğundan kurtarmalıdır."
