Salon aydınlığını yitirmiş, karanlık...
Ne yargıç belli, ne sanık...
Mahkeme salonunda bir masa var; üstünde bir dosya, bir kalem ve bir tutanak.
Dışarda sabahın ilk ışıkları perdeyi yırtmaya yeni başlamış.
Saat 09.00'a yaklaşıyor, zaman bile nefesini tutmuş bekliyordu.
Sanık sandalyesinde bir adam oturuyor:
Ali Rıza oğlu Mustafa Kemal, Selanik.
Ama bu; ölüm döşeği değil, bir duruşma.
Sağ tarafta beden hakkında konuşan Savcı: “Görev süren doldu, emaneti geri verme zamanı geldi.” diyor.
Öte yanda ruh adına savunma yapan Ses: “Henüz vakit kaldı. Birkaç dakikada bir inkılap daha yapılır." diyor.
Ve ortada, hükmü verecek olan tarih, sesini çıkarmadan izliyor.
Savcının İddiası;
Savcı, belgelere yaslanarak okuyor iddiasını:
“Bu beden, uzun süre ateşle çalıştı. Organları yoruldu, sistemi çöküyor. Artık teslim oldu. Tıbbın dahi boynu bükük kaldı. Artık dönüşü yok.”
Belgelerinin dili; kuru, soğuk, ölü.
"Zamanın ve sağlığın sicili insafa yer bırakmaz." diye ekleyerek son cümlesini söylüyor:
“Her hayatın sonu, teslimiyettir. Ve bu teslimiyet, adaletin kendisidir.”
Savunmanın Sözü;
Savunma ayağa kalkarak başlıyor konuşmaya, sesi yumuşak lakin yankısı bıçak misali kesiyor kulakların zarını:
“Hayır. Bu bir ölüm davası değil. Bu, irade’nin davasıdır.
Bir insanın ömrü bitebilir, ama düşün ömrü ölçülemez.
Bu adamın vücudu tükenmiş olabilir, ama fikri hâlâ ayaktadır ve kalmaya da devam edecektir.”
Dava tutanağı açılıyor:
Başlık: “Cumhuriyet”.
İçinden halkın hüzün dolu feryadı duyuluyor: öğretmenlerin, köylülerin, çocukların, askerlerin seslerine bürünerek.
Hepsi bir ağızdan konuşup: “Biz hâlâ buradayız. Ayrılmayı düşünmüyor, bu düşünceyi dikte edecek yargıyı da kabul etmiyoruz." diyor.
Tanıklar
İlk tanık olarak vakti zamanında onla aynı kaptan yiyen, aynı cephede aynı düşmanla vuruşan, bir asker çıkıyor ve bağırıyor: “O, bize emri değil, düşünmeyi öğretti.” diyerek.
İkinci tanık, onun sayesinde okumuş, kendi ayakları üzerine durmaya güç bulmuş bir kadın: “Bize sadece hak değil, başımızı kaldırma izni verdi.” diyor.
Üçüncü tanık, onun sayesinde doğup hayata tutunmuş bir bebek: "Onu tanımadan geçecek bir ömrü kabul etmiyorum." diye ağlıyor.
Diğer tanıklar kürsüye çıktıkça salon kalabalıklaşıyor, her insan onlara geri verilen ışığı saçarak 2 metrelik, karanlık salonu aydınlatıyordu.
Savcı sinirleniyor: “Bu duygusallık, bilimin yerine geçemez!” diye.
Savunma tebessüm ediyor: “Bilim, zaten duygusuz değildir; o, kalbin sustuğu yerde konuşur; duyguysa mantığın unuttuğu yere dokunur. Biz yalnızca sizi hatırlamaya davet ediyoruz." diyerek.
Son Söz;
Hakim tartışmaları bitirmek adına sözü alarak konuşmaya başlıyor.
“Bu mahkeme, ne bir adli dava ne de bir ölüm tutanağıdır.
Bu, bir mirasın devri için yapılan sembolik bir tören, iç muhasebedir. Sanığın eklemek istediği bir şey var mı?"
Mustafa Kemal söz alarak ayağa kalkıyor ve gözlerinde mavi ateşlere karışmış bir huzur varken şu cümleleri kuruyor:
"Vakti zamanında söylemiştim:
Benim naçiz vücudum elbet bir gün toprak olacak, ancak Türkiye Cumhuriyeti ilelebet payidar kalacaktır.
Ben görevimi yaptım, şimdi sıra sizde.
Beni yaşatmak değil, anlamakla yükümlüsünüz.
Kazanmam, onların davayı kaybetmesine; kaybetmem, sizin kazancınıza dönüşsün.
Her birinizin alnından öpüyorum.
Ve Aleyküm Selam."
Bi sessizlik oluyor.
Azrail, karar tutanağını imzalıyor.
Ancak Kalemi kırmayıp masaya bırakıyor.
Karar:
Sanığın kendi sağlığına dikkat etmemesinden mütevellit yaşadığı sağlık sorunlarının hayatına mâl olması suretiyle milletini başsız, babasız bırakmaktan suçlu bulunup ceza olarak bedeninin iadesine ancak bir ömür ulusu adına verdiği mücadeleler göz önünde bulundurularak ölmek yerine hatırlanmasına ve fikrlerinin sonsuza değin yaşamasına karar verilmiştir. Kendisinin Ruhu Şad olsun."
Saat 09.05
Zaman yeniden eski hızına kavuşuyor.
Kapılar açılıyor; dışarda siren sesleri değil, bir Ulusun sessiz matemi duyuluyor.
Cumhuriyet, yaşayan bir dosya olarak kalıyor: her 10 Kasım’da tekrar açılıyor, tekrar okunuyor ve tekrar imzalanıyor.
Mahkeme sona eriyor, fakat dava dosyası kapanmıyor çünkü her kuşak yeniden bu kutlu dava uğruna yargılanmaya devam ediyor.
