Yaser İLTER - Araştırmacı, Yazar
Köşe Yazarı
Yaser İLTER - Araştırmacı, Yazar
 

Aşk Müdafaanamesi

Türkiye! Gündemi her dakika hareket halinde bulunan bir devinim makinesi, aynı zamanda günlük yaşantı esnasında karşımıza sıklıkla çıkan çözülemeyen sosyo-kültürel sorunların bulunduğu açık hava tiyatrosu misali oyunların oynandığı kıymetli memleketimiz.    Bugünkü konumuz tüm bu devinimin, çözülmeyen sorunların ve sahnelenen oyunların ötesinde, ilahi düzlemde konumlanmış aşk.    Aşk mı? Memleket bu haldeyken diyerek aksi görüşlerinizi mahkemeye taşımış, aşkı dava etmişsiniz sanırım. Bugün evime gelen tebligat ile bunu öğrendim. Ben de bu tarz görüşlerinize katılmamak ile birlikte aşkın yüceliğini deliller doğrultusunda ispatlamak ve aşkın avukatlığını yapmak için buradayım.    Duruşmanın görüleceği görkemli mahkeme salonu; 30 arşın uzunluğunda, 15 arşın genişliğinde kareden bozma dikdörtgen bir oda. Kısa kenarında hakimlerin ve savcıların oturduğu kürsü bulunurken hemen karşılarında duruşmayı izleyenler bulunuyor. Hakimin solunda davalılar otururken, sağında davacılar bulunuyor. Duruşma detayları şu şekilde;   Davalı: Aşk, Davacı: Memleket bu haldeyken aşk yerine gündemin sorunlarını konuşmak isteyen zâtlar.    Savunma tarafının avukatı; ben iken (Tanıklarım: Aşkı Allah’ta arayan Ahmet Yesevi, Sevdiceğinin gözlerinde arayan Karacaoğlan, kendinde arayan Hallacı Mansur…), davacı tarafın avukatı; aşk karşıtı görüşleriyle bilinen Arthur Schopenhauer. (Tanıkları: Biyolojik deliller ile aşkı küçümseyen Richard Dawkins, aşk ile ilgili psikanalitik yorum yapan Sigmund Freud…)   Dava sebebi: Memleketimiz açısından son derece elim ve bir o kadar da vahim sorunların yaşandığı bu dönemde aşk ile uğraşmak suretiyle kıymetli ülkemizin bekasını tehlikeye atmakta olan Aşkın, durdurılmak istenmesi.    Olayı mahkemeye taşıyan savcımız Niccolò Machiavelli olurken duruşmanın hakimi Atinalı Sokrates olarak belirlenmiştir.   (Mübaşir: Taraflar mahkeme salonuna!)    …   Aşk karşıtı zâtların avukatı Schopenhauer söz aldı:   Sayın Hakim! İddianame ve diğer gerekli evrakları tarafımızca tarafınıza sunulmuştur. Müsaadenizle burada olma sebebimize yeniden değinmek istiyorum. Aşk bu memlekette insanlığın başına gelen en fena şeydir çünkü aşk, insanların yok yere zamanını çalan, düzenini bozan ve gelişimlerini aksata…   Aşkın avukatı olarak bağırdım:   İtiraz ediyorum Sayın Hakim! Bu iddiaların kanıtlanması gerekiyor anca…   Hakim:   Sıranızı bekleyin Avukat Bey.    Schopenhauer devam eder:   Evet dediğim gibi düzenini bozar ve gelişimini aksatır. Memleketimizin geleceği herhangi bir duygu sebebiyle yok sayılamaz, göz ardı edilemez böylesi bir teklif söz konusu dahi olamaz. Aşk denen şey üreme için mevcut olup herhangi bir ilahi özelliği mevcut değildir. Yersiz anlamlarla böylesine tekdüze bir özelliğe sahip biyokimyasal bir olayı yüceltmek anlamsızdır. Tanıklarım da bu durumda yetkin olan insanlar olup yeterli bilimsel ve felsefi altyapıda bu görüşümü destekleyeceklerdir. Aşkın nörobiyolojisi hastalıklı bir yapıyken aynı zamanda bilinçdışı bir arzu olduğunun deneysel çalışma sonuçları masanızdaki dosyada mevcuttur. Böylesine bir hastalığın toplum içerisinde yaşamasına müsaade edemeyiz. Söyleyeceklerim bu kadar takdir sizin ve yüce Türk adaletinindir.    Hakim Bey:   Savunma makamı bunlara karşı söyleyecek bir şeyiniz var mı?   Ben:   Sayın Hakim! Aşk için ortaya atılan iddialar asılsız ve araştırmalar da bir o kadar yetersizdir. Aşk; herhangi bir yaşayanın ulaşabileceği en yüce duygu olup aynı zamanda yaşarken ölenler için de bir hayat pınarıdır. İnsanlık tarihinin en başından beri bu durumun sayısız örneği mevcuttur. Bunun yanı sıra aşk, davacı tarafın indirgediği gibi yalnızca insanlar arasında yaşanan bir duygu da sayılamaz. Ahmet Yesevi’ler, Bektaş-i Veli’ler, Mevlana’lar aşkı tanrıda bulmuş kişilerdir. Bunlardan farklı olarak aşkı doğada bulan şamanlarımız veya şahsında arayan düşünürler de mevcuttur. Kendimden örnek vermem gerekirse de benim aşk hayatım bile bir kadın ve benim aramda sayılamaz. Ben bir hayale aşığım, Hakim Bey. Benim gönlümde bir Betül hayali var; dokunulmaz, erişilmez, arı duru bir sevda gibi. Benim için nazargâh-ı ilâhîde Betül nûr-ı kemâldir/ Cihan’ın gonce-i zîbâsı ol nûr-i hilâldir. Bu sebeple ben ülke sorunları için ekstra savaşmak mecburiyetindeyim çünkü aşkımla yaşamam ve onu korumam için gerekli olan bu. Son olarak şunu da belirtmek isterim: Aşksız bir yürek çorak bir ülkedir, hiçbir şey yetmez orada. Neticede insan sevmeyi bilmeyen, memleket sevmeyi nereden bilecek. Aşkı bilmeyen memleketi kurtaramaz veya terakkisini sağlayamaz. Amacı ülkeyi kurtarmak, geliştirmek olan biri ancak ve ancak hedefine aşkla bağlı ise kazanabilir. Söyleyeceklerim bu kadar takdir sizindir.    Hakim biraz düşündükten sonra:   Karar! Yaz kızım. Tarafların iddia ve savunmaları yeterice dinlenmiş olup, deliller incelenmiştir. Tüm bunların sonucunda Aşk’ın savunması geçerli sayılıp beraatine aynı zamanda maddeten ve manen aşkın zararlarının tazminine karar verilmiştir.(Sokrates’in tokmağı masaya tosladı ve böylece aşk da haksız yere hapse atılmayıp özgürlüğüne kavuştu. Adalet geç de olsa tecelli etti.)       
Ekleme Tarihi: 04 July 2025 - Friday

Aşk Müdafaanamesi

Türkiye! Gündemi her dakika hareket halinde bulunan bir devinim makinesi, aynı zamanda günlük yaşantı esnasında karşımıza sıklıkla çıkan çözülemeyen sosyo-kültürel sorunların bulunduğu açık hava tiyatrosu misali oyunların oynandığı kıymetli memleketimiz. 

 

Bugünkü konumuz tüm bu devinimin, çözülmeyen sorunların ve sahnelenen oyunların ötesinde, ilahi düzlemde konumlanmış aşk. 

 

Aşk mı? Memleket bu haldeyken diyerek aksi görüşlerinizi mahkemeye taşımış, aşkı dava etmişsiniz sanırım. Bugün evime gelen tebligat ile bunu öğrendim. Ben de bu tarz görüşlerinize katılmamak ile birlikte aşkın yüceliğini deliller doğrultusunda ispatlamak ve aşkın avukatlığını yapmak için buradayım. 

 

Duruşmanın görüleceği görkemli mahkeme salonu; 30 arşın uzunluğunda, 15 arşın genişliğinde kareden bozma dikdörtgen bir oda. Kısa kenarında hakimlerin ve savcıların oturduğu kürsü bulunurken hemen karşılarında duruşmayı izleyenler bulunuyor. Hakimin solunda davalılar otururken, sağında davacılar bulunuyor. Duruşma detayları şu şekilde;

 

Davalı: Aşk, Davacı: Memleket bu haldeyken aşk yerine gündemin sorunlarını konuşmak isteyen zâtlar.

 

 Savunma tarafının avukatı; ben iken (Tanıklarım: Aşkı Allah’ta arayan Ahmet Yesevi, Sevdiceğinin gözlerinde arayan Karacaoğlan, kendinde arayan Hallacı Mansur…), davacı tarafın avukatı; aşk karşıtı görüşleriyle bilinen Arthur Schopenhauer. (Tanıkları: Biyolojik deliller ile aşkı küçümseyen Richard Dawkins, aşk ile ilgili psikanalitik yorum yapan Sigmund Freud…)

 

Dava sebebi: Memleketimiz açısından son derece elim ve bir o kadar da vahim sorunların yaşandığı bu dönemde aşk ile uğraşmak suretiyle kıymetli ülkemizin bekasını tehlikeye atmakta olan Aşkın, durdurılmak istenmesi. 

 

Olayı mahkemeye taşıyan savcımız Niccolò Machiavelli olurken duruşmanın hakimi Atinalı Sokrates olarak belirlenmiştir.

 

(Mübaşir: Taraflar mahkeme salonuna!) 

 

 

Aşk karşıtı zâtların avukatı Schopenhauer söz aldı:

 

  • Sayın Hakim! İddianame ve diğer gerekli evrakları tarafımızca tarafınıza sunulmuştur. Müsaadenizle burada olma sebebimize yeniden değinmek istiyorum. Aşk bu memlekette insanlığın başına gelen en fena şeydir çünkü aşk, insanların yok yere zamanını çalan, düzenini bozan ve gelişimlerini aksata…

 

Aşkın avukatı olarak bağırdım:

 

  • İtiraz ediyorum Sayın Hakim! Bu iddiaların kanıtlanması gerekiyor anca…

 

Hakim:

 

  • Sıranızı bekleyin Avukat Bey. 

 

Schopenhauer devam eder:

 

  • Evet dediğim gibi düzenini bozar ve gelişimini aksatır. Memleketimizin geleceği herhangi bir duygu sebebiyle yok sayılamaz, göz ardı edilemez böylesi bir teklif söz konusu dahi olamaz. Aşk denen şey üreme için mevcut olup herhangi bir ilahi özelliği mevcut değildir. Yersiz anlamlarla böylesine tekdüze bir özelliğe sahip biyokimyasal bir olayı yüceltmek anlamsızdır. Tanıklarım da bu durumda yetkin olan insanlar olup yeterli bilimsel ve felsefi altyapıda bu görüşümü destekleyeceklerdir. Aşkın nörobiyolojisi hastalıklı bir yapıyken aynı zamanda bilinçdışı bir arzu olduğunun deneysel çalışma sonuçları masanızdaki dosyada mevcuttur. Böylesine bir hastalığın toplum içerisinde yaşamasına müsaade edemeyiz. Söyleyeceklerim bu kadar takdir sizin ve yüce Türk adaletinindir. 

 

Hakim Bey:

 

  • Savunma makamı bunlara karşı söyleyecek bir şeyiniz var mı?

 

Ben:

 

  • Sayın Hakim! Aşk için ortaya atılan iddialar asılsız ve araştırmalar da bir o kadar yetersizdir. Aşk; herhangi bir yaşayanın ulaşabileceği en yüce duygu olup aynı zamanda yaşarken ölenler için de bir hayat pınarıdır. İnsanlık tarihinin en başından beri bu durumun sayısız örneği mevcuttur. Bunun yanı sıra aşk, davacı tarafın indirgediği gibi yalnızca insanlar arasında yaşanan bir duygu da sayılamaz. Ahmet Yesevi’ler, Bektaş-i Veli’ler, Mevlana’lar aşkı tanrıda bulmuş kişilerdir. Bunlardan farklı olarak aşkı doğada bulan şamanlarımız veya şahsında arayan düşünürler de mevcuttur. Kendimden örnek vermem gerekirse de benim aşk hayatım bile bir kadın ve benim aramda sayılamaz. Ben bir hayale aşığım, Hakim Bey. Benim gönlümde bir Betül hayali var; dokunulmaz, erişilmez, arı duru bir sevda gibi. Benim için nazargâh-ı ilâhîde Betül nûr-ı kemâldir/ Cihan’ın gonce-i zîbâsı ol nûr-i hilâldir. Bu sebeple ben ülke sorunları için ekstra savaşmak mecburiyetindeyim çünkü aşkımla yaşamam ve onu korumam için gerekli olan bu. Son olarak şunu da belirtmek isterim: Aşksız bir yürek çorak bir ülkedir, hiçbir şey yetmez orada. Neticede insan sevmeyi bilmeyen, memleket sevmeyi nereden bilecek. Aşkı bilmeyen memleketi kurtaramaz veya terakkisini sağlayamaz. Amacı ülkeyi kurtarmak, geliştirmek olan biri ancak ve ancak hedefine aşkla bağlı ise kazanabilir. Söyleyeceklerim bu kadar takdir sizindir. 

 

Hakim biraz düşündükten sonra:

 

  • Karar! Yaz kızım. Tarafların iddia ve savunmaları yeterice dinlenmiş olup, deliller incelenmiştir. Tüm bunların sonucunda Aşk’ın savunması geçerli sayılıp beraatine aynı zamanda maddeten ve manen aşkın zararlarının tazminine karar verilmiştir.(Sokrates’in tokmağı masaya tosladı ve böylece aşk da haksız yere hapse atılmayıp özgürlüğüne kavuştu. Adalet geç de olsa tecelli etti.) 

 

 

 

Yazıya ifade bırak !
Okuyucu Yorumları (0)

Yorumunuz başarıyla alındı, inceleme ardından en kısa sürede yayına alınacaktır.

Yorum yazarak Topluluk Kuralları’nı kabul etmiş bulunuyor ve ulusgazetesi.com sitesine yaptığınız yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan tüm yorumlardan site yönetimi hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Sitemizden en iyi şekilde faydalanabilmeniz için çerezler kullanılmaktadır, sitemizi kullanarak çerezleri kabul etmiş saylırsınız.