Safiye Özşener - Araştırmacı, Yazar
Köşe Yazarı
Safiye Özşener - Araştırmacı, Yazar
 

Karne

Yok sayılan halk iradesi ve seçilmişlere kayyumlar… Usulsüzlükler, haksızlık, hukuksuzluklar... Yeni doğan çetesi, LGS ve sahte diploma, sahte e reçeteye kadar uzanan skandallar… Kim bilir daha neler çıkacak… Yok olan; ormanlar, zeytinlikler, biyolojik çeşitlilik, tarım ve çiftçilik… Ve daha önemlisi, tüm bunların sonucunda yok olan; toplumsal olgu, kolektif bilinç ve toplum hafızası... Zira öyle ki; tüm bunların nedeni, sermaye düzeni değil de sanki, çalışan ücretli kesimin aldığı maaştan kaynaklıymış gibi algı yaratılıyor… Bu algıyla ortaya çıkan; kırgınlık ve öfke sisteme değil, sistemin içinde ezilen ücretliye çevriliyor… Grev yapan memura, inip sahada destek olmak yerine, bunlar ne iş yapıyor. Sayısı fazla azaltılsın. İşçi hak arıyor, biz o kadar alıyor muyuz, çöpçü alsın atın, diyorlar... Senin yüksek, berikinin düşük ücret alması, birinin karnı doyarken, ötekinin aç kalması… Ne memur ne işçi ne de üreten emekçinin suçu değil. Bunun adı doymak bilmeyen sermaye düzeni ve sorumlusu da sermayeye hizmet eden sistemler... Algı öyle bir oluşturuldu ki; Herkes umutsuzluğunu, gelecek kaygısını, çaresizliğini yanındakine, gücü yetene, birbirine kusuyor… Yani; komşusuna, dostuna, hatta aynı iş yerinde çalıştığı arkadaşına... İşte, toplumsal çöküş böyle başlar. Sistemler; insanları birbirine düşmanlaştırdıkça, ayrıştırdıkça birbirinden toplum dinamikleri çöker. Dinamikleri çöken toplumlar, sistemler tarafından kolayca sömürülmeye hazırdırlar. Zira, bölünmüşlerdir... İşte toplum tam da bunlarla uğraşırken, yazının başında altını çizdiğimiz skandallar çar çabuk unutulur, normalleştirilir… Çünkü sen kendinle, kendin gibi olanla çatışma halinde olduğun için, devasa skandallar görünürlüğünü kaybeder… Şimdi kendimize sormamız gereken şu: “Kıyıya vurmadıkları sürece, balıklar suyun farkında değildirler.” der, Ursula K. Le Guin Tüm bunları görmek için, daha ne kadar kıyıya vurmamız lazım ki, kaybettiklerimizi görelim. Görelim ki, haklı öfkemizi, birbirimize değil, doğru yere kanalize edelim... Temelin karnesinde ki zayıfları gören annesi sinirlenir. -Geçen yıl sınıf birincisiydin, bu yıl sonuncusu olmuşsun. Nedir bu? Temel sakindir. -Anacığım geçen yıl sen çok sevinmiştin. Bırak bu yılda başka analar sevinsin da... Bireyler olarak, içinde bulunduğumuz çaresizliği birbirimize kusup, birbirimizle kavgayla ayrışa ayrışa 25 yıldır aynı karneyi başkalarına verip sevindirmektense, bir seferde birlik olalım da artık biz sevinelim da...
Ekleme Tarihi: 21 Ağustos 2025 -Perşembe

Karne

Yok sayılan halk iradesi ve seçilmişlere kayyumlar…

Usulsüzlükler, haksızlık, hukuksuzluklar...

Yeni doğan çetesi, LGS ve sahte diploma, sahte e reçeteye kadar uzanan skandallar…

Kim bilir daha neler çıkacak…

Yok olan; ormanlar, zeytinlikler, biyolojik çeşitlilik, tarım ve çiftçilik…

Ve daha önemlisi, tüm bunların sonucunda yok olan; toplumsal olgu, kolektif bilinç ve toplum hafızası...

Zira öyle ki; tüm bunların nedeni, sermaye düzeni değil de sanki, çalışan ücretli kesimin aldığı maaştan kaynaklıymış gibi algı yaratılıyor…

Bu algıyla ortaya çıkan; kırgınlık ve öfke sisteme değil, sistemin içinde ezilen ücretliye çevriliyor…

Grev yapan memura, inip sahada destek olmak yerine, bunlar ne iş yapıyor. Sayısı fazla azaltılsın. İşçi hak arıyor, biz o kadar alıyor muyuz, çöpçü alsın atın, diyorlar...

Senin yüksek, berikinin düşük ücret alması, birinin karnı doyarken, ötekinin aç kalması…

Ne memur ne işçi ne de üreten emekçinin suçu değil.

Bunun adı doymak bilmeyen sermaye düzeni ve sorumlusu da sermayeye hizmet eden sistemler...

Algı öyle bir oluşturuldu ki;

Herkes umutsuzluğunu, gelecek kaygısını, çaresizliğini yanındakine, gücü yetene, birbirine kusuyor…

Yani; komşusuna, dostuna, hatta aynı iş yerinde çalıştığı arkadaşına...

İşte, toplumsal çöküş böyle başlar.

Sistemler; insanları birbirine düşmanlaştırdıkça, ayrıştırdıkça birbirinden toplum dinamikleri çöker.

Dinamikleri çöken toplumlar, sistemler tarafından kolayca sömürülmeye hazırdırlar. Zira, bölünmüşlerdir...

İşte toplum tam da bunlarla uğraşırken, yazının başında altını çizdiğimiz skandallar çar çabuk unutulur, normalleştirilir…

Çünkü sen kendinle, kendin gibi olanla çatışma halinde olduğun için, devasa skandallar görünürlüğünü kaybeder…

Şimdi kendimize sormamız gereken şu:

“Kıyıya vurmadıkları sürece, balıklar suyun farkında değildirler.” der, Ursula K. Le Guin

Tüm bunları görmek için, daha ne kadar kıyıya vurmamız lazım ki, kaybettiklerimizi görelim.

Görelim ki, haklı öfkemizi, birbirimize değil, doğru yere kanalize edelim...

Temelin karnesinde ki zayıfları gören annesi sinirlenir.

-Geçen yıl sınıf birincisiydin, bu yıl sonuncusu olmuşsun. Nedir bu?

Temel sakindir.

-Anacığım geçen yıl sen çok sevinmiştin. Bırak bu yılda başka analar sevinsin da...

Bireyler olarak, içinde bulunduğumuz çaresizliği birbirimize kusup, birbirimizle kavgayla ayrışa ayrışa 25 yıldır aynı karneyi başkalarına verip sevindirmektense, bir seferde birlik olalım da artık biz sevinelim da...

Yazıya ifade bırak !
Okuyucu Yorumları (0)

Yorumunuz başarıyla alındı, inceleme ardından en kısa sürede yayına alınacaktır.

Yorum yazarak Topluluk Kuralları’nı kabul etmiş bulunuyor ve ulusgazetesi.com sitesine yaptığınız yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan tüm yorumlardan site yönetimi hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Sitemizden en iyi şekilde faydalanabilmeniz için çerezler kullanılmaktadır, sitemizi kullanarak çerezleri kabul etmiş saylırsınız.