İçinde yaşadığımız sistem, George Orwel’ in, “1984” kitabındaki gibi ürkütücü bir Distopya…
Kimse kendini güvende hissetmiyor…
Şiddet her yerden taşıyor. Herkes kendi hukukunu uyguluyor…
E öyledir…
Açlığın olduğu yerde, kaygı, korku büyür, akıl küçülür. Aklın küçüldüğü yerde şiddet büyür.
Üstüne hukuksuzluk, haksızlığı büyütünce, Adalette bozuluyor…
Artan enflasyon, hız kesmeyen ekonomik kriz bütçeleri yakıyor.
İnsanlar yarı aç, yarı tok yaşıyor.
İşsizlik, hak, adalet, liyakatsizlik, hukuksuzluk sorunlar Everest dağı gibi, çözülen bir şey yok, gittikçe büyüyor…
Sistem bizleri sadece birer; belleksiz insana, belleksiz topluma evriltmekle kalmadı, aynı zamanda; irer, sosyal ölüye çevirdi…
Zorunlu yaşam maliyetlerine ve emekçiye reva görülen sefalet ücretlerine baktığımız zaman, yoksulluk sınırının da altındayız.
Üreten biziz, tükenen yine biz…
Gıda, ulaşım, barınma, giyim gibi; günlük temel ihtiyaçları dahi, karşılayacak kadar yeterli gelire sahip değiliz…
Ankara ve Eskişehir’ de emekli ücretleriyle bırakın insanca yaşamayı, kira ödeyemeyen insanlar; otel odaları, pansiyonlar hatta maaşlarıyla bir aylık pansiyonu bile karşılayamadıkları için, meskenleri oldu OTOGAR’lar…
DİSK'e bağlı Sınıf Araştırmaları Merkezi BİSAM'ın 'Açlık ve Yoksulluk Sınırı Kasım 2025 Dönem Raporu'na göre, dört kişilik bir aile için açlık sınırı 27 bin 289 lira oldu, yoksulluk sınırı ise 94 bin 393 lira!
Ama Ekonominin kurmayları hala, ücretliden verginin daha fazlasını nasıl tahsil eder, bütçeye desteği vatandaştan nasıl çıkarınızın peşindiler…
Para girdisi sermayeye, vergi çıktısı vatandaşa…
Nasrettin Hoca ile hanımı gece vakit ilerleyince uyumak için çekilirler odalarına.
Çok geçmeden hanımı seslenir.
-“Hoca efendi, biraz öteye gidiver.”
Hoca, cübbesini aldığı gibi sokağa çıkar. Epey yürüdükten sonra, sabaha karşı bir tanıdığıyla karşılaşır.
-“Hocam hayırdır. Sabahın köründe nereye böyle.” Diyince hoca;
-“Vallahi bende bilmiyorum. Yalnız senden bir ricam var. Bizim eve git, bizim hanıma bir sor. Bakalım daha ne kadar gitmemi istiyor.” Der.
Vatandaş vere vere gidecek bir evi de kalmadı.
Yolları OTOGAR’lara kadar düştü…
Daha neyi versinler? Versinler de gitsinler nereye?
Gerçeklik algısının adım adım nasıl bozulduğunun anlatıldığı Orwel’ in, “1984” ünde geçtiği gibi:
“Hep sizi izleyen o gözler ve sizi sarıp kuşatan o ses. Uykuda ya da uyanık, çalışırken ya da yemek yerken, içeride ya da dışarıda, banyoda ya da yatakta… Kaçış yoktu. Kafanızın içindeki birkaç santimetreküp dışında hiçbir şey sizin değildi.”
Dediği yerdeyiz…
Zaten vatandaşın bir şeyi yoktu ki.
Elde var kafanın içindeki birkaç santimetre küp. Kaçışta yok.
Geriye, gidecek bir sokaklar, bir parklar kaldı…
