Çürüyoruz ve çürümenin kokuları içinde boğuluyoruz…
Öldürülen kadınlar, tarım işçisi çocuklar. Yenidoğan çetesi, sahte diplomalar, yolsuzluklar, yangınlar...
Genç işsizler, intihar edenler, ölüme sürüklenen emekliler…
İşçisi, üreteni, çiftçisi dört bir yandan ekonomik krizin altındalar…
Liyakatsızlık, adam sendecilik, torpiller, kayırmalar…
Doğru bir şeyimiz kalmadı artık. Kala kala elimizde; telaş, kaygı bir de korku kaldı.
Neredeyiz biz.? Ne yaşıyoruz? Yoksa, yaşayan ölüler miyiz?
Sahi neyiz biz? Distopik dünya dedikleri şeyin merkezi miyiz?
Bir ülkenin; siyasi, ahlaki, ekonomik, politik, sosyal ve kültürel, toplumsal çöküşünün göstergesi tam da bunlardır…
Nasıl mı başladı? Uzun yıllar öncesinde, birilerine büyük anlamlar yüklemekle...
İnsanın hırs ve arzuları, sadece kendisinin değil, toplumsal yıkımında öncüsüdür...
Bir insana, öyle olmadığı halde büyük anlamlar ve kurtarıcı kimlikleri yüklerseniz ve bunu güç vererek taçlandırırsanız, verdiğiniz rolleri gerçekleştirmek için hırsa bürünür ve bu hırsını gerçeğe dönüştürmek için elinden geleni yapmaya karar verir.
Hırs pençesine düşen güç sahibi, tek erk olabilmek için karanlıkta kalan kararlarda verir.
Ve kararların ardı arkası kesilmez, zira artık gücünü kaybetmekten korkar ve daha karanlık kararlar vermeye başlar...
Ancak verdiği her karanlık karar, onu daha da yalnızlaştırır, çıkmaza sürükler. Bu korku ona zarar vermeye başlar, oda topluma…
Sonunda bu kararların yıkıcı etkisi altında kalır, ama karar verici ile birlikte toplumda…
İnsanın içindeki kötülük, hırs ve gücün yıkıcı etkileri, sadece kendini değil, toplumları da sarar…
Güç peşinde koşarken insanın kaybettiği değerler, ilişkiler ve özlemler sonunda insanı yıkar ve hem bireysel hem de toplumsal bir trajediye ulaşır…
İşte toplum olarak yaşadığımız tam da budur…
“Eğer bir ülkede adalet yozlaşırsa, o memleketin dibi oyulmuş demektir.
Adaleti çökmüş bir milleti yok olmaktan hiçbir güç kurtaramaz.” der, Yaşar Kemal, İnce Memed romanında.
Günümüz Türkiye’sini anlatan cümlelerde budur…
Adaleti tahsis etmeden, kurtulamayız çürümeden.
Unut artık kurtarıcıyı halkım. Kurtarıcı sensin...
O yüzden; “Artık şaşırmıyoruz.” “Alıştık” Demeyi bırakın.
Mahkemenin birinde kadın avukat duruşmada “Hakim Bey” yerine yanlışlıkla “Hayatım” deyince hâkim kızar:
-Avukat Hanım dikkat et, burası meyhane değil, mahkeme!
Avukat bir an durumu fark eder ve cevap verir:
-Valla verilen kararlara bakınca ayık kafayla verilmişe benzemiyor. Ben de bir an için yerimi şaşırdım.
Şaşırın kardeşim. Hangi akılla verildiği belli olmayan bu hukuksuzluklara, itirazın ölçüsünü doğru yerden kurun ve tepki verin.
Mesela; alışmayın, şaşırın
