PROF. DR. MUSTAFA ALTINTAŞ  ÜNİVERSİTEDEN BAKIŞ
Köşe Yazarı
PROF. DR. MUSTAFA ALTINTAŞ ÜNİVERSİTEDEN BAKIŞ
 

LAİK VE DEMOKRATİK CUMHURİYETİN YARGIÇ VE SAVCILARINA ÇAĞRI: “SİYASETÇİYE CÜBBENİZİ GİYDİRMEYİN, CÜBBENİZLE SİYASETİN TUTSAĞI OLMAYIN (3)

Yargı organları (ilk derece yargıçlığı/mahkemesi, istinaf mahkemeleri ve Yüksek Yargı Organları); yurttaş ile yurttaş arasında ve yasama, yürütme ve yargı erkleri ile yurttaşlar arasındaki sorunların/davaların giderilmesi ile görevlidirler. Bu işlevlerini, daha önce işaret ettiğimiz “Yargıtay Yargı Etiği İlkeleri” ve “Bangalor Yargı Etiği İlkeleri” uyarınca yerine getirmeliler. Görevlerini, bu yargı etiği ilkelerini gözetmeyen savcı ve yargıçları denetlemek ya da disiplin kurallarına konu kılacak organ olarak “Hakimler ve Savcılar Kurulu (HSK)” bulunmaktadır. HSK si ise, üye belirlemesinin siyasal iktidarın tekelinde olması nedeni ile, özellikle siyasal davalarda, yargı etiği kurallarını anımsamama durumuna düşmektedir. Günümüzde yargı erkinin kullanımına baktığımızda, ilk dereceden başlayarak tüm yargıçlık ve mahkemelerin, hatta HSK’nın yasadaki işlevlerini gereğince yerine getirmediklerini ve adına yargı erkini kullananlardan yurttaşların güven sarsıntısı içinde olduklarına tanıklık etmekteyiz. Bu nedenle, yazılı hukuka uygun, etik değerlerine bağlı bir karar çıktığında umutdar olmaktayız. AYM Başkanı,20-21 Ekim’de D.Bakır’daki toplantıda Yargıtay 1.Başkanının AYM Kararlarının herkesi bağlar olduğuna ilişkin Anayasa kurallarına işaret etmesine, AYM Başkanı, büyük bir rahatlama ile teşekkür etme gereğini duymaktadır. Türkiye’nin yaşadığı siyasal, ekonomik, sosyal ve kültürel tün sorunlarının temelinde, laik ve demokratik Cumhuriyet ile sosyal hukuk devleti ilkeleri üzerinde tepinip durmamız bulunmaktadır. Anayasa Mahkemesi Başkanı Kadir Özkaya’nın, yurttaşlara değil, yasama, yürütme ve yargı erkini, ulun adına kullananların kulaklarına küpe olması amaçlı şu haykırışına/çığlığına kulak verilmesi gerekmektedir: “Toplumun refahı, güvenliği ve iç barışı ancak adaletle mümkündür. Adaletli düzen, bireyler arasındaki güveni pekiştirir, toplumsal bağları kuvvetlendirir, devletin meşruiyetini sağlam temellere oturtur. Adaletin zedelendiği yerde toplumsal barışın, güvenin ve refahın da yara alacağı açıktır! HER İDDİANAMEMİZ YALNIZCA BİR SUÇ İSNADI DEĞİL, AYNI ZAMANDA ADALET YOLUNDA YAKILAN BİR IŞIK OLMALIDIR”. AYM Başkanının çığlığı ortada iken, İstanbul Başsavcılığı, İmamoğlu için “casusluk suçlamasında”bulundu. Yalnız bu kez iddianamesine Merdan Yanardağ ile Necati Özkan’ı da İmamoğlu yalnız kalmasın diye olacak, ekledi. İstanbul 13.ACM, AYM’nin, bir başka Asliye Hukuk Mahkemesi, yeniden yeniden seçilen CHP İstanbul İl Başkanının görev yapmasına izin vermiyor. Bunlar olurken, birden egemenliğin kime ait olduğunu düşünür olmaya başladık. Toplumumuzun bir bölümü ise,1919’da yayımlanan Amasya Bildirgesi ile açıklanan, sonraları 1921 ve 1924 Teşkilat-ı Esasiye Yasası ile kurallaştırılan ve kurumlaştırılan “egemenlik bağsız koşulsuz ulusundur”ilkesini, Cumhuriyetin 102nci yılında, ret ederek, egemenliği Tanrısına dayandırmaktadır. Ve bunlar örgütlü kümeleşmeler olarak görünür ve karar organlarını etkiler bir güce kavuşmuşlardır. Bilmemizde yarar olabilecek ve gittikçe popüler olan “Lawfare* diye bir kavram var. Kavram, “hukukun, siyasal rakipleri saf dışı bırakmanın aracına dönüştürmek” anlamına gelmektedir. Kavramın dünyaca bilinir olması, Brezilya’da Lula Da Silva Davası ile olmuştur. Kavram; gerçekte siyaset ve partizan çekişmelerde, sandıkta yenemediğin bir rakibi, mahkeme salonlarında suçlayarak devre dışı bırakmak anlamına gelmektedir. Son yıllarda ülkemizde yolsuzluk terör ve casusluk suçlamalarına yönelik stratejiyi, lawfare olarak değerlendirmek olasıdır. Hukukun, yargılama gücünü elinde bulunduranlarca silah olarak kullanılması ya da araçsallaştırılmasıdır. Siyasal yarışma artık, çoğu ülkelerde, seçim sandığı ne derse desin, yargı kararları, bırakınız kararı, iddianameler üzerinden yürütülmektedir. Çağcıl savaşımlarda tankların yerini mahkemelerin, silahların yerini yasaların/iddianamelerin aldığını anlatmak için kullanmaktadır. Bu dönüşümün en belirgin örneği Brezilya’da yaşandı.2014’te başlayan “Lava Jato” operasyonu, yolsuzlukla mücadele iddiasıyla açılmıştı ama kısa sürede bir yargısal mühendislik ve siyasi tasfiye aracına dönüştü. Bugünkü Başkan Lula da Silva, hakkındaki davalar nedeniyle hapse atıldı ve 2018 seçimlerine katılamadı ama anketlerde açık ara öndeydi. Lula 1.5 yıl hapiste kaldı. 2019’da hapisten çıkabildi, sonra 2021’de sonunda Yüksek Mahkeme davayı düşürdü ve bir sonraki seçimde aday olabildi, ancak amaç zaten gerçekleşmişti,2018’de seçimlerden halkın tercih ettiği aday dışlanmıştı. Onun yerine dönemin Trump yönetiminin desteklediği Bolsonaro seçimi kazandı. Nitekim bu davaya ABD devletinin de sonradan arkadan ne denli müdahil olduğu ortaya çıktı. Böylece “lawfare” demokrasiyi(seçimi) askıya almadan, siyaseti yeniden şekillendirmenin adı oldu. Bu örnek modern demokrasilerde hukukun nasıl bir “silahsız darbe” aracına dönüşebileceğini gösterdi. Hiçbir tank sokağa çıkmadı, hiçbir anayasa askıya alınmadı ama sistem “yargı bağımsızlığı ve yansızlığı” söylemi altında siyasal alanı yeniden çizdi. Bu süreçte mahkemeler, savcılıklar ve medya iç içe geçti. Yargı, hukuki bir mekanizma olmaktan çıkartılarak, meşruiyetin yeniden dağıtıldığı bir siyasal alana dönüştü. Her şey “hukuka uygun” görünüyordu ama, yasallığın kendisi bir araçtı. Carl Schmitt’in “egemen, kuraldışı karar verendir” sözü burada yeniden anlam kazandı. Çünkü “lawfare” tam da bu. Olağan hukuk dilini kullanarak olağanüstü siyasal kararlar almak. Adalet görüntüsü altında iktidarın kendi varlığını sürdürme biçimi yani. “Lawfare”in bugünkü anlamı hukukun biçimsel tarafsızlığının ardında yürüyen sistematik bir iktidar stratejisini anlatıyor. Bu yargının tümüyle siyasallaşması ve olağanüstü siyasetin, olağan hukuk kılıfında yeniden üretilmesi. Demokratik kurumlar (parlamento, yargı, yürütme,) yerinde kalıyor, seçimler yapılıyor, ancak siyasal alanın sınırlarını artık hukuk belirliyor. Ne adaletsizliğin fark edilmesi kolay, ne de buna karşı koymak basit. Çünkü her şey “yasalar çerçevesinde” gerçekleşiyor gibi sunuluyor. Ama yasaların ruhu başka bir amaca hizmet ediyor, iktidarın kendi sürekliliğini sağlamak. Brezilya deneyimi bu yüzden çağımız için bir uyarı niteliğindeydi. Sandık işlemeye devam eder ama seçeneğin sınırını artık halk yerine mahkemeler belirler. “Lawfare” tam da bu sessiz dönüşümün adı. Hukuk biçiminde işleyen bir siyasetsizleştirme süreci. Otoriterliği hukuk kılıfıyla normal bir şeymiş gibi yaşatma hali. Yazımızın başında AYM Başkanı’ndan bir alıntı yapmıştım. Yazımı sonlandırırken bunu yinelemek isterim: “Toplumun refahı, güvenliği ve iç barışı ancak adaletle mümkündür. Adaletli düzen, bireyler arasındaki güveni pekiştirir, toplumsal bağları kuvvetlendirir, devletin meşruiyetini sağlam temellere oturtur. Adaletin zedelendiği yerde toplumsal barışın, güvenin ve refahın da yara alacağı açıktır! HER İDDİANAMEMİZ YALNIZCA BİR SUÇ İSNADI DEĞİL, AYNI ZAMANDA ADALET YOLUNDA YAKILAN BİR IŞIK OLMALIDIR”.
Ekleme Tarihi: 18 Kasım 2025 -Salı

LAİK VE DEMOKRATİK CUMHURİYETİN YARGIÇ VE SAVCILARINA ÇAĞRI: “SİYASETÇİYE CÜBBENİZİ GİYDİRMEYİN, CÜBBENİZLE SİYASETİN TUTSAĞI OLMAYIN (3)

Yargı organları (ilk derece yargıçlığı/mahkemesi, istinaf mahkemeleri ve Yüksek Yargı Organları); yurttaş ile yurttaş arasında ve yasama, yürütme ve yargı erkleri ile yurttaşlar arasındaki sorunların/davaların giderilmesi ile görevlidirler. Bu işlevlerini, daha önce işaret ettiğimiz “Yargıtay Yargı Etiği İlkeleri” ve “Bangalor Yargı Etiği İlkeleri” uyarınca yerine getirmeliler. Görevlerini, bu yargı etiği ilkelerini gözetmeyen savcı ve yargıçları denetlemek ya da disiplin kurallarına konu kılacak organ olarak “Hakimler ve Savcılar Kurulu (HSK)” bulunmaktadır. HSK si ise, üye belirlemesinin siyasal iktidarın tekelinde olması nedeni ile, özellikle siyasal davalarda, yargı etiği kurallarını anımsamama durumuna düşmektedir.

Günümüzde yargı erkinin kullanımına baktığımızda, ilk dereceden başlayarak tüm yargıçlık ve mahkemelerin, hatta HSK’nın yasadaki işlevlerini gereğince yerine getirmediklerini ve adına yargı erkini kullananlardan yurttaşların güven sarsıntısı içinde olduklarına tanıklık etmekteyiz. Bu nedenle, yazılı hukuka uygun, etik değerlerine bağlı bir karar çıktığında umutdar olmaktayız. AYM Başkanı,20-21 Ekim’de D.Bakır’daki toplantıda Yargıtay 1.Başkanının AYM Kararlarının herkesi bağlar olduğuna ilişkin Anayasa kurallarına işaret etmesine, AYM Başkanı, büyük bir rahatlama ile teşekkür etme gereğini duymaktadır.

Türkiye’nin yaşadığı siyasal, ekonomik, sosyal ve kültürel tün sorunlarının temelinde, laik ve demokratik Cumhuriyet ile sosyal hukuk devleti ilkeleri üzerinde tepinip durmamız bulunmaktadır. Anayasa Mahkemesi Başkanı Kadir Özkaya’nın, yurttaşlara değil, yasama, yürütme ve yargı erkini, ulun adına kullananların kulaklarına küpe olması amaçlı şu haykırışına/çığlığına kulak verilmesi gerekmektedir: “Toplumun refahı, güvenliği ve iç barışı ancak adaletle mümkündür. Adaletli düzen, bireyler arasındaki güveni pekiştirir, toplumsal bağları kuvvetlendirir, devletin meşruiyetini sağlam temellere oturtur. Adaletin zedelendiği yerde toplumsal barışın, güvenin ve refahın da yara alacağı açıktır! HER İDDİANAMEMİZ YALNIZCA BİR SUÇ İSNADI DEĞİL, AYNI ZAMANDA ADALET YOLUNDA YAKILAN BİR IŞIK OLMALIDIR”.

AYM Başkanının çığlığı ortada iken, İstanbul Başsavcılığı, İmamoğlu için “casusluk suçlamasında”bulundu. Yalnız bu kez iddianamesine Merdan Yanardağ ile Necati Özkan’ı da İmamoğlu yalnız kalmasın diye olacak, ekledi. İstanbul 13.ACM, AYM’nin, bir başka Asliye Hukuk Mahkemesi, yeniden yeniden seçilen CHP İstanbul İl Başkanının görev yapmasına izin vermiyor. Bunlar olurken, birden egemenliğin kime ait olduğunu düşünür olmaya başladık. Toplumumuzun bir bölümü ise,1919’da yayımlanan Amasya Bildirgesi ile açıklanan, sonraları 1921 ve 1924 Teşkilat-ı Esasiye Yasası ile kurallaştırılan ve kurumlaştırılan “egemenlik bağsız koşulsuz ulusundur”ilkesini, Cumhuriyetin 102nci yılında, ret ederek, egemenliği Tanrısına dayandırmaktadır. Ve bunlar örgütlü kümeleşmeler olarak görünür ve karar organlarını etkiler bir güce kavuşmuşlardır.

Bilmemizde yarar olabilecek ve gittikçe popüler olan “Lawfare* diye bir kavram var. Kavram, “hukukun, siyasal rakipleri saf dışı bırakmanın aracına dönüştürmek” anlamına gelmektedir. Kavramın dünyaca bilinir olması, Brezilya’da Lula Da Silva Davası ile olmuştur.

Kavram; gerçekte siyaset ve partizan çekişmelerde, sandıkta yenemediğin bir rakibi, mahkeme salonlarında suçlayarak devre dışı bırakmak anlamına gelmektedir. Son yıllarda ülkemizde yolsuzluk terör ve casusluk suçlamalarına yönelik stratejiyi, lawfare olarak değerlendirmek olasıdır. Hukukun, yargılama gücünü elinde bulunduranlarca silah olarak kullanılması ya da araçsallaştırılmasıdır.

Siyasal yarışma artık, çoğu ülkelerde, seçim sandığı ne derse desin, yargı kararları, bırakınız kararı, iddianameler üzerinden yürütülmektedir. Çağcıl savaşımlarda tankların yerini mahkemelerin, silahların yerini yasaların/iddianamelerin aldığını anlatmak için kullanmaktadır.

Bu dönüşümün en belirgin örneği Brezilya’da yaşandı.2014’te başlayan “Lava Jato” operasyonu, yolsuzlukla mücadele iddiasıyla açılmıştı ama kısa sürede bir yargısal mühendislik ve siyasi tasfiye aracına dönüştü. Bugünkü Başkan Lula da Silva, hakkındaki davalar nedeniyle hapse atıldı ve 2018 seçimlerine katılamadı ama anketlerde açık ara öndeydi. Lula 1.5 yıl hapiste kaldı. 2019’da hapisten çıkabildi, sonra 2021’de sonunda Yüksek Mahkeme davayı düşürdü ve bir sonraki seçimde aday olabildi, ancak amaç zaten gerçekleşmişti,2018’de seçimlerden halkın tercih ettiği aday dışlanmıştı. Onun yerine dönemin Trump yönetiminin desteklediği Bolsonaro seçimi kazandı.
Nitekim bu davaya ABD devletinin de sonradan arkadan ne denli müdahil olduğu ortaya çıktı.
Böylece “lawfare” demokrasiyi(seçimi) askıya almadan, siyaseti yeniden şekillendirmenin adı oldu.

Bu örnek modern demokrasilerde hukukun nasıl bir “silahsız darbe” aracına dönüşebileceğini gösterdi.
Hiçbir tank sokağa çıkmadı, hiçbir anayasa askıya alınmadı ama sistem “yargı bağımsızlığı ve yansızlığı” söylemi altında siyasal alanı yeniden çizdi.

Bu süreçte mahkemeler, savcılıklar ve medya iç içe geçti. Yargı, hukuki bir mekanizma olmaktan çıkartılarak, meşruiyetin yeniden dağıtıldığı bir siyasal alana dönüştü. Her şey “hukuka uygun” görünüyordu ama, yasallığın kendisi bir araçtı. Carl Schmitt’in “egemen, kuraldışı karar verendir” sözü burada yeniden anlam kazandı. Çünkü “lawfare” tam da bu. Olağan hukuk dilini kullanarak olağanüstü siyasal kararlar almak. Adalet görüntüsü altında iktidarın kendi varlığını sürdürme biçimi yani.

“Lawfare”in bugünkü anlamı hukukun biçimsel tarafsızlığının ardında yürüyen sistematik bir iktidar stratejisini anlatıyor. Bu yargının tümüyle siyasallaşması ve olağanüstü siyasetin, olağan hukuk kılıfında yeniden üretilmesi. Demokratik kurumlar (parlamento, yargı, yürütme,) yerinde kalıyor, seçimler yapılıyor, ancak siyasal alanın sınırlarını artık hukuk belirliyor.

Ne adaletsizliğin fark edilmesi kolay, ne de buna karşı koymak basit. Çünkü her şey “yasalar çerçevesinde” gerçekleşiyor gibi sunuluyor. Ama yasaların ruhu başka bir amaca hizmet ediyor, iktidarın kendi sürekliliğini sağlamak.

Brezilya deneyimi bu yüzden çağımız için bir uyarı niteliğindeydi. Sandık işlemeye devam eder ama seçeneğin sınırını artık halk yerine mahkemeler belirler. “Lawfare” tam da bu sessiz dönüşümün adı.

Hukuk biçiminde işleyen bir siyasetsizleştirme süreci. Otoriterliği hukuk kılıfıyla normal bir şeymiş gibi yaşatma hali.

Yazımızın başında AYM Başkanı’ndan bir alıntı yapmıştım. Yazımı sonlandırırken bunu yinelemek isterim: “Toplumun refahı, güvenliği ve iç barışı ancak adaletle mümkündür. Adaletli düzen, bireyler arasındaki güveni pekiştirir, toplumsal bağları kuvvetlendirir, devletin meşruiyetini sağlam temellere oturtur. Adaletin zedelendiği yerde toplumsal barışın, güvenin ve refahın da yara alacağı açıktır! HER İDDİANAMEMİZ YALNIZCA BİR SUÇ İSNADI DEĞİL, AYNI ZAMANDA ADALET YOLUNDA YAKILAN BİR IŞIK OLMALIDIR”.

Yazıya ifade bırak !
Okuyucu Yorumları (0)

Yorumunuz başarıyla alındı, inceleme ardından en kısa sürede yayına alınacaktır.

Yorum yazarak Topluluk Kuralları’nı kabul etmiş bulunuyor ve ulusgazetesi.com sitesine yaptığınız yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan tüm yorumlardan site yönetimi hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Sitemizden en iyi şekilde faydalanabilmeniz için çerezler kullanılmaktadır, sitemizi kullanarak çerezleri kabul etmiş saylırsınız.