22 Temmuz 2025 günlü yazımda, zamanın TBB Başkanı Prof. Dr. Metin Feyzioğlu (MF) ”Gezi Parkı Olayına” ilişkin yaklaşımını ve değerlendirmesini özetlemiş,11 Mayıs 2014’deki Danıştay’ın Kuruluş Yıldönümü Töreninde, zamanın Başbakanı, günümüzün Cumhurbaşkanı RTE arasındaki “edepsizlikli” tartışmadan söz etmiştim. Ve “Gezi Parkı Olayını” söylemli ve eylemli desteklenmesi, Hükümetin uygulamalarını yermesine karşın, hakkında tek bir işlem yapılmadı.
Gezi Parkı Olayına sahiplenmesi ve hemen sonrasındaki “edepsizlik tartışması” ile RTE’na kafa tutan MF, birden dağınıklık ve edilgenlik gösteren muhalefetin umudu oldu. CHP Parti Meclisi’ne seçildi, CHP Genel Başkanlığına adaylığı ve muhalefetin Cumhurbaşkanı adayı olarak dillendirildi. Ve MF,2019’da CHP’den istifa etti. Sonrasında ise, MF birden değişti ve bunu da “iyi ki değiştim” diye de sahiplendi.TBB Başkanlığını yitirdikten sonra ise,2022’de RTE tarafından önce Lefkoşa,2024’de ise CEKYA’ya büyükelçi olarak atandı. Başkaldırandan Başeğene dönüşmesinin ip uçlarını, 01 Eylül 2021 Günkü 2021-2022 Adli Yıl Açılış konuşmasında görmekteyiz.
2014’deki konuşması,z amanın Başbakanı RTE tarafından “edepszilikle” suçlanan ve sözü kesilen MF, 7 yıl sonra,bu kez Cumhurbaşkanı RTE’nı selamlayarak, 2021 yılını şöyle övgülemektedir: “…Ülkece zor bir yıl geçirdik. Doğal afetlerle, pandemiyle ve bunların arttırdığı ekonomik sıkıntılarla boğuştuk. ülkemiz ve bölgemiz üzerinde yüz yıllardır senaryolar yazıp oynayan güçlerin sinsi planlarıyla mücadele etmeye devam ettik. Yılmadık. Dimdik durduk. Milletçe birbirimize kenetlendik. Devletimizin ve Milletimizin her bir ferdinin başarılarıyla gurur duyduk. Devletimize, birliğimize, dirliğimize, demokrasimize sahip çıktık. Bugün gururla söylüyorum; kardeş Azerbaycan’la “tek Millet iki devlet” sözü dünyaya ispatlanmıştır. Azerbaycan’ın işgal altındaki toprakları kurtarılmıştır. Türk Milleti’nin Doğu Akdeniz ve Kıbrıs’taki hakları korunmuştur. TÜRKİYE, dünyadaki mazlum milletlerin ümidi ve yol göstericisi olmayı sürdürmüştür. Bütün bunlar olurken; insan haklarını, demokrasiyi ve hukuk devletini geliştirmek ve güçlendirmek adına çok somut ve önemli adımlar atılmaya devam edilmişti”.
Ve sözlerine şöyle nokta koyuyor: Sıkılı yumruklarla el sıkışılmaz, kavga edilir. Hizmet etmekle yükümlü olduğumuz vatandaşlarımız ve meslektaşlarımız bizlerden kavga değil sorunlarına çözüm bekliyor. Sorun varsa çözüm bulunur. Yeter ki isteyelim ve konuşalım. Yeter ki milli birliğimizi koruyalım. Milli davalarımızda bir olalım. Milli meseleleri günlük işlerden ayırmasını bilelim. Yeter ki, milli birliğimizi korumanın vazgeçilmez şartının Milletimizin her ferdini adalet paydasında kucaklaştırmak olduğunu hep hatırlayalım”. Ve MF’nun baht’ı birden açılıyor ve T.C.Devletini temsil görevi ile ödüllendiriliyor.
Gezi Parkı Olayının üzerinden 12 yıl geçtikten sonra, gelelim “Ayşe Barım Olayına”. Gezi Süreci için hazırlanan onca soruşturma ve iddianamelerde adı bile geçmemesine karşın,12 yıl sonra,28 Ocak 2025’de“cebir ve şiddet kullanarak T.C Hükümetini ortadan kaldırmaya veya görevlerini yapmasını kısmen ve tamamen engellemeye teşebbüse yardım etme. sanatçıları eylemlere yönlendirdiği, medya üzerinden kamuoyunu etkilediği ve protestoların organizasyonuna destek verdiği” gerekçesi ile tutuklanmasını anlayamadığını dile getirerek “Gezi Parkı döneminde yalnızca bir kez oraya gittim. İddianamede yer alan tek fotoğraf da o güne ait” demektedir.
28 Ocak 2025’de “Gezi Parkı odaklı olayların planlayıcılarından olduğu savı ile, T.C. Hükümetini ortadan kaldırma/darbe girişimine yardım suçundan tutuklandı ve 30 yıla kadar hapis cezası istenmekte. AHİM ise, ortada makul bir şüphe olmadığına, TCni ortadan kaldırma suçlaması için bahane edilen eylemlerin bir insan hakları savunucusunun normal eylemleri olduğu saptamasında bulunmuştu.
Tek başına T.C. Hükümetini ortadan kaldırmaya yardım suçundan tutuklanan Barım Olayı, içinde yer aldığım 36 sanıklı bir yargılamayı anımsattı bana. 12 Eylül 1980 Askeri-Faşist Darbesi sırasında, Ankara İTİA- Muğla İşletmecilik Yüksek Okulu Müdürü idim. Benden önce tutuklanan 35 kişiye yüklenmek istenen suç, Türk Ceza Yasası’nın 141-142 nci maddeleri idi,5 yıldan 10 yıla kadar ağır hapis cezası ile başlayıp, ölüm cezasına kadar uzanıyordu.
Askere gitme hazırlığında olan bir öğretmen, 12 Eylül 1980 Darbesi soruşturma ve kovuşturmalarda kitap ve dergilerinin de suç aracı kılınmasından ürküntüye kapılan anne ve babasının baskısı üzerine, kitap ve dergilerini yakarak yok etmeye de kıyamadığından paketler, bir taksici ile anlaşarak, Datça’daki bir öğretmene bırakmak yolunu seçer. Datça’daki öğretmen, eşinin karşı çıkmasına karşın kitap ve dergileri kabul eder. Bir paketi bagajda unuturlar ve Datça’da gecelerler. Sabahleyin Muğla-Bayır’a dönmek için yola çıkarlar. Çetibeli’nde normal bir Jandarma denetimi için, bagajı açtıklarında unuttukları paket ile karşılaşırlar. Sorguya çekilirler, örgüt olarak suçlanırlar ve tanıdıklarının adlarını verirler. Başçavuş bunlardan bir örgüt şablonu oluşturur ve sorgulanıp,t utuklanırlar. Ben ise o zamanlar, aynı zamanda TÖB-DER Muğla Şubesi Başkanı ve Halkevleri Genel Yönetim Kurulu Üyesiyim.24 Mart 1981’de bir resmi törenden sonra Yüksekokul’a döndüm. Az sonra iki polis gelerek beni, bir soruşturma için Emniyet Müdürlüğü’ne davet ettiler. (O sırada günümüzde olduğu gibi şüphelilerin sabaha karşı baskınla gözaltına alınması, boyunlarına bastırılarak arabaya tıkılmaları benzeri uygulamalar yoktu). Makam aracımla Emniyet Müdürlüğü’ne gittim. Orada atılı suç bana okundu ve ifademi yazmamı istediler. İstanbul’dan görevlendirilmiş Savcının Adliyeye gelmesinden sonra, yine makam aracımla Adliye’ye gittim. Savcı, beni huzuruna almadan, tutuklanmamı istedi. Yargıç-Muğla o zamanlar 25.000 nüfuslu bir ildi- tanış olduğum biri idi.“Mustafa Hoca, çoluk çocuğum var, seni tutuklayacağım. Hemen bir üst mahkemeye başvur” aklını da vererek, tutuklama kararını verdi. Adliye’yi terk etti. Benden daha çok, bana eşlik eden polisler şaştı. Ben Savcıya, tutuklanmamın bir gün sonraya ertelenmesini, çalışanların maaş ve ücret bordrolarını imzalamam gerektiğini ilettim. Ret etti ve beni Adliyeye bitişik olan Ceza ve Tutukevine teslim ettiler. Yakalanan örgütün son elemanı da ben oldum. Örgüt Başkanımız, Meslek Lisesi öğrencisi ve çağrılmamız O’nun adı ile olmakta. İddianame geldi.36 kişi birlikte okuduk. Ben, iddianameyi tamamladıktan sonra,”iddianame yazmayı bile becerememişler” diyerek, kâğıt tomarını havaya attım. Bir ay sonra ilk duruşmaya çıktık. Avukatlarım, “Ağır Ceza Mahkemesi Başkanı ile görüştük. Savunmanı uzatma, senin tutukluluğunu kaldıracaklar” dediklerinde,”hayır, bu haksız ve hukuksuz yargılamaya karşı çıkmaksızın, Savcıyı mahkûm etmeksizin buradan ayrılmam, sözümü kesmek isterseniz, sizleri vekillikten uzaklaştırırım” tehdidinde de bulundum ve Başkana dönerek; ”Sayın Başkan, beni kahreden, sanıklar sırasında 36.ncı sırada olmam ve bir lise öğrencisinin adı ile çağrılıyor olmamız. Yanı sıra bizler, T.C. Devletinin varlığını yok etmek, kurulu düzeni yıkmak suçu ile suçlanıyoruz. Ve kendi parası ile satın aldığı kitap ve dergilerinden korkarak, bunu gizlemeyi bile beceremeyen bu insanları, geçmişi ve gücü ile övündüğümüz T.C. Devletini yıkmakla suçluyorsunuz. Ben bunu ve bu suçu uyduranlara karşı da T.C. Devletinin bu denli güçsüz, üflesen yıkılacak bir devlet olarak tanımlanmasını da kabul etmiyorum” dedim ve tutuksuz yargılanmak üzere serbest bırakıldım. Ve sonrasında da aklandım. Yaşadığım bu olayın üzerinden 44 yıl geçti. Günümüze bakıp, o günleri Barımlar için arar olmaktan kahroluyorum ve utanıyorum.
Hele hele, bir TBB eski başkanlarından MF’nun, 2013’de,haklı olarak, “korku devletinin polis devletine dönüştürmekle mahkûm ettiği TÜRKİYE’yi, “…dünyadaki mazlum milletlerin ümidi ve yol göstericisi olmayı sürdürmüşlükle.; insan haklarını, demokrasiyi ve hukuk devletini geliştirmek ve güçlendirmek adına çok somut ve önemli adımlar atılmayı sürdürmekle kutsamasını” anlamakta zorlanıyorum. Ve değer mi bir büyükelçiliğe diyorum. Kamuoyunu bu denli aldatma becerisi nasıl ve ne karşılığında yapılabiliyor?
Barım’ın avukatları, müvekkillerinin cezaevinde hayati tehlike taşıyan sağlık sorunları yaşadığını belirterek defalarca tahliye talebinde bulundu. Ancak şimdiye kadar bu başvurular kabul edilmedi Avukatları, sağlık raporunun açık tehlikeyi ortaya koyduğunu belirterek Adli Tıp Kurumu raporu beklenmeden tahliye kararı verilmesini istedi. Aksi durumda yaşanabilecek olumsuzluklardan cezaevi yönetimi ve mahkemenin sorumlu olacağını iddia ettiler.
7 Temmuz 2025 Günü ilk kez yargıç huzuruna çıkan Barım şunları söyledi: “Benimle ilgili tüm iddialar asılsızdır. Sosyal medya üzerinden yaratılan algı çalışmasının ardından hakkımda iddianame düzenlenmiş oldu. 23 yıldır menajerlik yapıyorum. Ocak ayında sosyal medyada hakkımda bir karalama kampanyası başlatıldı. Bu iddialar ilk olarak genç bir oyuncum üzerinden, gayri ahlaki şekilde para kazandığım yönünde ortaya atıldı. Ardından hakkımda tekelci olduğum gibi asılsız ithamlar yapıldı. İftiraların ardı arkası kesilmedi; Gezi Parkı eylemleri üzerinden oyuncularımı yönlendirdiğim gibi suçlamalar üretildi. Ben hukuki haklarımı ararken bir sabah evime polisler geldi, evim ve iş yerim arandı. 3 gün gözaltında tutulduktan sonra sabaha karşı mahkemeye çıkarılıp tutuklandım. Gezi Parkı’na ilişkin bugüne kadar birçok soruşturma ve iddianame hazırlandı, hiçbirinde adım dahi geçmiyor. Bana nasıl bu kadar ağır bir iftira atılabilir, anlamıyorum. İddianamede adı geçen oyuncular, 2025 yılında benimle çalışan oyunculardır. Ancak Gezi Parkı olayları 2013 yılında yaşandı. İddianamede adı geçen hiçbir oyuncuyla o dönemde Gezi Parkı eylemleriyle bağlantılı bir ilişkim yoktur. Gezi Parkı döneminde yalnızca bir kez oraya gittim. İddianamede yer alan tek fotoğraf da o güne ait. O gün, bana bağlı çalışan oyunculardan 12 kişi, kendi istekleriyle Gezi Parkı’na gitmeye karar vermişti. Zaten bunu sosyal medyada kendileri duyurdular. Oyuncular setten çıkıp Gezi Parkı’na gidince, ben de setten veya oyunculardan birinin beni araması üzerine, onların yanında olmak için oraya gittim. Söz konusu fotoğraf da o gün çekilmiş bir kare. Üstelik o gün Gezi Parkı’nda çok sayıda ünlü oyuncu vardı ve o oyuncular o dönem benimle çalışmıyordu.”. Barım’ın tutukluluğunun sürmesine karar veren mahkeme, ikinci oturumu 01 Ekim 2025’e erteledi. Mahkeme Heyetine sormak gerek “neden Ağustos, neden Eylül değil de Ekim?” Adalet İşlerine bakanın “yargımız bağımsız ve yansız” demesi gerçek değil mi? MF büyükelçilikle ödüllendirilir iken, Ayşe Barım’a düşman hukuku mu uygulanıyor, neden? Bu ikilik, yasa önünde eşitlik kuralına ne denli uygunluk taşımaktadır?
