Son yıllarda Adalet Bakanlığı İşlerine Bakanlar, sıkça, “Türk Ulusu Adına” karar verme konumunda olan yargının “yansızlığı ve bağımsızlığı” üzerine,”adil yargılama hakkının kullanılması” konusundan toplumdaki güvensizliği gidermek için, yemin üzerine yemin etmekteler. Bakışlarınızı “yargı erkinin adına kullanılması gereken ulusa çevirdiğinizde, bu yeminlere inanma oranının giderek dramatik olarak düştüğüne tanıklık etmekteyiz. Bu çabaların toplumsal güveni sağlayamadığına ilişkin iki örnek vaka üzerinde duracağım.
2013, ülkemizi derinden sarsan ve günümüze kadar sarkan olaylarla, skandallarla dolu bir yıl. Bunlardan öne çıkanları; “Çözüm Süreci”, ”Gezi Parkı Odaklı Gelişmeler”, ”Demokratikleşme Paketi” ve “17-25 Aralık Yolsuzluk ve Rüşvet Operasyonu“olarak sıralayabiliriz. Bunlardan, ”Gezi Parkı Odaklı Gelişmelerde” öne çıkan, Prof. Dr: Metin Feyzioğlu (MF) büyükelçi olarak ödüllendirilirken, ötekisi sağlık sorunlarına karşın cezaevinde tutulan Ayşe Barım (AB) üzerinde duracağım.
27 Mayıs 2013’de başlayan ve Bayburt dışında tüm illerimizdeki halkın katılımına neden olan “Gezi Parkı Olayı”, zamanın Türkiye Barolar Birliği Başkanı Prof. Dr. Metin Feyzioğlu (MF) tarafından, “Özgürlük Hareketi” olarak kutsanmış, söylemli ve eylemli olarak desteklenmiş, sergilenen polis şiddeti ve insanların mahkemelerde suçsuzluğunu kanıtlamak yükümlülüğü ile karşı karşıya bırakılmalarını kınamış ve “asıl olan özgürlüktür ve özgürlük sonunda daima kazanır” diye haykırmıştır.
Bununla da yetinmeyen MF;06/06/2013’de Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’e “Gezi Parkı Protestolarıyla İlgili Bilgi Notu” vererek; “olayların yöneticilerce yanlış algılandığımdan”, ”polis şiddetinden”, ”yakalanan göstericilere uygulanan polis şiddetinden”, ”polislerin sorumsuzca gaz bombası kullanmalarından”, ”emniyet görevlilerinin rütbe ve sicil numaralarının gizlenmesinden”, ”sivil giysili kişilerin, ellerinde sopalarla, üniformalı polislerin arasında sokaklarda dolaşarak, halka karşı şiddet uygulamalarından”, ”yaygın gözaltı uygulamalarından”, ”twitter kullanıcılarının gözaltına alınmasından”, ”siyasi iktidarın halkın bir kesimini göstericilere karşı kışkırtmasından” yakınmaktadır.
MF;17/06/2013’de, Avrupa Konseyi Genel Sekreterliği’ne başvurarak, ”27 Mayıs 2013’den sonra, protestoculara karşı uygulamalar nedeniyle Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin işkence yasağını düzenleyen 3.üncü maddesi; özgürlük ve güvenlik hakkını düzenleyen 5.inci maddesi; ifade özgürlüğünü düzenleyen 10.uncu maddesi ve toplantı özgürlüğünü düzenleyen 11.inci maddelerinin çiğnenmesi nedeniyle, uygulamalar konusunda T.C.den açıklama isteminde bulunulması ve buna göre işlem yapılmasını” istemiştir.
Gelelim, Gezi Sürecinin sıcak günlerine ve zamanın Türkiye Barolar Birliği (TBB)Başkanı olan MF’na. Kaynağım, TBB’nin 237 Sayılı, Aralık 2013 Tarihli “Türkiye Ağaca Neden Sarıldı” Yayını.
MF, “Sunuş”ta Gezi Parkı Olaylarını;
- “Kısa sürede küresel bir kimlik kazanan; sanatı, zekası, espri anlayışı, dayanışma gücü ve barışçıl ruhu ile tarihe iz bırakacak yeniliklere imza atan eylemleri bir özgürlük hareketi” olarak kutsamakta.
- Gezi Eylemini, bir hukuk devrimi olan ve yıkılıp yerine yenisinin inşa edilmesi planlanan Cumhuriyetin kazandırmış olduğu “yurttaşlık hakkı”nın” kendi evrimini gerçekleştirdiği, ”özgür birey olma kararlılığını” sergilediği bir “halk hareketi” olarak ortaya çıkan ve bütün dünyanın ilgi ile izlediği, mükemmel bir örneği olarak tanımlamakta.
- Siyasal iktidarı,”1 Mayıs’ta alanlara inmeye çalışan emekçileri, parasız eğitim için eylem yapan öğrencileri, deresine, ormanına sahip çıkan köylüleri polis şiddeti kullanarak dağıtan ve benzeri protestoların lokal kalmasını sağlayan siyasal iktidar, Gezi Eylemlerinde çok daha etkili bir dayanışma örneği ile karşı karşıya kaldı. Bu durumda halkın meşru taleplerine cevap vermek yerine, daha fazla şiddete yönelen siyasal erk, korku devletinden polis devletine doğru giden tehlikeli yolda demokrasiye zarar veren adımlar attı, söylemler geliştirdi. Öyle ki temel görevi halkın güvenliğini sağlamak olan emniyet güçleri, halkla karşı karşıya getirmekle” suçlamakta.
- AKP İktidarının, ”korku devletini”, ”polis devletine” dönüştürerek yalnızca toplumun dinamiğini oluşturan kurum ve kişiler değil, sokaktaki herkes, evindeki ker vatandaş potansiyel bir iktidar muhalifi olarak görülür. Kendi otoritesini korumak güdüsüyle, yurttaşları birbirine karşı ötekileştiren, hatta birbirinin hedefi haline getiren yönetimlerde, polis halkın emniyetini sağlamak görevinin önüne, iktidardaki siyasi partiyi koruma görevini koyar. Bu durumda iktidar artık güç zehirlenmesine uğramıştır diyerek; güç zehirlenmesine uğrayan iktidarlar, toplumun sadece önde gelen, kanaat önderliğini yapan avukatlarını, hekimlerini, gazetecilerini, sendika yöneticilerini, akademisyenlerini baskı altına almayı yetersiz gördüğünden artık mahalleleri ve insanların toplu olarak bir araya geldikleri statları, gençlerin yaşam alanı olan üniversiteleri, şehirlerin ortak alanları olan meydanları ve parkları baskı altına almaya kalkışır, demekte.
- Ortaya çıkan bir toplumsal muhalefet olarak, siyasi muhalefetin de önüne geçen Gezi eylemlerini adeta “düşman harekatı”, eylemcileri “düşman” olarak gören, eylemlerde ölenler ve yaralananlar için üzüntüsünü dile getirmekten dahi kaçınan anlayış budur. AKP İktidarına; ”meşru taleplerle ortaya çıkan bu toplumsal muhalefete; demokrasinin, özgürlüklerin, insan haklarının ipine sarılarak cevap vermek yerine, bu tepiye neden olan otoriter davranışını artırarak sürdürmeye, yani daha fazla baskı uygulamaya yönelmiştir. Sırdaş polis projelerinde olduğunu gibi vatandaşları muhbirliğe özendiren girişimlerde bulunmuş, tribünleri, üniversiteleri polis gücüyle baskı altına almış, her barışçıl protestoyu terör eylemi olarak damgalamış; genelde evrensel hukukun, özelde ceza hukukunun en temel prensiplerini çiğneyerek, insanları mahkemelerde suçsuzluğunu ispat etme yükümlülüğüyle karşı karşıya bırakmış. toplu gözaltılarla halkın gözünü korkutmak istemiştir” demektedir.
Zamanın Başbakanı ve günümüzün Cumhurbaşkanı RTE ile, MF’nun karşı karşıya geldiği olaylardan birisi ise,11/05/2014’de Danıştay’ın 146.ncı Kuruluş Günü’ndeki törende olmuştur. Törende TBB Başkanı olarak konuşan MF’na, Başbakan “edepsizlik yapma, yalan söylüyorsun” diye müdahale etmiş, MF ise, ”ben edepsizlik etmiyorum, kimseye de edepsiz demem” diyerek karşılık vermiş, Başbakan RTE, toplantıda bulunan zamanın C.Başkanı Abdullah Gül’ü de alarak, toplantıyı terk etmiştir.
Hemen tüm demokratlar ve insan hakkı savunucularının alkışladığı MF’nun, nasıl başeğene dönüştüğünün ve Ayşe Balım’ın şahsında hüküm giyen ve tutuklu bulunanların öyküsünü üzerinden yargının yansız ve bağımsızlığı ile adil yargılanma hakkını irdeleyeceğim. (Sürecek)
