Adaletin savcı, yargıç ve avukat üçlüsü tarafından imece yöntemi ile sağlanması yerine, alınır-satılır metaya ve de bilisizliğin kurbanına dönüşmesine ilişkin örneklemelerde bulunacağımı,26/08/2025 günlü yazımda belirtmiştim. Bu örneklemelerden ilki, Barış Terkoğlu ve Barış Pehlivan tarafından “Metastaz 2” olarak yayımlanan CENDERE adlı kitap (KırmızıKedi Yayını). Tam bir suç demeti. Daha önceleri işhanlarında tek odalı yazıhanelerde dava dosyası bekleyen savunmanlar, şimdiler kentlerin yeni oluşturulan çok katlı rezidanslarda mesleklerini sürdürüyorlar. Kitabın 137.nci sayfasında Barışlar şunu söylüyorlar: “…Ancak, bu yargı sisteminde hakimlerin ve savcıların dışında avukatlık cüppesinin bile çamura bulaştırılabildiğini göstermek istedik. İsteyen bu kirden payına düşeni sürüyordu. Okuduğunuz, bu çürümenin hikayesiydi. Şule Çit’in çürümenin içindekileri işaret eder gibi 2 Ekim 2017’de attığı tweet ile bitirelim:” kimseyi suçlama, tüm bunlar yaptığın haksızlıkların bedeli ve korkarım dahası var.” Daha bugün (05/09/2025), Saray’a transfer edenlerden Nedim Şener, şimdiler CHP Grup Başan Vekili Ali Mahir Başarır’ı, “paraya hükmeden Ataşehir önceki Belediye Başkanı Battal İlgezdi’nin dosyasını Yargıtay’da halleden avukat olarak suçluyor ve bunun karşılığını da Milletvekili olarak gördüğünü” ileri sürüyor. Sarayın Başdanışmanlarından Saadet Oruç; bir sohbet odasında Mehmet Şerif Güran’a yönelik “…seni ters kelepçe ile aldırtmazsam ben de Saadet değilim ve “o….çocuğu…” diyebiliyor. Ve Adalet Bakanı, neredeyse günde üç kez, hukuk devletinin varlığından, yargının yansız ve bağımsız olduğunu yineleyip duruyor. Başkanı olduğu YSK ise, olanları görmezlikten gelebiliyor.
Savcılar, adli süreçleri yürütürken yasalara uygunluğu, adil yargılanmayı ve suçlananın haklarını korumayı sağlamakla görevlilerdir. Ayrıca mahkemelerde davalara ilişkin süreçleri izler, tanıkları sorgular, kanıtları sunar ve suçlamaları desteklerler. Yargıçlar ise, adaleti sağlamak üzere bağlı bulunduğu topluluğun hukuk kural ve ilkelerine dayanarak bağımsız ve yansız olarak karar verendir. Hukuksal sorunları çözüme ulaştırmakla görevlidir. Yargıçlar, anayasa, yasaları, teamülleri göz önüne alıp gücünü vicdanından alarak hukuksal süreçleri yönetir ve sonlandırır.
Şimdi ise, bir savcıca (TBK) başlatılan ve yalan üzerine temellendirilen ve Ankara 53.AsHM yargıcı (BB) tarafından kabul edilen iddianame üzerine yaşanmışlıkları özetleyeceğim. Anlatımım, seçilmiş bir dava olmayıp, yargıya davacı ve davalıların olarak başvuran insanlarımızın yaşadıklarını da içermektedir.
Hemen her duruşma tutanağı bir “gerçek dışılık“ ile başlamaktadır. Örnek aldığım 29/01/2025 günlü 1.Duruşma Tutanağında; “…iddianamenin kabulü kararı okundu…” denildikten sonra “sanık huzura alındı.” denilmektedir. Yani tarafların yokluğunda iddianamenin kabulü kararının okunduğu yazılabilmektedir. Sanık, iddianamenin gerçeklik taşımayıp uydurma olduğunu belirtmesine karşın yargılama sürdürülüyor ve “sanığın soruşturma evresinde alınan SAVUNMASI okundu”, dosya arasında bulunan tüm tutanak. rapor ve belgeler, ile yokluğunda yapılan işlemler okundu”; sanık savunmalarını ve delillerini içeren yazılı 4 ayrı dilekçe ibraz etti, alındı, okundu…”deniliyor. BUNLARIN TÜMÜ YANLIŞ VE GERÇEK DIŞI. 29/04/2025 günlü ikinci ve karar oturumunda, davacı,5 sayfalık savunma içeren dilekçe sunulur. Okunmadan, Davacı Tarafa Yanıtlama Olanağı Sağlanmadan “OKUNDU, DOSYASINA KONULDU” denilebilmektedir.
Uydurma iddianameye geçmeden önce, savcı ve yargıcın bilisizliğini (cehaletini) ortaya seren bir konu ise, savcının soruşturma aşamasındaki görevinin “ifade alma” olduğunu bilmemesi, dava yargıcının da yargılama sırasında savunmanın kendi huzurunda yapılması gerektiğinin ayırdında olmamasıdır. Asıl skandal uydurma iddianameye sıra geldiğinde, gündeme, İstanbul Büyükşehir Başkanı hakkında diploma davasına ilişkin iddianame düştü. Güncellik taşıması nedeni ile buna öncelik verme gereğini duydum.
Haberde tutuklu cumhurbaşkanı adayı Ekrem İmamoğlu’nun üniversite diplomasının iptaliyle birlikte İmamoğlu hakkında “zincirleme şekilde resmî belgede sahtecilik" savı ile açılan davada İmamoğlu için 8 yıl 9 aya kadar hapis cezası istenmekte. Sav Belgesinin içeriğini tümüyle bilmemekle birlikte, bir emekli akademisyen olarak, zincirlemeli resmî belgede (lisans ve yüksek lisans diplomaları) sahtecilik suçlamasının birden fazla tarafı olması gerekir. Bunlar; yatay geçiş ilanını veren akademik kuruluş/üniversite/fakülte/bölüm başkanları; bu başvuruları kabul eden ve onayan değerlendirme kurulları üyeleri ve bu yatay geçiş ilanı üzerine öteki başvuranlar ve kabul edilenler? Nerede bunlar? Bu nasıl bir hukuk devleti ve bu hukuk devleti üzerine namus ve onurları üzerine and içmişler?
Yazımı bitirirken, arka arkaya sahneye yargı kararları sahneye sürüldü. İlk olarak İstanbul 45.AsHM, 02/09/2025 günü, CHP İstanbul 38.Olagan İl Kongresinde seçilen yönetimi görevinden uzaklaştırılarak, geçici yönetim kurulu atadı. Sonrasında CHP’nin 39.Olagan Kurultay süreci kongre takviminde yer alan seçim çalışmalarından yalnızca İstanbul İl Örgütünce yapılacak ilçe kongreleri ve il kongresi seçimi çalışmalarının önlem olarak durdurdu. CHP bu iki karara YSK’na taşıdı. YSK, CHP başvurularından “ilçe seçim kurulları tarafından kongre sürecini durduran kararları, “tam kanunsuzluk” nedeni ile kaldırırken, İstanbul 38.Olagan İl Kongresi sonuçlarını ortadan kaldıran kararı onaylamıştır. Böylece YSK, kararlarının kesinliğine ilişkin kuralı (Anayasa Md.79) ortadan kaldırmış duruma düşmüş ve sorun giderici organlar, sorun üretir duruma gelmişlerdir. YSK tarafından onaylanan Gürsel Tekin, karardan 6 gün sonra güvenlik güçleri ile CHP İl Başkanlığına girdi. Bu arada 15 Eylül 2025’de 38.Olagan Genel Kurulu’un iptal davasına bakan il derece mahkemesi, İstanbul 45.AsHM, kararını istemesi, 38.Kurultay’ın da iptal edileceği yorumlarına neden oldu. Hatta, Gürsel Tekin’in İstanbul İl Başkanlığını üstlenmesinin bir nedeninin bu beklenti olduğu ileri sürülmekte. Yaşarsak izleyip göreceğiz. Güzel ve yalnız ülkem! Enerjimizi toplumun “mutlu ve korkusuz yaşama hakkını” geliştirmeye harcayacağımıza, “it dalaşı” gibi boğuşup duruyoruz.
(sürecek)
