Hepimizin bildiği ama günün serencamına kapılarak unuttuğumuz, unuttuğumuz demeyelim de göz ardı ettiğimiz gerçeklikleri bizlere yazı yoluyla hatırlatan, hatırlatmak ne demek bizi uyaran klasik eserlerin okunmasındaki faydadan, dilimin döndüğünce bahsetmek istedim.
Gazetemiz yazarı değerli arkadaşımız Elif Mat Erkmen bu haftaki “Ne Olacak Floransa’nın Hali” başlıklı yazısında klasik eserlerin neden ve nasıl okunması gerektiğini, yazısının sonundaki eklenti ile çok güzel anlatmış. Gelin o eklentiyi burada beraberce okuyalım:
“Klasik eserler nasıl okunmalı?
Bence en iyisi zamana yayarak, yazarın hayatını, yaşadığı dönemi inceleyerek, not alarak, altını çizerek, o konudaki düşüncelerimizi kaydederek okunmalı. Modern zamanlardaki best-seller tipi kitaplar, page turner denilen bir çırpıda okunmak ve çabuk tüketilmek için yazılmış kitaplardan farklı olarak dünya edebiyatının klasiklerini okuduğumuzda, oradaki duygu ve düşünceler bizimle kalıyor. Aradan yüzyıllarda geçse insan tabiatı değişmediği için burada anlatılan olaylarla kendi zamanımızın olayları arasında bağlantılar kurabiliyoruz.”
Evet şimdi gelin yukarıda başlığını verdiğim yazının bir bölümünü okuyalım ve Dante’nin ölümsüz eserinde anlatılan olay ile kendi zamanımızdaki olaylar arasındaki bağlantıyı kuralım:
“Ciacco, o kadar perişan haldesin ki; senin haline ağlıyorum,
Ama söyle bana; eğer söyleyebilirsen,
Ne olacak o bölünmüş şehrin hali?
Orada adil kimse var mı?
Niye bu kadar bölündü o şehir?”
……….
Kırsaldaki parti (Beyazlar- Dante’nin partisi),
Diğerini (Siyahlar) atmak için şiddete başvuracak.
Ama sonra hakimiyeti kaybedecek.
Üç sene içinde, öbür parti muzaffer olacak.
O tarafsız gözükenin sayesinde. (Papa Boniface)
Siyahlar, Beyazları yere batıracak.
Kendi kafası da göklerde. Suçlamalar olacak. Senelerce şikâyet edecekler.
Bir- iki iyi var aralarında, ama o kadar. İsmini duymazsın bile onların.
Kıskançlık, Açgözlülük ve Kibir”
Üç günah, o şehrin yangınının nedeni.”
Italyan Calvino, Klasikleri Niçin Okumalı isimli kitabında büyük bir eserin olgunluk çağında okunmasını gençlikte okunmasından çok daha zevkli bulur. Gençliğin, her deneyime olduğu gibi, okumaya da özel bir tat ve önem yüklediğinden, ancak olgunluk çağının ise birçok ayrıntı ve düzeyi fark edebilmeyi sağladığından söz eder. Klasikler, ele aldıkları konuyla ilgili ana soruları soran, ait olduğu zaman ve ortamın betimlemesini yapan eserlerdir. Düşünce tarihindeki bütün kırılmalar yeni soruların sorulmasıyla vücuda geldiğine göre klasikleri okumak, doğru soruları yeniden sormaya da vesile olacaktır. İşte klasikleri okumanın faydaları, ama yazıyla işlenen gerçeklikleri zaman kavramını ele alarak ve kıyaslayarak okumalı klasikleri. Goethe’nin bir sözüne bir kulak asalım:
“Üç çeşit okur tipi vardır: Birinciler, yargılamadan okuyanlar; üçüncüler eserin tadına varmadan yargılayanlar ve arada, tadına vara vara yargılayan ve yargılayarak tad alan ikinciler.”
Ne demiştik düşüncelerdeki gelişmeler için, klasikler okunmalı, mukayese yapılmalı, yeni sorular sorulmalı, ufkumuz genişlemeli, gerçek kavranmalı. Bu yolla ahlak ve adalet duygusu geliştirilmeli, vicdan ve en önemlisi de empatinin önemi kavranmalı.
Klasik, ister edebiyatta ister müzikte, heykelde, mimarlıkta yahut modada olsun zamansızlığı ve ölümsüzlüğü ile içimizdeki sonsuzluğu ve tekliği duyuran bir his…
Umberto Eco, “İnsanlar yazıyı icat etti. Yazının elin uzantısı olduğunu ve bu bakımdan neredeyse biyolojik olduğunu düşünebiliriz. Doğrudan doğruya vücuda bağlı iletişim teknolojisidir yazı. Bunu icat ettiğiniz zaman, artık bundan vazgeçemezsiniz. Tekerleği icat etmiş olmak gibi bir şey” sözleri ile klasiklerin önemini bir kez daha vurgulayalım.
