Anonim tariflere göre bilgelik; akıl, bilgi, deneyim, anlayış, sağduyu ve içgörü kullanarak düşünme ve eylem yeteneği olarak tanımlanır.
Bilgi ve bilgelik, genellikle birbirinin yerine kullanılan ancak farklı anlamlar taşıyan iki farklı kavram olmakla birlikte, ilk paragrafta da işaret edildiği gibi bilgi, bilgi ve gerçeklerin edinilmesini ifade ederken, bilgelik, bilginin deneyim, içgörü ve sağduyu ile birlikte uygulanmasını içerir.
Sokrates için bilgelik; çok şey bilmek anlamına gelmiyordu. O, bilgeliği neyi bilebileceğimizin sınırlarını çizerek, gerçek varoluşumuzun doğasını anlamak olarak tanımlıyordu. Onun meşhur “tek bildiğim hiçbir şey bilmediğimdir” sözü bu bakış açısının bir ürünüydü.
Gerçeğin tam olarak kavranamamasından dem vurur Sokrates böylelikle.
Platon'a göre bilgelik, Formları kullanır ve onların bilgisini gerektirir; ancak amacı algılanabilir alan hakkında doğru yargılarda bulunmaktır. Buna karşılık Aristoteles, bilgeliğin eyleme yönelik olduğunu açıkça reddeder; asıl bilgelik, gerçekliğin soyut, temel metafizik hakikatleriyle ilgilenir.
Tariflerden yola çıkarak bilgeliğin, deneyim ve pratik yoluyla edinilen, kişisel zekâ ve bilgiye dayalı erdem ve zekâyı birleştiren kapsamlı bir psikolojik nitelik olduğunu söyleyebiliriz .
Bilgeliğin kapsamlı ve genel bir tanımını bulmak zordur. Gerçekten de çağdaş psikolojide, kişilik özellikleri yanı sıra, rasyonel bilgiye, uygulamaya, temel yaşam meselelerinde önemli ve pratik uzmanlığa,, iyi bir hayat yaşamayı bilmeye ve daha fazlasına kadar uzanan bilgelik tanımları vardır. Ve bulduğumuz yirmiden fazla bilgelik tanımından hiçbiri evrensel olarak kabul görmemiştir.
Bu arada bilgelik tarifi içinde mutluluk idealini de unutmamak gerekir. Mutluluk bilgelik düşüncelerinin arasında esaslı bir yeri vardı. Epikuros’un dediği gibi hepimizin hangi kalıpta olursak olalım elde etmeyi umduğu şey, mutluluktur. Özellikle günümüzde diğer bilgelik çizgilerinin üstünde mutluluk hedefi daha büyük bir yer tutmaktadır
Deneyim, içgörü ve sağduyu ile birlikte varoluşun anlamını idrak eden, hayatını böyle sürdüren bilge mutlu insandır da.
Bir Fransız filozofun dediği gibi, bilgenin mutluluğu edindiği hasletlerle dış dünyanın rasgele olaylarına değil kendi iç dünyasının ahengine bağlı bir mutluluk olacaktır. Çünkü bilge huzuru ve neşeyi kendinde bulur, onun için de mutludur. Dünyayı kendi arzularına uydurmaktan ziyade kendini değiştirerek çaba sarfeder, mutluluğunu sürdürür. Epikuros’un da dediği gibi mutluluk, pratik akıl sayesinde iyi ve kötüyü değerlendirerek, günün şartlarını içselleştirmekle mümkün olur.
Kadim Hint düşüncesi ve Kant ve diğer çağdaş filozofların bazıları da mutluluğun göreceli ve öznel bir karakteri olduğunu belirtirler. Gerçekten insan ruhsal ve fiziksel durumuna göre mutluluğu değişik algılar. Mutluluk çoğu zaman sahip olmadığımız bir şeyin kılığına bürünür.
Mutluluğun bu geçici ve kalıcılıktan yoksun karakterine bilgelik, mutluluğa yeni bir anlam yüklemeye çalışır. Bu anlam da sadece sürdürdüğümüz hayatı sevmek değil, bütün hayatı sevmektir. Hayatı olumlu olumsuz anlarıyla, sevinçten ve kederden payımıza düşeni ile sevmektir. Dışımızdaki bazı olayların insan mutluluğunu bozan hüviyette olduğu aşikardır. Hayatın zorlukları bize dokunsa ve mutluluğumuzu bozsa da bilgenin birikimi mutluluğun devamlılığını sağlayacaktır. Bilgenin mutluluğu dış dünyanın rastgele olaylarına değil, kendi iç dünyasının ahengine bağlı bir mutluluktur. Bilge huzuru kendinde bulduğu için mutludur.
Mutluluğun önündeki engel gerçeklik değil, bilgenin gerçekliğe olan tasavvurudur.
Bunu vurgulayan bir sufi anekdotunu burada yeri gelmişken kaydedelim.
“Yabancının biri bilmediği bir şehre gelir. Şehrin kapısında gördüğü yaşlı adama sorar: Söylesene yaşlı adam, bu şehrin insanları nasıldır? İyi yürekli mi kötü yürekli mi?” Yaşlı adam soruya soru ile karşılık verir. “Senin geldiğin şehrin insanları nasıldı yabancı?” Yolcu tereddüt etmeden: “Çok çekilmez insanlardı, bu yüzden oradan ayrıldım” der. Bunun üzerine yaşlı adam: “Yani işte burada da öyleler.” Yolcu keyifsiz o şehre girmeden yoluna devam eder ve “Ne talihsizim, nereye gitsem insanlar kötü yürekli” diye söylenir. Bir süre sonra bir başka yabancı yolcu aynı şehrin kapısına gelir ve aynı yaşlı adamı görerek sorar: Yaşlı bir önceki adama sorduğu gibi yeni yolcunun sorusuna, “”Senin geldiğin yerin insanları nasıldı?” sorusunu sorar. Yeni yolcu: “Çok iyi yürekliydiler” der. Yaşlı adam, “İşte burada da öyleler” der. Orada bütün bu sözlere kulak misafiri olan bir adam yaşlı adamın yanına gider ve ona “Sen yalancı bir insansın. Adamın birine şehrin bütün insanlarının kötü olduğunu, diğer adam aynı şehrin insanları için iyi dersin” diye çıkışır. Yaşlı adam sükunetle şöyle der: “Dostum, çünkü herkes dünyayı kendi bakışında taşır. Bir yerde mutsuz olan insan başka her yerde de mutsuz olur. Mutlu olan insan da her yerde mutlu olur.”
İşte bilgelik mutluluğun öngörülmez bu karakterini yadsımadan, içselliğinin verdiği karakterle mutluluğu kalıcı hale getirmektir. Özetle “olanı” sevmektir.
Tasavvufta ve Budizm’de bilgenin beklentisi yoktur. Budizme göre bilgelikte bütün arzuları yok etmek gerekir. Bu sufilerde de böyledir. Bir lokma bir hırka felsefesi bunu en iyi açıklar durumdadır.
Ancak günümüzde bilgenin mutluluk anlayışından çok uzaktayız. Çünkü bilgenin mutluluğu ile, günümüzün maddiyatçı, hırslı ve tüketim odaklı toplumlarındaki, en iyi olmayı, en başarılı, en zengin, en saygın olmayı arayan mutluluk telakkisi çok farklıdır ve tamamen ayrı uçlardadır.
Bu doyumsuzluk haliyle de insanlarının mutlu olamamasından dolayı sefil, soyguncu, dönek, suç makinesi insanları arttıran toplumlar inşa ediyoruz.
