Tam da aşktan nefret ederken buldu beni. Alışmıştım yalnızlığa…
Hem çok kötü değildi; tek başına güvercinleri beslemek, kitaplara sığınmak, Karanfil Sokak’ta gitar çalan gençlere şiirlerimle eşlik etmek.
Sahipsiz şiirlerimi sığınak yaptım gönlümün kapısına, üzerine de sürgüyü çektim. Kim girebilirdi ki oraya?
Oysa kız milleti bu, destur dahi istemez, paldır küldür girer içeri. İlk görüşte vurulmuştum kendisine. Hal böyle olunca gönlümün kapısını kırması da zor olmadı tabi. Kelime dağarcığım geniştir; ama onu sığdıramadım hiçbir kelimeye. Onun kırılmış kalbine vuruldum, incinen yüreğine sevdalandım. O, yanlış kalplerde aradığım doğru kişiydi.
Sevdanın en fazlasını hak ederdi o. En yoğununu, en temizini… Ama benim elimden bu kadarı gelebildi. Yormadan, incitmeden sevebilmek…
Mahlasım yamalıdır benim. ‘Yamalı İsmail’ derdim kendime ve eklerdim hem yamalı hem yaralı… Bende ne kadar yara açtılarsa hepsini kapatacağına emindim. Sonunda aradığım sevdayı bulmuştum.
Sessizce fısıldadım kulaklarına en mahrem şiirimi:
Bir beden taşırım yorgun, kasvetli
İçinde her yanı sen olan bir yürek,
Senden bile çok belki, sana taşıdığım sevgi
Saat sekize on var sevgili
Ve çok seviyorum hala daha ben seni
Sebebi ne bilmiyorum
Ki biliyorsun sevmem ben sebepleri
Saat sekize on var Feride’m
Bilmem söylememe gerek var mı?
Ya da en çok ona gerek var
İnan olsun çok seviyorum hala daha ben seni
