Hani der ya şair: yaprak sıkılmıştı ağaçtan, yoksa bahaneydi sonbahar…
Şahsi kanaatim aşkın mevsimidir sonbahar. Zamane aşklarının en büyük gerçeğidir zamansız ayrılıklar. Giden, bütün külfeti kalana yükler. Kalan ise hakikatsiz, sebepsiz yüklerle gözyaşı döker ve hep hak edeni bekler.
Kimdi ki hak eden? Bence sevgiden önce saygı gösteren… Saygı temeliydi bir ilişkinin, bizler ise sadece sevgiye baktık. Gidenin ardından öylece bakakaldık.
Aşkın en büyük gerçeği ayrılık olsa da hiç ayrılmayacakmış gibi sever insan. Hiç bitmeyecek, hiç solmayacak gibi. Ta ki sevdiceği bir gün arkasına bakmadan gidinceye dek. Gidene kolaydır gitmek. Ne de olsa yenisi çıkar onun için. Hep yeni, yepyeni ilişkiler. Bir gün yıllar geçip gittiğinde boş avuçlarına bakana dek.
Kalan ise hep bekler. Sanki başka aşklar yokmuş gibi. Sanki dünyadaki tek erkek / tek kadın oymuş gibi. Sevdiğini gönlüne bile sığdıramazken, aşkıyla dolup taşarken, o kendisini bir elvedaya sığdırmıştır.
Yolun sonu gibi görünür. Yılın sonu da tıpkı öyle değil midir? Sonra aylardan kasım olur. Kasım gibi geç kalmıştır her şeye. Karşısına çıkana ne hevesi vardır ne de yetecek aşkı. Zamanla öyle olmadığını görür. Hayatından geçip giden her bir kişi için “iyi ki şu an hayatımda değil” der.
Kasımda öyle sevilir, öyle sayılır ki “beklemek güzeldir; ama doğru durakta” der.
Artık geçen dakikaların, saatlerin, günlerin, yılların hiçbir önemi yoktur.
Kasımda aşk başkadır…
