Dinlediğimde etkilendiğim Sunay Akın’ın o güzel hikayesini kelimelerim el verdiğince size anlatmak isterim.
Fransızlar uçağı bulmuşlardır. Her ülkeye davetiye gider. Davet edilen ülkelerden biri de Osmanlı Devleti’dir. Ama Osmanlı Devleti parçalanma dönemindedir. Bu davet çok da ilgilerini çekmemiştir. Lakin İslam’ın da bir felsefesi vardır: Davete icabet makbuldür.
Kim gider diye düşünürken dönemin alimi, entelektüeli sadrazam Ali Paşa gelir hatırlarına. Huzura çağırılır.
“Fransızlardan senin ilgini çekeceğini düşündüğümüz bir davet aldık. ‘Tayyare’ diye bir şey bulmuşlar. Kuş gibi uçabiliyormuşsun”
Bunu duyan sadrazam Ali’nin beyninden aşağı kaynar sular dökülür. “O tayyareyi Fransızlar değil de biz bulsaydık ne olurdu?” diye düşünür. Ancak merakının da önüne geçemez ve teklifi kabul eder.
Davetiye iki kişiliktir. Sadrazam Ali Paşa subaylardan birini de yanına alıp gideceğini söyler.
Sadrazam Ali Paşa ve genç subay beraber Fransa’ya giderler ve gösteri alanında yerlerini alırlar.
Meraklı gözler eşliğinde pilot uçağı havalandırır. Havada bir iki tur attıktan sonra yere iner. Büyük alkışları heyecanla selamlar. Sonra “yanımda uçacak bir gönüllü var mı?” diye sorar.
Sadrazam Ali Paşa’nın yanındaki genç subay elini kaldırır ve seslenir. Herkes yönünü onlara çevirmiştir. Subay o kadar heyecanlıdır ki sesini tüm alandakilere duyurur: Ben! Ben! Ben!
Pilot tam onu seçmiştir ki Ali Paşa genç subayın kolundan tutar: “sen bana emanetsin çocuk, dur şöyle önümde dur!”
Aslında o genç subay Sadrazam Ali’ye hayrandır ama o an ona o kadar öfkelenir ki içinden “keşke gelmeseydim, neden geldim ki seninle” der.
Pilot yanına başka bir gönüllü alır ve havalanır. Uçak az bir müddet uçtuktan sonra havada infilak olur.
O genç subay kendinden utanır ve içinden “adam benim hayatımı kurtarmış, ben ise ona kızıyordum” der.
İşte o an Sadrazam Ali Paşa sadece yanındaki genç bir subayın hayatını kurtarmakla kalmaz. Koskoca bir ülkenin makus talihini de kurtarmıştır. Çünkü yanındaki genç subay:
Mustafa Kemal Atatürk’tür.
Bir önceki yazımda sizlere kasımda aşk başkadır dedim. Aşk ve ayrılığı anlattım sizlere.
10 Kasım 1938 saat 09.05
Aşk ve ayrılık…
Birçok yenilgi alan işgalci ülkeler bile saygıyla andı O’nu. O askeri bir dehaydı, O savaş değil, barış kahramanıydı, O milletini seven bir siyasetçiydi, O ülkesini yeniden kuran bir ata Türk’tü.
Düşmanı Lloyd George’a bile “ Tanrı her yüzyılda bir deha gönderir. Ne yazıktır ki bu yüzyılın dehası Türklerinmiş” dedirtti.
10 Kasım 1938 sabahı sadece Türkiye’de yas yoktu. Tüm dünya sürmanşet yayınladı bir dehanın kaybını.
İtalyan radyosu 10 Kasım 1938 sabahı Atatürk’ün vefatını şöyle duyurdu:
“SEZAR, İSKENDER, NAPOLYON AYAĞA KALKIN! BÜYÜĞÜNÜZ GELİYOR!”
