Gelen yıl yine gideni aratacak gibi duruyor. Oysa ne güzel temennilerle ve ne büyük umutlarla
girmiştik 2025 yılına değil mi?
Epeydir çoğumuzun duaları bireysel değil, ülkemizin düze çıkması ve milletimizin esenliği için
olmaya başladı. Her geçen gün “bu nasıl olur” ya da “bu kadarı da olmaz” dedirten olaylar ve
felaketlere maruz kalıyoruz.
Ekranlardan topluma birer doğal felaket imiş gibi sunulan olayların çoğunda aslında suçlu
doğa falan değil. Zaten olaylar da normal değil. Hepsinin ardından hep en hafif tabiriyle yine
bir dizi ihmal, liyakatsizlik, ölçüsüz para ve güç sahibi olma hırsı çıkıyor. Fakat bizler her şeyle
o kadar uzlaştık ki adeta film izler gibi kendi akıbetimizi izliyoruz.
21.yüzyılın ilk çeyreği biterken Türk halkı, siyasetteki akıl dışı transferleri mi konuşsun, Aile Yılı
ilan edilen yılın ilk günlerinde aile boyu yanarak yok olan insanlarımızı mı konuşsun bilemedi.
Aslında artık kimse şaşırmıyor hiçbir şeye. Misal, sanki çok normalmiş gibi evinden prangayla
sabah programları yapmak zorunda kalan spikeri izliyoruz her gün. Veya büyük bir suç
organizasyonunu ortaya çıkardığı için suçlanıp dava edilen ve mahkemelerde süründürülen
gazetecileri izliyoruz.
Bütün bunların üstüne, tamamen legal bir siyasi partinin Genel Başkanı, sırf iktidara muhalefet
ettiği için tutuklanıp alelacele hapsedildi. Görünen o ki bu şekilde susturulmak istenmektedir.
Oysa siyasi partilerin varoluş nedenidir eleştirmek. Siyasi partilerin kuruluş nedenidir
muhalefet etmek. Çok açıktır ki bu Genel Başkanın söylemleri, iktidarın millete rağmen
yapmakta olduklarının önünde büyük engel olarak görülmüştür.
Biraz tarih okuyalım.
Yıl 1919. Bir süredir İstanbul işgal altında. 466 yıllık Osmanlı başkentinin sokaklarında
neredeyse dünyanın her tarafından işgalci askerler kıta yürüyüşü yapıyordu. 106 yıl önce tam
da bugünlerde işgal kuvvetlerince, vatan için kurtuluş mücadelesi veren Türk aydınlarını
etkisizleştirmek için ardı ardına gözaltılar başlatılır. İşgale karşı oldukları gerekçesiyle, tehlikeli
görülen yaklaşık 250 üst düzey asker, gazeteci ve aydın, İngilizler tarafından önce Bekirağa
zindanlarına hapsedilir ardından bazıları Malta’ya sürülür.
1921 yılına gelindiğinde artık Kuvayı Milliye ile başa çıkamayacağını anlayan İngilizlerin, bu
esir tutulan vatanseverleri gizlice kurşuna dizeceği haberini alan Mustafa Kemal hemen
gereken tedbiri alır. Kararlı bir dille karşı tarafa, “Birinin bile idamı halinde tüm yabancı
esirlerin infaz edileceğini” bildirir. Böylece, esir birkaç İngiliz subayı ve bir generalin oğlu
karşılığında tümünü sağ salim kurtarmayı başarır. İki yıllık esaret de böylece son bulur.
Milli Mücadele sadece muharebe meydanlarında yapılmamıştı. Aynı anda telgraf başında çetin
bir diplomasi savaşı da verilmişti.
Ve 1993... 90’lı yılların en uzun yılı.
24 Ocak 1993’te önemli bir aydınımız faili meçhul bir suikastla ortadan kaldırıldı. Yazar Uğur
Mumcu’yu yeni yılın ilk günlerinde meydana gelen bir patlama ile kaybetmiştik. Ardından gelen
benzeri olaylar silsilesi ile bu ölümün bir başlangıç olduğunu anladık.
Sonraki ay, Org. Eşref Bitlis, ardından Adnan Kahveci, Bnb. Cem Ersever ve Tuğ. Bahtiyar
Aydın komutanımız suikasta uğradı. Bu arada ülkenin doğu ve güneydoğusunda sayısız
masum sivil halk katledildi. 1993 yılı bir türlü bitmek bilmedi.
Ortadan kaldırılanların hepsinin ortak noktası aynı konu üzerine yoğunlaşmaları idi. Yaptıkları
ve yapacakları, uzak coğrafyalardaki birilerini rahatsız etmişti.
“Tarih tekerrürdür derler,
Oysa hiç ibret alınsa tekerrür mü eder”
Diyen Mehmet Akif Ersoy, o günlerden bu günleri mi görmüştü acaba?
Uğur Mumcu işte bizim o günlerdeki “Sarı Öküz” ümüz idi.
Uğur Mumcu, hikâyedeki sarı öküz gibi ağılın en cesur, en gözüpek boğasıydı.
Sarı öküz her zaman en önde yürüyen, dosta güven düşmana korku salan, ağıldaki en
cengâver boğaydı. Fakat bir süredir ağıla dadanan çakal sürüsü çok iyi biliyordu ki; eğer sarı
öküz ağıldan tek başına alınırsa artık ağıla girmek işten değildi. Önce onu teslim almalıydılar.
Uzaktan seslenip sadece onu istediler. “Size dokunmayacağız, söz” dediler.
Ağıl bir süre karıştı ama sonra sessiz sedasız teslim edildi sarı öküz.
Ardından beyaz öküz ve sonra mor öküzü de istediler. Verildi sessiz sedasız. Çok pişman oldu
sonra ağılın ahalisi. “O Sarı öküzü vermeyecektik” diye çok ağlandılar. Heyhat! Olan olmuştu
artık. Kaçınılmaz olarak sonunda ağıl tamamen talan edildi.
Bugün de ağılda bir sarı öküzümüz vardır belki. İyi bak be Canım Kardeşim. Ona iyi bak.
Sanma sıra sana da gelmeyecek.
Bil ki o gün geldiğinde Canım Kardeşim, kabahatin büyüğü yine sende olacak.
