Şehir hayatının en zor yanı sadece artan trafik, gürültü ve zamansızlık değildir.
Yaşadığımız kişisel ve kentsel mekân da ayrı bir mücadele ve stres alanıdır.
Mimarinin insan yaşamını, hatta karakterini ve davranışlarını belirleyip dönüştürme yeteneği olduğu bir gerçektir.
Şehirlerimiz değiştikçe, yaşadığımız bireysel ve kentsel mekânlarda dönüşüyor ve dolayısıyla biz ve yaşam alışkanlıklarımız da kaçınılmaz olarak buna uyumlanmak zorunda kalıyor.
Ancak şehirlerin ölçüsüz büyümesi ve nüfusunun orantısız artması kent insanını mutsuz ediyor.
Üstelik eskiyen binalar, deprem endişesi ve durmadan değişen imar mevzuatları konutlarımızı ilk gündem maddemiz haline getiriyor.
Büyük şehirlerde istesek de istemesek de bir kentsel dönüşüm süreciyle karşı karşıyayız.
Belki de bu süreçle birlikte eski geniş dairelerinden “nohut oda bakla sofa” dairelere geçiş yapan çok sayıda mutsuz insan var.
Nüfusu kontrolsüz bir hızla artmakta olan şehirlerde, yeni yapılan binalar ne yazık ki eskilere pek benzemiyor.
Bırakın bir bahçeyi ve ağacı, nefes alacak bir balkonu bile olmayan daireler ve binalar inşa ediliyor.
Oysa büyük şehirlerde yaşamanın bedeli bu olmamalıydı.
Buna bir de daha çok kazanç elde etme hırsı eklenince kentsel mekân geri dönülmez bir yıkıma uğruyor.
Daire sayısını mümkün olabildiğince artırmak için imar durumları, tabiri caizse “kitabına uydurulup“ parseller birleştirilip bitişik nizam sisteme geçilerek, dip dibe büyük blok binalar inşa ediliyor.
Oysa bu yüksek ve kütlesel yapılar insani de, güzel de değildir.
Fikirtepe örneği yürek burkan bir hayal kırıklığı olarak İstanbul siluetine ve tarihine eklenmiştir. Yanından her geçtiğimde bende “biran önce oradan uzaklaşma” isteği uyandırıyor.
Bu binalar sadece bireysel alanı ve mahremiyeti azaltmakla kalmıyor, güneşi ve aydınlığı da hayatımızdan çekip alıyor. Adeta gökyüzüne hasret yaşam alanları inşa ediliyor.
Bu anlayışın sonucunda türlü iç mekânsal sorunları da olan daireler insanlara yaşam alanı olarak sunulmakta ve dayatılmaktadır.
Yapılan her yeni bina kompleksi şehre yeni insanları çağırıyor. Oysa yeni konut alanlarıyla aynı oranda iş alanı, fabrika ve sanayi alanı da inşa edilmiyor. Bırakın iş alanını bu yapı kompleksine karşılık gelecek okul sayısı bile yeterli değildir.
Bu topal yapı da giderek toplumsal yapıda çözümü zor başka büyük sorunları yaratıyor.
Büyük şehirlere göçün önü alınmadıkça, yanlış kentleşme sorunu her geçen gün bir sarmal halinde çığ gibi büyüyor.
Bu hatalı kentleşme ve yönetim anlayışı ile mücadele, aslında hepimizin, tüm şehirlilerin sorumluluğudur.
Yeni duruma uyum sağlamak ve sonuçlarıyla yüzleşmek şüphesiz hepimiz için zor bir süreç. Ne yazık ki biz değiştirmediğimiz sürece de gerçeğimiz bu olacaktır.
Aslında mekânsal ve kentsel ihtiyaçlarımızı minimumda yaşamaya razı olsak bile asla yok sayamıyoruz değil mi? Özellikle de doğayla ve yeşille bütünleşme isteğimiz olmazsa olmazımız gibi duruyor.
Tabii her şeye rağmen insanlar kendi payına düşen bu epey küçülüp çekmiş yeni evlerinde kendilerine yine de huzurlu küçük bir dünya yaratma telaşındalar.
Bu yeni küçük mekânıma nasıl sığarım, onu en verimli şekilde nasıl kullanabilirim diye kara kara düşünmeye başlayanlardan mısınız?
Eğer siz de bu tür bir sorunla karşı karşıyaysanız size ilk tavsiyem, önce konunun bir uzmanına danışmanız olacaktır. Çünkü bazen bu süreçte bilinçsizce yapılan hatalar sizi geri dönüşü olmayan sonuçlarla baş başa bırakabilir. Sonunda küçük “sevimli” daireniz adeta kasvetli bir kiler odasına dönüşebilir.
Eğer yeni dairenizden beklentileriniz çok büyükse ve “Kendisi küçükse bile sunduğu yaşam büyük olsun” diyorsanız, bunun aslında ufak çapta bir mucize olduğunu söylemeliyim.
Ve hiçbir mucize yoktur ki emek ve bilgi olmaksızın elde edilebilsin.
Akıllı bir mekân kurgusu; aksamadan işleyen bir düzenin kurulmasıyla mümkün olabilir.
Küçük mekânları tasarlamak bir profesyonel için bile zordur. Neyse ki işini seven bir profesyonel için bu aynı zamanda eğlenceli de bir süreçtir.
Yapılacak ilk şey, ihtiyaçlarınızı iyi belirlemektir. Ancak ihtiyaçlar ve istekleri birbirine karıştırmak süreci zora sokacak en büyük hata olur.
Evin her santimini değerlendirecek bir planlama yapmak önemli. Proje her şeydir.
Kullanılacak eşyaları mekâna ve kişiye özel olarak tasarlayıp yerleştirmek gerekli.
Çok fonksiyonlu ve kişiye özel tasarlanmış mobilyalar minimal bir ortamda fark yaratır.
Değişken ve esnek yapıda planlanmış bir mekân size konforlu bir ortam sağlayacaktır.
Mekânları doğru aydınlatmak, mümkün olduğunca bölmemek ve ihtiyacınız olmayan eşyalardan kurtulmak da “Yapılacaklar Listesi’nin en başında yer almalıdır.
Bu arada çok renkliliği seviyor olsanız bile bunu sadece aksesuarlara bırakmanızı tavsiye ederim.
Canlı renkler ve dikkat çeken karşıtlıklar da bir süre sonra yorucu olabiliyor.
Fakat kim demiş küçük mekânlarda koyu renkler kullanılmaz diye, sadece ayarını kaçırmasanız iyi olur derim.
Mucizeler yaratma mücadelenizde hepinize şimdiden kolaylıklar diliyorum.
Fakat aslolanın yine de “Don Kişot” gibi değirmenlerle değil, canavarın kendisiyle mücadele etmek olduğunu sizlere hatırlatmak isterim.
