Selâhaddin Eyyubi Tikrit’te 1136 yılında doğmuş. Babası Zengi Hanedanı’nın hizmetindeydi. Rivayete göre aile Yusuf’un doğduğu gece Halep’e göçmüş. Selahaddin Eyyubi’nin ilk ismi Yusuf’tu Selahaddin lakabı daha sonra verilmiş. Babası gibi amcası Şirku da Zengi ailesinin generallerindendi.
Onun doğduğu zamanlarda İslam dünyasında Abbasi, Fatımi ve Endülüs halifelikleri vardı. Siyasi karışıklıklar olsa da ilim dünyası altın çağını yaşıyordu. İbni Sina, İbni Rüst, Gazali, Ömer Hayyam, Nizamülmülk dev eserler vermiş, çeşitli yerlerde medreseler açılmıştı. Din büyüklerinden Abdül Kadir Geylani’de o dönemde yaşamıştı.
Bağdat’ta Beyt-ül Hikme bir büyük kütüphaneydi, Kahire’de hüküm süren Şii Fatımi devleti El Ezher medresesini kurmuştu. Nizamülmülk ölümünden sonra Nizamiye ismiyle anılacak olan medreseleri kurmuştu. Bu medreselerde İslam hukuku okutuluyor geleceğin devlet adamları yetiştiriliyordu.
Fatımiler ile Abbasi halifeliği arasında bir rekabet vardı. Ayrıca Mısır çok zengin olduğu için hem haçlı devletlerinin hem de Sünni devletlerin idaresini ele almayı istedikleri bir ülkeydi.
Bölgede dört haçlı devleti vardı. Bunlardan Urfa Kontluğunu İmadettin Zengi 1144 yılında ele geçirmiş bu olay ikinci haçlı seferi çağrısı yapılmasına neden olmuştu. İmadettin çok içki içen birisiydi, bir gece uykusundan uyanınca kölesinin kendi kadehinden şarap içtiğini görünce sinirlenmiş, “sabaha seni öldüreceğim” demiş. Köle efendisinin uyumasını beklemiş uyuyunca onu öldürmüş ve haçlı tarafına kaçıp kahraman olmuştu. İmadettin’in ölümüyle Urfa Kontluğu yeniden eski kont Joseline’nin eline geçti. İmadettin’in yerine oğlu Nurettin, Halep; diğer oğlu Seyfettin ise Musul atabeyi oldular. 1146 yılında Nurettin Urfa’yı yeniden ele geçirdi.
Elanor’un katıldığı ikinci haçlı seferi başladığında Selahaddin Şam’da eğitim görüyordu. Daha on – on iki yaşlarındaydı.
Elanor’un amcası Antakya Kontu Raymond Halep’i almaya çalışıyordu ancak başarılı olamadı ve Selâhaddin’in amcası Şirku tarafından öldürüldü.
Raymond’un eşiyle evlenen Renauld de Châtillon Antakya Prensi oldu. Bu çok “Müslüman düşmanı” bir adamdı ve ileride Mekke ve Medine’ye saldırmayı planlayacak ama başarılı olamayacaktı. Selahaddin onu bu had bilmezliği nedeniyle öldürdü.
Fatımi halifeliği Şii İsmailliye mezhebine bağlıydı ama Mısır’da hem Sünniler hem Şiiler yaşıyordu ayrıca Hristiyan ve Museviler de vardı. Devletin halifesinin görevi sembolikti. Devletin idaresini vezirler yapıyor, vezir seçimi liyakate göre oluyor din ve mezhep farkı gözetilmeden iyi olduğuna inanılan devlet memurları göreve gelebiliyordu.
1164 yılında Şaver isimli bir vezir görevden alınınca Zengilerden yardım istedi. Bu yardım karşılığında eğer yeniden vezir olursa Zengilere Mısır’ın gelirinin üçte birini vereceğini söyledi. Nurettin önce tereddüt ettiyse de Şirku bu işe talip oldu ve Selâhaddin’i de yanına alarak Mısır’a gitmek istedi.
Şam’dan Mısır’a gitmek çok zordu çünkü giderken haçlı topraklarından geçmek gerekiyordu. Buna rağmen gidebildiler.
Şaver yeniden vezir olmuş ancak bu sefer de Şirku’nun orada bulunmasından rahatsız olmuş, Kudüs Kralı Amharik’i yardıma çağırmıştı. Amharik’in de bütün emeli Mısır’ı ele geçirmekti. Böylece bu üç kişi Şaver, Şirku ve Amalrik arasında Mısır’ı ele geçirme mücadelesi çıktı. Sonunda 1169 yılında bu mücadeleden Şirku galip çıktı, Şaver öldürüldü, Şirku Mısır’a egemen oldu.
Ancak Şirku’ da kuvvetli bir generaldi ama çok boğazına düşkün birisiydi bir gece ağır bir yemek sonrası fenalaşarak öldü. Bu vezirlik iki ay sürmüştü. Yerine yeğeni Selahaddin vezir oldu. Selahaddin’e artık büyük yetkiler verilmişti ve Abbasi halifeliği tarafından destekleniyor bu devletin Sünni idaresine girmesi isteniyordu.
Bir müddet sonra henüz 20li yaşlarında olan Fatımi halifesi de öldü. Bu ölüm de şüpheliydi bazıları zehirlenmiş olabileceğini söylüyorlar. On günlük hastalığı esnasında Selâhaddin’i yanına çağırdı ama genç vezir gidip halifeyle konuşmadı. Halife aslında ölümünden sonra ailesini ona emanet etmek istiyordu bu yüzden çağırmıştı. Bunu duyan Selahaddin sonradan gitmediğine pişman oldu.
Halife’nin ölümüyle artık Selâhattin tek başına Mısır’a hükümdar olmuştu. Cuma hutbesi Abbasi Halifesi adına okutuldu. Yeni bir düzen kurulmuştu ancak hâlâ daha Şii idaresini destekleyenler vardı ve zaman zaman isyanlar çıkıyordu. Haçlıların Mısır’ı alma arzuları da devam ediyordu.
Bir sorun daha vardı, o da Nurettin idi. Şirku, Nurettin’in generali olarak onun isteği ve izniyle gelmişti Mısır’a. Nurettin’in isteği Müslüman birliği sağlamak ve birlikte haçlılara karşı mücadele etmekti. Ama Mısır Şam’ın idaresine giremeyecek kadar büyük ve zengin bir devletti. Bu durumda Selahattin Nurettin ile karşılaşmaktan kaçınır oldu.
İki defa Nurettin karşılaşmak için fırsat yarattı. Selahattin haçlılara karşı savaşırken o da ordusuyla geldi. İki defa Selahattin geri Mısır’a çekildi. Birinde isyan bastırmak bahanesiyle, diğerinde de babası öldüğü için.
Bu gerginlik 1174 yılında Nurettin’in boğazının iltihaplanması ve tedavi edilemeyip bu nedenle vefat etmesiyle çözümlendi. Nurettin çok sevilen sayılan bir hükümdar, iyi bir Müslümandı. Şimdi yerine henüz yaşı küçük olan oğlu Salih geçecekti. Salih’i etkilemek devlet idaresini ele almak isteyenler vardı. Bazıları Selahattin’i kötülüyor onu Nurettin’e sadık olmamakla itham ediyorlardı.
Selâhaddin Şam’a mektup yazarak, “Nurettin’in kendilerine güvendiği için onları amcası Şirku ile birlikte Mısır’a gönderdiğini bu nedenle Salih’in eğitimiyle ilgilenmesi gereken kişinin kendisi olduğunu” söyledi.
Bu tarihten sonra çok dikkatli bir diplomasi yürüterek bütün Suriye’nin idaresini ele geçirdi. Aynı zamanda haçlılara karşı mücadelesini sürdürdü. Hem Suriye hem Kuzey Irak, Yemen, Diyarbakır, Urfa bölgeleri dahil olmak üzere geniş bir alanda söz sahibi oldu.
Kendisi mütevaziydi Sultan kelimesini kullanmıyordu ama artık Mısır ve Suriye Sultanı olarak tanınıyordu. Abbasi halifesi kendisini Mısır, Suriye ve Yemen valisi ilan etmişti. Askeri başarısının yanı sıra, diplomatik başarısı, aklı, insanları birleştirme kabiliyeti çok yüksekti. Mısır’da Sünni mezheplerin yayılması için medreseler açtı ilim adamları yetiştirdi.
Bütün parasını cihat için harcıyor, haçlıları atmak için sürekli fırsat kolluyordu. Yapılan savaşlarda insanlara merhametli davranıyor alınan esirleri azat ediyordu. Bir keresinde çocuğu kaçırılan bir kadın kendisine geldi. Ağladı. Onu gören Selâhaddin’in de gözleri doldu, bir adamını esir pazarına gönderip küçük kızı aldırdı ve gözü yaşlı anneye teslim etti. Bununla da kalmayıp haçlı kampına sağ salim dönmeleri için at verip güvenliklerini sağladı.
O kadar kanın döküldüğü vahşetin yaşandığı savaşlarda onun yaptığı iyilikler ve merhameti bir Selâhaddin efsanesi doğmasına yol açtı.
Sonunda bütün duaları gerçekleşti. Hıttın muharebesini kazanarak Kudüs’te 88 yıl sürmüş haçlı egemenliğine son verdi, şehri ele geçirdi. Müslüman dünyasında büyük sevince yol açan bu olayı duyan Papa üzüntüsünden öldü ama ölmeden önce üçüncü haçlı seferi için çağrı yaptı.
Selâhaddin bu zafere karşı Avrupa’dan bir cevap geleceğini biliyordu. Şimdi artık Kudüs’ü fethetmekten daha zor bir görev kendisini bekliyordu. O da Kudüs’ü koruyabilmekti.
Gelecek hafta Üçüncü Haçlı Seferinde Aslan Yürekli Richard ve Selâhaddin’in mücadelesini göreceğiz…
Not: Bu dönemde yaşanan olaylarla ilgili en iyi kaynaklardan biri Amin Maaluf’un “Arapların Gözüyle Haçlı Seferleri” isimli eseridir.
