Elif MAT ERKMEN - Araştırmacı-Yazar
Köşe Yazarı
Elif MAT ERKMEN - Araştırmacı-Yazar
 

ROMA’DA HRİSTİYANLIĞIN YERLEŞMESİ

  Üçüncü yüzyılda, İmparator Diocletian zamanında Roma hem çok büyük hem de ekonomik bakımdan idare edilemez bir devlet haline gelmişti. Çok büyük topraklarda iletişim de bir sorundu, uzaktaki orduları kontrol etmek de.  Yüksek enflasyon vardı ve paranın değeri düşmüştü. Bu duruma bir çare bulmak isteyen imparator 285 yılında devleti Doğu ve Batı olarak ikiye böldü.  Kendisi Doğu’nun İmparatoru olacak, Maximianus da Batı’yı idare edecekti. O devirde halen Paganlar çoğunluktaydı ve Hristiyanlığa iyi gözle bakılmıyordu. İmparatorlara “Tanrı” deniyor imparatorun huzurunda secde ediliyordu. 293 yılında iki Caesar daha seçildi böylece devlet idari olarak dörde bölünmüş oldu. Bu yönetim tarzına Tetrarchy deniyor. Doğu ve Batı’daki İmparatorlar Augustus, yardımcıları da Caesar olarak anılacaktı. Gelecekte imparator olacak olan meşhur Konstantin’in babası Constantius, bugünkü İngiltere ve Fransa’yı, Galerius ise “Caesar (Sezar)” olarak Balkanları idare edecekti. Buna ilave olarak başka idari bölünmelerle, eyaletler oluşturuldu ve valiler tayin edildi. Doğu’da Nicomedia (İzmit), Antakya, Selanik, Sırbistan’da bulunan Sirmium; Batı da ise Milano, Trier (Almanya) ve York (Birleşik Krallık) önemli yönetim merkezleri oldu. 303 yılında Hristiyanlığın artmasından ve eskiden sadece yoksullar arasında bilinirken artık zengin ailelere ve yönetici sınıfın eşleri ve çocukları arasında, orduda görev yapan askerler içinde yayılmasından endişelenen Diocletian, pagan dinine inananların da isteğiyle Hristiyanlığı yasakladı. Bunda Didim’de bulunan Apollo tapınağının kahininin de etkisi olmuştu. Hristiyanlar kolay kolay vazgeçmedi dinlerinden ve tam on sene süren katliamlar yapıldı. Diocletian Hristiyanlığın büyük bir düşmanı olmuştu. Romalılara göre, isteyen istediği dine inanacak ama imparator hangi tanrıya inanıyorsa ona da inanacak ve Diocletian gibi kendini tanrı yerine koyan imparatora da tapacaktı. Bu görüşler Hristiyanlıkla bağdaşmıyor ve Hristiyanlar direniyordu. Roma artık eski önemini başkent olarak kaybetmişti, artık güç başka merkezlere de dağılmıştı ama Romanın eski kuvvetli aileleri pagan adetlerini devam ettiriyorlardı. Pagan tapınakları yapılıyor güçlendiriliyor, şehrin felsefi ve kültürel üstünlüğü devam ediyordu. Her imparatorlukta olduğu gibi orada da çok zenginler ve “aşırı lüks” hayat vardı. Onlar kendi çevrelerinin dışını göremiyorlar, bu hep böyle gider zannediyorlardı. Hristiyanlıkta, inanan herkes tanrı katında eşitti. Bu yüzden ezilenler arasında bu yeni din yayılmaktaydı. Bazı düşünürler, Doğu eyaletlerinin yağmalanmasıyla sahip olunan bu zenginliklerin Roma’yı ahlaken çökerttiğini, lüks hayata alışmanın kuvvet değil zayıflık işareti olduğunu savunuyorlardı. Altını, gümüşü, mücevherleri, kadınların giydiği ipek elbiseleri (hem lüks hem de içini gösterdiği için) ayıplıyorlardı. Roma’da Yahudiler de vardı, onlar savaşlarda esir olarak gelmiş sonradan azat edilmişlerdi ancak sayıları az olduğu için tehdit olarak görülmüyorlardı. Ama Hristiyanlar sayıları arttıkça ve örgütlendikçe tehdit gibi görülmeye başladılar. Bu biraz da sınıf meselesi olmuştu. İnanç konusunda ise bütün Akdeniz medeniyetleri- Grek, Yunan ve Mısır dahil olmak üzere- çok tanrılı dinlere inanırken Yahudi ve Hristiyanların tek tanrıya inanması, kıyamet günü insanların hesaba çekileceğinin söylenmesi paganlara tuhaf geliyordu. Yani bu dünya yıkılacak herşeyin sonu mu gelecekti? Üstelik bu Hristiyanlar bunu ister gibiydiler. Güya cennete gideceklerdi ve kendilerine kötülük yapanlardan da hesap sorulacaktı. “Bir dakika” dediler, İncil’de İsa’nın bir sözü vardı: “Ben barış için gelmedim, elimde kılıçla geldim.”  Bu ne demekti? Asıl manası belli, Yahudiler Filistin’de Roma’ya vergi vermek istemiyorlar, pagan devlete vergi vermenin onun otoritesini tanımanın günah olduğunu düşünüyorlardı. Demek ki burada bir devlete karşı gelme durumu vardı. Hangisi doğruydu? “Sezar’ın hakkını Sezar’a Tanrı’nın hakkını tanrıya verin” sözü mü, yoksa bu kılıç meselesi mi? Hazreti İsa çarmıha gerilmişti ama “İsa Mesih yeniden dünyaya gelecek, Kıyamet kısa bir süre sonra kopacak” sözleri de neyin nesiydi? Diocletian çok enteresan bir imparatordu, hem devleti dört idari bölgeye ayırmış hem de 305 yılında kendisini emekliye ayırmış Dalmaçya sahilinde Split kentinde yaptırdığı saraya çekilmişti. (Bugün Hırvatistan’ da) Diocletian’ın yerine gaddar bir adam olan, Hristiyan düşmanı Galerius gelmişti. Batıdaki imparator Maximanius da emekli oldu yerine Konstantin’in babası Constantinius atandı. 306 yılında bugünkü İskoçların atası olan bir kavim Britanya’da Roma’ya saldırdı. Constantinius hemen ordusuyla harekete geçti bu saldırıyı bastırdı. Yanında Konstantin’de vardı. Aynı yıl baba Constantinius ölünce varisi Konstantin Britanya, Fransa (Roma devrindeki adıyla Gaul) ve İspanya’ ya Augustus unvanıyla imparator olmak istedi. Galerius Konstantin’in bu sıfatı almasına itiraz etti ve ancak Caesar olabilirsin dedi. Romalılar emekli olan imparator Maximianus’u geri istiyorlar, onun oğlu Maxentius’u da Caesar olarak görmek istiyorlardı. Yani Konstantin’i istemiyorlardı. Galerius buna da itiraz etti. Batı’nın imparatoru olarak Severus’u seçti. Galerius Hristiyanlık karşıtı olduğu için ordudaki Hristiyanlarca sevilmiyordu. Ayaklandılar ve Severus’u öldürdüler. Bunun üzerine, Maxentius Roma’da duruma hâkim oldu. MİLVİA KÖPRÜSÜ SAVAŞI Konstantin ordusuyla Fransa’dan Roma’ya yürüdü. Bu “oldu bitti”yi kabul etmeyecekti. Romalıların sorduğu kâhinler Konstantin’in bu mücadeleyi kazanacağını söyledi. Roma kuşatmaya hazırlandı. Ama halk kendinden yana olmayınca Maxentius uzun bir kuşatmaya dayanamayacağını anladı ve Konstantin’in ordusunu karşılamak için Roma dışına çıktı. 28 Ekim 312 tarihinde iki ordu Milvia Köprüsü yakınında karşılaştılar. Bu savaş Roma’nın geleceğini belirleyecekti. Bu savaşı Konstantin kazandı. Kazanmasıyla birlikte pek çok efsane çıktı.  Konstantin’in söylediğine göre ordu Roma’ya doğru ilerlerken gökte bir haç belirmiş “İn hoc vince- Bu alametle kazanacaksın” denmişti. Bunu askerler de görmüştü. Savaştan bir gece evvel rüyasına Hazreti İsa girmiş haç işaretini göstererek “bu haçı bayrak yapacaksınız” demişti. Ordudaki Hristiyanlar “bu haç en büyük tanrının işareti, evet eski bayrakları atıp, haçlı bayrak yapalım” dediler. Diğerleri korktu. “Yok yere Jüpiter’i kızdırmayalım, üzerimize yıldırım düşer!” dediler. Konstantin kararını vermişti. Haçlı bayraklar yapıldı. Maxentius’un ordusu üzerine yüründü. Şans (ya da Tanrı) Konstantin’den yanaydı. Diğer ordu korkarak dağıldı. Maxentius kaçmak isterken Tiber ırmağında boğuldu. YENİ DİN O güne kadar Hristiyanlara yapılan eziyetler, mallarına el konması, öldürülmeleri, tecavüze ve işkenceye uğramaları artık son bulmuştu. Henüz Hristiyanlık devlet dini olmamıştı ama yasak olmaktan çıkmıştı. Hristiyanların el konulan malları geri verilecekti. Bu yeni dine göre vaftiz olunca tüm günahlar af olacaktı, bu yüzden Konstantin vaftiz olmakta acele etmedi. Daha yapılacak çok iş, işlenecek çok günah vardı… 313 yılında Milano’da verilen bir izinle evlerde dini toplantılar yapılabilecekti. Bazı evler ibadet için tahsis edildi. Artık yeni bir devir açılmıştı. Hristiyanların tanrısı Konstantin’i imparator yapmıştı. Bundan sonraki krallar imparatorlar da dini kullanacak, “bize bu görev tanrı tarafından verildi” diyeceklerdi. Demek ki bu din için imparatorun da bir şeyler yapması lazımdı. Konstantin Doğudaki imparatora da mektup yazıp, artık Hristiyanların eziyet görmemesini istedi. (Galerius ölmüş yerine yeğeni gelmişti.) Kiliseye bir iyilik daha yaptı: vergiden muaf tuttu. Bu durumda artık Kilise de imparatora elinden gelen desteği verecekti. Eskiden imparatorlar pagan tapınakları yaptırıyorlardı şimdi artık imparator kilise yaptırıyor, kiliselere bağışta bulunuyordu. Kilise ekonomik bakımdan güçlenmeye başlamıştı.  Konstantin hem Roma’da (Lateran ’da bulunan St. Giovanni, St. Peter) hem Kudüs te (Kutsal Kabir) önemli kiliseler yaptırdı. Annesi Helena da Hristiyan olmuş, kutsal toprakları gezmiş, o da bazı kiliseler yaptırarak Hristiyanlığa ait bazı önemli eşyayı Roma’ya getirmişti. Konstantin kiliselere özel hukuk alanında yargılama yetkisi vererek kilisenin sosyal hayattaki önemini arttırdı.  “Çarmıha germe” adeti Roma’da çokça uygulanmıştı ancak Konstantin bunu yasakladı, “madem ki Hazreti İsa çarmıha gerildi, bu sadece onunla anılsın, suçlular için bu yöntem kullanılmasın” dedi. 325 yılında İznik Konsül’ ünü toplayarak, Hristiyanlıktaki görüş ayrılıklarına o devir için son verdi. Ortak bir inanış metni hazırlandı. Sarayda Skandal Ahlak kurallarına ve tek eşliliğe önem verdi. Zinayı yasakladı (erkekler kadınları suçlayabiliyor, kadınlar erkekleri suçlayamıyor), tecavüzcülere ölüm cezası verdi. O bunları yaparken ailesinde bir skandal ortaya çıktı. İlk eşinden olan yakışıklı ve çok sevilen oğlunu ikinci eşi Fausta, kendisine tecavüz etmekle suçladı. Hemen oğlunu öldürttü. Bunu duyan Helena, gelinine değil, torununa inandı. Böyle bir şeyin olmadığını, Fausta’nın kölesiyle ilişkisi olduğunu söyledi. Konstantin Fausta’yı hamama yıkanmaya gönderdi, kapıları kitlenmesini ve fırının yaktırdı sonuna kadar yakılmasını emretti. Fausta o hamamdan sağ çıkamadı. Sıcaktan ölmüştü. Ancak boş yere öldürttüğü oğlu Crispus geri gelmedi… Helena’nın Kutsal Topraklara ziyarete gitmesi ve kendisini hayır işlerine adaması 326 yılında yaşanan bu olaydan sonra oldu. CONSTANTİNOPLE 330 yılında Konstantin kendi adıyla yeni bir şehir kurmak istedi. Önce Truva’yı düşündü sonra geçmişle ve pagan inancıyla bir bağı olmayan yeni bir yer olması, stratejik konumu, korunmasının kolay olacağı düşüncesiyle İstanbul’u seçti. Artık yeni bir dönem başlıyordu…  
Ekleme Tarihi: 03 Ağustos 2025 -Pazar

ROMA’DA HRİSTİYANLIĞIN YERLEŞMESİ

 

Üçüncü yüzyılda, İmparator Diocletian zamanında Roma hem çok büyük hem de ekonomik bakımdan idare edilemez bir devlet haline gelmişti. Çok büyük topraklarda iletişim de bir sorundu, uzaktaki orduları kontrol etmek de.  Yüksek enflasyon vardı ve paranın değeri düşmüştü. Bu duruma bir çare bulmak isteyen imparator 285 yılında devleti Doğu ve Batı olarak ikiye böldü. 

Kendisi Doğu’nun İmparatoru olacak, Maximianus da Batı’yı idare edecekti. O devirde halen Paganlar çoğunluktaydı ve Hristiyanlığa iyi gözle bakılmıyordu. İmparatorlara “Tanrı” deniyor imparatorun huzurunda secde ediliyordu.

293 yılında iki Caesar daha seçildi böylece devlet idari olarak dörde bölünmüş oldu. Bu yönetim tarzına Tetrarchy deniyor. Doğu ve Batı’daki İmparatorlar Augustus, yardımcıları da Caesar olarak anılacaktı.

Gelecekte imparator olacak olan meşhur Konstantin’in babası Constantius, bugünkü İngiltere ve Fransa’yı, Galerius ise “Caesar (Sezar)” olarak Balkanları idare edecekti. Buna ilave olarak başka idari bölünmelerle, eyaletler oluşturuldu ve valiler tayin edildi.

Doğu’da Nicomedia (İzmit), Antakya, Selanik, Sırbistan’da bulunan Sirmium; Batı da ise Milano, Trier (Almanya) ve York (Birleşik Krallık) önemli yönetim merkezleri oldu.

303 yılında Hristiyanlığın artmasından ve eskiden sadece yoksullar arasında bilinirken artık zengin ailelere ve yönetici sınıfın eşleri ve çocukları arasında, orduda görev yapan askerler içinde yayılmasından endişelenen Diocletian, pagan dinine inananların da isteğiyle Hristiyanlığı yasakladı. Bunda Didim’de bulunan Apollo tapınağının kahininin de etkisi olmuştu.

Hristiyanlar kolay kolay vazgeçmedi dinlerinden ve tam on sene süren katliamlar yapıldı. Diocletian Hristiyanlığın büyük bir düşmanı olmuştu.

Romalılara göre, isteyen istediği dine inanacak ama imparator hangi tanrıya inanıyorsa ona da inanacak ve Diocletian gibi kendini tanrı yerine koyan imparatora da tapacaktı. Bu görüşler Hristiyanlıkla bağdaşmıyor ve Hristiyanlar direniyordu.

Roma artık eski önemini başkent olarak kaybetmişti, artık güç başka merkezlere de dağılmıştı ama Romanın eski kuvvetli aileleri pagan adetlerini devam ettiriyorlardı. Pagan tapınakları yapılıyor güçlendiriliyor, şehrin felsefi ve kültürel üstünlüğü devam ediyordu.

Her imparatorlukta olduğu gibi orada da çok zenginler ve “aşırı lüks” hayat vardı. Onlar kendi çevrelerinin dışını göremiyorlar, bu hep böyle gider zannediyorlardı. Hristiyanlıkta, inanan herkes tanrı katında eşitti. Bu yüzden ezilenler arasında bu yeni din yayılmaktaydı.

Bazı düşünürler, Doğu eyaletlerinin yağmalanmasıyla sahip olunan bu zenginliklerin Roma’yı ahlaken çökerttiğini, lüks hayata alışmanın kuvvet değil zayıflık işareti olduğunu savunuyorlardı. Altını, gümüşü, mücevherleri, kadınların giydiği ipek elbiseleri (hem lüks hem de içini gösterdiği için) ayıplıyorlardı.

Roma’da Yahudiler de vardı, onlar savaşlarda esir olarak gelmiş sonradan azat edilmişlerdi ancak sayıları az olduğu için tehdit olarak görülmüyorlardı. Ama Hristiyanlar sayıları arttıkça ve örgütlendikçe tehdit gibi görülmeye başladılar. Bu biraz da sınıf meselesi olmuştu.

İnanç konusunda ise bütün Akdeniz medeniyetleri- Grek, Yunan ve Mısır dahil olmak üzere- çok tanrılı dinlere inanırken Yahudi ve Hristiyanların tek tanrıya inanması, kıyamet günü insanların hesaba çekileceğinin söylenmesi paganlara tuhaf geliyordu. Yani bu dünya yıkılacak herşeyin sonu mu gelecekti? Üstelik bu Hristiyanlar bunu ister gibiydiler. Güya cennete gideceklerdi ve kendilerine kötülük yapanlardan da hesap sorulacaktı.

“Bir dakika” dediler, İncil’de İsa’nın bir sözü vardı: “Ben barış için gelmedim, elimde kılıçla geldim.”  Bu ne demekti? Asıl manası belli, Yahudiler Filistin’de Roma’ya vergi vermek istemiyorlar, pagan devlete vergi vermenin onun otoritesini tanımanın günah olduğunu düşünüyorlardı. Demek ki burada bir devlete karşı gelme durumu vardı.

Hangisi doğruydu? “Sezar’ın hakkını Sezar’a Tanrı’nın hakkını tanrıya verin” sözü mü, yoksa bu kılıç meselesi mi?

Hazreti İsa çarmıha gerilmişti ama “İsa Mesih yeniden dünyaya gelecek, Kıyamet kısa bir süre sonra kopacak” sözleri de neyin nesiydi?

Diocletian çok enteresan bir imparatordu, hem devleti dört idari bölgeye ayırmış hem de 305 yılında kendisini emekliye ayırmış Dalmaçya sahilinde Split kentinde yaptırdığı saraya çekilmişti. (Bugün Hırvatistan’ da)

Diocletian’ın yerine gaddar bir adam olan, Hristiyan düşmanı Galerius gelmişti. Batıdaki imparator Maximanius da emekli oldu yerine Konstantin’in babası Constantinius atandı.

306 yılında bugünkü İskoçların atası olan bir kavim Britanya’da Roma’ya saldırdı. Constantinius hemen ordusuyla harekete geçti bu saldırıyı bastırdı. Yanında Konstantin’de vardı. Aynı yıl baba Constantinius ölünce varisi Konstantin Britanya, Fransa (Roma devrindeki adıyla Gaul) ve İspanya’ ya Augustus unvanıyla imparator olmak istedi.

Galerius Konstantin’in bu sıfatı almasına itiraz etti ve ancak Caesar olabilirsin dedi.

Romalılar emekli olan imparator Maximianus’u geri istiyorlar, onun oğlu Maxentius’u da Caesar olarak görmek istiyorlardı. Yani Konstantin’i istemiyorlardı.

Galerius buna da itiraz etti. Batı’nın imparatoru olarak Severus’u seçti. Galerius Hristiyanlık karşıtı olduğu için ordudaki Hristiyanlarca sevilmiyordu. Ayaklandılar ve Severus’u öldürdüler. Bunun üzerine, Maxentius Roma’da duruma hâkim oldu.

MİLVİA KÖPRÜSÜ SAVAŞI

Konstantin ordusuyla Fransa’dan Roma’ya yürüdü. Bu “oldu bitti”yi kabul etmeyecekti. Romalıların sorduğu kâhinler Konstantin’in bu mücadeleyi kazanacağını söyledi. Roma kuşatmaya hazırlandı. Ama halk kendinden yana olmayınca Maxentius uzun bir kuşatmaya dayanamayacağını anladı ve Konstantin’in ordusunu karşılamak için Roma dışına çıktı. 28 Ekim 312 tarihinde iki ordu Milvia Köprüsü yakınında karşılaştılar. Bu savaş Roma’nın geleceğini belirleyecekti.

Bu savaşı Konstantin kazandı. Kazanmasıyla birlikte pek çok efsane çıktı.  Konstantin’in söylediğine göre ordu Roma’ya doğru ilerlerken gökte bir haç belirmiş “İn hoc vince- Bu alametle kazanacaksın” denmişti. Bunu askerler de görmüştü.

Savaştan bir gece evvel rüyasına Hazreti İsa girmiş haç işaretini göstererek “bu haçı bayrak yapacaksınız” demişti. Ordudaki Hristiyanlar “bu haç en büyük tanrının işareti, evet eski bayrakları atıp, haçlı bayrak yapalım” dediler. Diğerleri korktu. “Yok yere Jüpiter’i kızdırmayalım, üzerimize yıldırım düşer!” dediler.

Konstantin kararını vermişti. Haçlı bayraklar yapıldı. Maxentius’un ordusu üzerine yüründü. Şans (ya da Tanrı) Konstantin’den yanaydı. Diğer ordu korkarak dağıldı. Maxentius kaçmak isterken Tiber ırmağında boğuldu.

YENİ DİN

O güne kadar Hristiyanlara yapılan eziyetler, mallarına el konması, öldürülmeleri, tecavüze ve işkenceye uğramaları artık son bulmuştu. Henüz Hristiyanlık devlet dini olmamıştı ama yasak olmaktan çıkmıştı. Hristiyanların el konulan malları geri verilecekti.

Bu yeni dine göre vaftiz olunca tüm günahlar af olacaktı, bu yüzden Konstantin vaftiz olmakta acele etmedi. Daha yapılacak çok iş, işlenecek çok günah vardı…

313 yılında Milano’da verilen bir izinle evlerde dini toplantılar yapılabilecekti. Bazı evler ibadet için tahsis edildi.

Artık yeni bir devir açılmıştı. Hristiyanların tanrısı Konstantin’i imparator yapmıştı. Bundan sonraki krallar imparatorlar da dini kullanacak, “bize bu görev tanrı tarafından verildi” diyeceklerdi.

Demek ki bu din için imparatorun da bir şeyler yapması lazımdı. Konstantin Doğudaki imparatora da mektup yazıp, artık Hristiyanların eziyet görmemesini istedi. (Galerius ölmüş yerine yeğeni gelmişti.)

Kiliseye bir iyilik daha yaptı: vergiden muaf tuttu. Bu durumda artık Kilise de imparatora elinden gelen desteği verecekti.

Eskiden imparatorlar pagan tapınakları yaptırıyorlardı şimdi artık imparator kilise yaptırıyor, kiliselere bağışta bulunuyordu. Kilise ekonomik bakımdan güçlenmeye başlamıştı.

 Konstantin hem Roma’da (Lateran ’da bulunan St. Giovanni, St. Peter) hem Kudüs te (Kutsal Kabir) önemli kiliseler yaptırdı. Annesi Helena da Hristiyan olmuş, kutsal toprakları gezmiş, o da bazı kiliseler yaptırarak Hristiyanlığa ait bazı önemli eşyayı Roma’ya getirmişti.

Konstantin kiliselere özel hukuk alanında yargılama yetkisi vererek kilisenin sosyal hayattaki önemini arttırdı.

 “Çarmıha germe” adeti Roma’da çokça uygulanmıştı ancak Konstantin bunu yasakladı, “madem ki Hazreti İsa çarmıha gerildi, bu sadece onunla anılsın, suçlular için bu yöntem kullanılmasın” dedi.

325 yılında İznik Konsül’ ünü toplayarak, Hristiyanlıktaki görüş ayrılıklarına o devir için son verdi. Ortak bir inanış metni hazırlandı.

Sarayda Skandal

Ahlak kurallarına ve tek eşliliğe önem verdi. Zinayı yasakladı (erkekler kadınları suçlayabiliyor, kadınlar erkekleri suçlayamıyor), tecavüzcülere ölüm cezası verdi. O bunları yaparken ailesinde bir skandal ortaya çıktı. İlk eşinden olan yakışıklı ve çok sevilen oğlunu ikinci eşi Fausta, kendisine tecavüz etmekle suçladı. Hemen oğlunu öldürttü. Bunu duyan Helena, gelinine değil, torununa inandı. Böyle bir şeyin olmadığını, Fausta’nın kölesiyle ilişkisi olduğunu söyledi.

Konstantin Fausta’yı hamama yıkanmaya gönderdi, kapıları kitlenmesini ve fırının yaktırdı sonuna kadar yakılmasını emretti. Fausta o hamamdan sağ çıkamadı. Sıcaktan ölmüştü. Ancak boş yere öldürttüğü oğlu Crispus geri gelmedi…

Helena’nın Kutsal Topraklara ziyarete gitmesi ve kendisini hayır işlerine adaması 326 yılında yaşanan bu olaydan sonra oldu.

CONSTANTİNOPLE

330 yılında Konstantin kendi adıyla yeni bir şehir kurmak istedi. Önce Truva’yı düşündü sonra geçmişle ve pagan inancıyla bir bağı olmayan yeni bir yer olması, stratejik konumu, korunmasının kolay olacağı düşüncesiyle İstanbul’u seçti.

Artık yeni bir dönem başlıyordu…

 

Yazıya ifade bırak !
Okuyucu Yorumları (0)

Yorumunuz başarıyla alındı, inceleme ardından en kısa sürede yayına alınacaktır.

Yorum yazarak Topluluk Kuralları’nı kabul etmiş bulunuyor ve ulusgazetesi.com sitesine yaptığınız yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan tüm yorumlardan site yönetimi hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Sitemizden en iyi şekilde faydalanabilmeniz için çerezler kullanılmaktadır, sitemizi kullanarak çerezleri kabul etmiş saylırsınız.