Elif MAT ERKMEN - Araştırmacı-Yazar
Köşe Yazarı
Elif MAT ERKMEN - Araştırmacı-Yazar
 

REVÜ YILDIZI

Hikâye 1950’ li yıllar, Paris Adam evliydi galiba ama kadına söylememişti. Teresa, uzun boylu yeşil gözlü alımlı bir revü yıldızıydı. Senelerce çalışmıştı. Çocukluğundan beri dans ediyordu. Mesleğinde çok başarılı ve yetenekliydi. Anne babası o küçükken Polonya’dan gelmişlerdi Fransa’ya. Robert ile iyi anlaşıyorlar, gezip tozuyorlardı ama ona fazla güvenemiyordu. Bir dediği bir dediğini tutmuyordu pek. Kendine güvensiz bir hali vardı adamın. Daha önce de bir İtalyan sevgilisi olmuştu, ondan bir oğlu vardı Patrick. Çocuk artık büyüyordu, dokuz yaşına gelmişti. Adam ölünce Teresa oğluna hem annelik hem babalık yapar olmuştu.  Kimseleri yoktu. Daha yeni yeni kendisini toparlıyordu. Alışveriş merkezinde çalışan arkadaşı Lucy, “Senin Robert evli mi?” diye sordu. “Geçen gün bir kadınla gördüm onu. Hediyelik eşya bakıyorlardı.” “Bilmiyorum. Şüpheleniyordum zaten. Kaç defa sordum geçiştirdi. Bu âlemde adam gibi adama rastlanmıyor.” O gün öğleden sonra hem çocuğun giysilerini onarıyor, hem de bunları düşünüyordu. Bu aralar, akşamları çalıştığı yere bir Venezüellalı dadanmıştı. Revüyü Güney Amerika turnesine davet ediyordu. Bakalım patron ne diyecekti bu işe. Kızlar istemiyorlardı. “Taa oralarda ne işimiz var?” diyorlardı. Herkesin, evi çocuğu kendisini Paris’e bağlayan bir hayatı vardı. Ama teklif edilen para iyiydi. Ben ne yaparım acaba diye düşündü. Bu eve de, bir sürü kira veriyorum. Hadi gittim diyelim, çocuk ne olacak ona kim bakacak? Onu da götürmem lazım. Okulu ne olacak? Üç ay için gidip biraz para biriktirmek oraları görmek fena fikir değildi aslında. Carlo uzun boylu yanık tenli mavi gözlü çok cazip bir adamdı. Beyaz gömleği boynundaki mavi fuları ile pek şıktı. Ana dili İspanyolcaydı ama Fransızcayı da fena konuşmuyordu. Eğlenceyi seven yüksek sesle kahkaha atan, kolunu beline doladığında Teresa’nın yüreğini hoplatan bir adam. Kanı ısınmıştı bu adama. Neşeli, güler yüzlü adamları severdi. Konuşkan olması, dertsiz tasasız görünmesi hoşuna gidiyordu. “Gelirsem oğlumu da getirmem gerekir Venezüella’ya. Burada bırakacak kimsem yok” dedi. “Kaç yaşında?” “9” “Gelsin, dünyayı görmüş olur, İspanyolca öğrenir, hayat tecrübesi kazanır” dedi Carlo. “Pasaport çıkartayım o zaman.” “Senin var mı?” “Var. İtalya’ya giderken almıştım. Evi de boşaltmam lazım, üç ay boşuna kira vermek istemiyorum.” “Bir ay vaktin var, herşeyi halletmek için.” O sırada kadehe eli çarptı, cam şıkırtısı yere dökülen kırmızı şarap… Acaba kötüye mi işaret bu? Yoo hayır. Cam kırılınca nazar gider derler. İyiye yoralım diye düşündü. Dışarı çıktılar, gökyüzü pırıl pırıldı. Yıldızlara bakınca içi coşkuyla doldu. Heyecanla gelecek günleri bekliyordu. Yeni bir kıta, yeni bir hayat. Görünüşe göre üç aylık bir turne olacaktı bu ama uzayabilirdi. Haydi hayırlısı. Robert’e de iyi oldu. Madem evliydi niye beni aylarca oyaladı utanmaz adam? Şimdi “İş için Venezüella’ya gidiyorum” deyince bakalım ne diyecek? Robert, birkaç gün sonra aradı. “Akşam görüşelim, özledim seni” dedi. “Bu akşam olmaz. Bu aralar çok yorgunum hem geç saatlere kadar çalışıyorum, hem turneye hazırlanıyorum.” “Ne turnesi?” “Güney Amerika Turnesi. Venezüella’dan teklif aldık. Patron kabul etti. Üç aylığına gidiyoruz.” “Bana söylemeden mi gidiyorsun? Ne bu? Bir Nisan şakası mı?” “Hayır, ne münasebet? Şaka falan değil. Gerçekten böyle bir teklif aldık. Önce çok düşündüm nasıl olur diye ama sonra bu değişiklik bana iyi gelecek dedim. Parası da iyi.” “Nerede kalacaksınız?” “Lafa bak herhalde bir yer buluruz” diye düşündü içinden, “Organizatör Carlo otelleri ayarlayacak, otellere biz para vermiyoruz, onlar hallediyor.” “Üç ay çok, özlerim seni” “Öyle mi? Belki çok meşgul olursun, fark etmezsin bile” “Ne demek istiyorsun?” “Geçen gün, seni görmüş Lucy, mağazada bir hanımla” “Haydaa! Kim bu Lucy ya? Ne karıştırıyor?” “Karın mıydı? “Kaç defa söyledim sana evli değilim diye” Teresa ne diyeceğini bilmiyordu. “Gitme” dedi Robert. “Paris’e benzemez oralar. Yalnız bir kadın için tehlikeli.” “Yalnız gitmiyorum, grupla beraberim, anlaşmayı yaptık, kontratı imzaladık. Uçak biletlerimizi aldılar. Evi boşaltıyorum.” “Peki” dedi Robert sesi kırgın. “Yarın ararım ben seni.” Teresa gece geç yattığı için sabahları kalkamıyordu. Komşu hanımla anlaşmış, kadına anahtar vermişti. Sylvia erkenden geliyor, çocuğu hazırlıyor okula götürüyordu. Akşamları da Teresa alıyordu iki çocuğu okuldan. Robert geldiğinde Patrick okulda, Teresa ise henüz uyanmamıştı. Kapı çaldı üç kere.  Önce bırak çalsın dedi, sonra söylene söylene kalktı Teresa. Açtı kapıyı, karşısında Robert. “Ne oldu?” Dedi “Gitmeye kararlısın biliyorum ama gitmeden önce sana söyleyeceklerim var. Aslında söylememem gerekiyor çünkü sırdır, gizli tutulması gerekir. Ben İnterpol’de görevliyim. Gizli serviste.  Yasaktır söylememiz, nerede çalıştığımız hangi işin peşinde olduğumuz, özel hayatımız, adresimiz, telefonumuz hepsi gizlidir. O yüzden ne zaman bana bir şey sorsan doğru dürüst bir cevap alamadın.” “Aynasız” dedi Teresa. Güldüler. “Ha unutmadan, evli falan değilim hayatımda kimse yok. Lucy’ nin gördüğü kadında ajandır. Bazan takip yaparken çift olarak bir yere girip inceleme yapmak daha kolay oluyor. O gün de birisinin peşindeydik. Bu dediklerimi kimseye söylemeyeceksin, ne olursa olsun. Vereceğim adresi ezberleyeceksin. Eğer bir şeye ihtiyacın olursa benimle bağlantı kuracaksın. Ne olursa olsun uyuşturucudan ve satıcılarından uzak duracaksın. Çok büyük operasyonlar dönüyor orada. Dikkatli ol. Kimseye güvenme. En yakınındakilere bile.” Teresa’nın gözleri açılmıştı. Duyduklarını anlamlandırmaya çalışıyordu. “Tamam” dedi. “Merak etme, çocuk değilim.” “Git” dedi Robert. “İlle de gitmek istiyorsan. Ama unutma ben buradayım.” Onu kollarına aldı, hırsla öptü. Tuttu elinden yatağa götürdü. Uçağa binerken aklı karmakarışıktı Teresa’nın. Ağlıyordu. Yanında oğlu “Ne oldu anne?” dedi. “Annen duygusal böyle işte. Paris’ten evimizden ayrılmak bana zor geldi.” “Ben çok heyecanlıyım. İlk defa uçakla bir yere gidiyorum. Çok eğleneceğiz” dedi çocuk. Yol boyunca konuştu, sorular sordu. Diğer artistlerde heyecanlıydılar. “Latin Amerika ha! İnanamıyorum” dedi kızlardan biri. Bir başkası “Orada bir milyarder bulup, evleneceğim” dedi. “Aaa! Ben Paris’ten başka yerde yaşayamam. Döneceğim, işim bitince hemen.” “Rio de Janeiro’yu da görmek istiyorum. Çok muhteşem bir şehir.” “Düşünsene kaç yer göreceğiz, muhteşem müzikhollerde çalışacağız. Bu şans bir daha ele geçmez.” “Eyvah file çoraplarımı unuttum” “Merak etme orada bulur alırız. Ya da senin milyarder sevgilin Paris’ten getirtir.” Konuşa konuşa uyudular. Tatlı umut dolu bir uykuydu bu. Yeni başlangıçlara çarpıyordu kalpleri genç kadınların ve guruptaki tek çocuk olan Patrick’in. Caracas’a indiklerinde şehre hayran kaldılar.  Denize iki bin metre yükseklikteki dağların arasında büyülü bir yerdi. Bir otele yerleştiler. “Gösteriler başlamadan önce biraz dinlenin, havuzda yüzün” dedi Carlos. Birkaç gün geçti, Teresa’ya “sen çocukla biz de de kalabilirsin. Çalışırken çocukla ilgilenecek birisini ayarlamak lazım. Evde yardımcılarım var. Onlar ilgilenirler.” Dedi. Emilie, bunu duyunca, “Hmm. Sana özel ilgi gösteriyor, bu adam” dedi. “Öyle görünüyor. Çocukla da çok ilgili. Ona bir İspanyolca hocası tutmak istiyor. -Buradayken eğitimi aksamasın- dedi.” Carlo’nun evi şehir dışında güzel bir villa idi.  Şatafatlı değil, sade döşenmişti. Bahçesi bakımlı, arkadaki havuzuyla ağaçların gölgesindeki rahat koltuklarıyla çok davetkar bir yerdi. “Sana bir bisiklet alalım gezersin” dedi çocuğa. Patrick halinden memnun görünüyordu. Teresa Carlo’nun her şeyi ince ince düşünmesinden etkilenmişti.  Herşey yeniydi onun için. Latin Amerika hakkında fazla bir bilgisi yoktu. İspanyolca da bilmiyordu. Ama öğrenecekti. Ertesi hafta gösteriler başladı. Çok yoruluyorlardı. Hızlı tempo, işten geri kalan zamanlarda, etrafı gezip görme, alışveriş, günler hızla geçiyordu. “Turne başarılı oldu, biraz daha uzatabiliriz” dedi Carlo. Çocuğu da istersen burada okula yazdıralım. “Nasıl olur, alırlar mı?” “Ben hallederim.  Gösteriler bitince de artık çalışmazsın dinlenirsin.” Beraber yaşamaya başlamışlardı. Hayatı değişiyordu Teresa’nın. İki seçenek vardı karşısında: ya Paris’e dönecek, eski hayatına devam edecek, ya da burada kalıp, Carlo ile yaşayacaktı. Carlo herşeyi bu ikinci seçeneğe göre planlıyordu. Onun döneceğine ihtimal vermek istemiyordu. Çocukla da baba gibi ilgileniyordu. Teresa, “Herşey çok iyi gidiyor ama aslında bu adamı fazla tanımıyorum. Doğru bir kara mı veriyorum”? diye düşünüyordu. Kızlardan birkaçı da orada sevgili bulmuşlardı. Onlar da kalıp kalmamak arasında kararsızdı. Gitme vakti geldi. Kader ağlarını örüyordu. Sarıldı Carlo beline, “Bırakmam seni. Artık ben neredeysem sen de oradasın” dedi. Bu zor bir karardı. Bundan sonraki hayatını belirleyecek bir karar. Hangi ülkede yaşayacağını çocuğunu nasıl büyüteceğini, nasıl bir adamlar ömrünü geçireceğini ilgilendiriyordu. Revüde dans ederek geçimini kaç yaşına kadar sağlayabilirdi. Emekli olma zamanı gelecekti elbet. Bunları düşündü. Oğlunun Fransa’daki geleceğini ve burada Venezüella’da bulundukları ortamı düşündü. En iyi okula vermişti Carlo onu. “Çocuk mutlu olursa annesi de burada kalır” diye düşünüyordu belli ki. Çocukta halinden memnun görünüyordu. Teresa, Carlo’nun cazibesine kapılmıştı zaten tanıştıklarından beri. “Peki öyle olsun” dedi, kabul etti teklifini. Hayat rüya gibi geçmeye başladı. Güzel bir ev, yakışıklı bir koca, akıllı bir çocuk, ikincisi de yolda. Bir gün kendi resmini bir dergide gördü, iş adamı Carlo Bianchi ile güzel eşi operadan çıkarlarken diyordu. Teresa’nın üzerinde yeşil kadife bir gece elbisesi vardı. Kolunda yakut taşlı bilezik, ona uygun yüzüğü, küpeleri, kızıl saçları ile çok hoş görünüyordu. Yazıda Fransız bir revü yıldızı olduğu, parlak kariyerini bu evlilik için geride bıraktığı anlatılıyordu. “Meşhur olmuşuz” dedi. “Severler burada sosyete haberlerini” “Bir gün Paris’e gitsek” “Çocuğun doğmasını bekleyelim. Daha iyi olur.” Özlemişti artık Paris’i Teresa ama artık uzun süre gidemem herhalde diye düşündü. Bebek doğduktan sonra kolay olmazdı seyahat. Baharda bir kızları oldu. Teresa gerçekten çok mutluydu. İlk oğlunun doğumunda zorluk çekmişti çocuğa bakmakta ama şimdi burada Caracas’ta imkanları genişti. Evde dadılarla büyüyecekti çocuk. Geleceğe ümitle bakabilirdi. Ondan haber bekleyen Lucy’ ye mektup yazdı, hayatındaki gelişmeleri anlattı, Paris’i sordu. Gelen cevap, biraz karmaşıktı. Lucy’nin hayatında da değişiklikler vardı. O da evlenmişti ama mutlu değildi. Kocasının başı polisle dertteydi. Uyuşturucu işine girmişti. Karakolluk olduklarında kendilerini sorgulamaya Robert gelmişti. Lucy’nin bu işlerden haberi olmadığı anlaşılınca onu serbest bırakmışlardı. Ama kocası hala içerdeydi. Ayrılırlarken Robert, ona Teresa’yı sormuş, Lucy’de, “Venezüella’da yaşıyor artık” demişti. Robert’ın lafı edilince, gözleri daldı Teresa’nın ne yapıyordu acaba eski aşkı. Kendi kocasının da karışık işleri olduğunu biliyordu ama bir şey sormamayı daha akıllıca buluyor Carlo’nun anlattıkları dışında işle ilgili bir merak göstermiyordu. Biraz “üzümünü ye, bağını sorma” durumu vardı aralarındaki ilişkide. Daha doğrusu kötü bir şey olmasın, bu büyü bozulmasın istiyordu çünkü hayatta herşeyin yolunda gittiği, işlerin tereyağından kıl çeker gibi kolaylıkla halledildiği görülmemiştir. Her şey iyi derken bir şey olur tökezler insan. Ne bileyim, nazar değer, bir şey olur. “Demek her şeyin yolunda olması da ayrı bir dertmiş, insanın eli yüreğinde oluyormuş” dedi kendi kendisine… Devamı Haftaya…        
Ekleme Tarihi: 05 February 2025 - Wednesday

REVÜ YILDIZI

Hikâye

1950’ li yıllar, Paris

Adam evliydi galiba ama kadına söylememişti. Teresa, uzun boylu yeşil gözlü alımlı bir revü yıldızıydı. Senelerce çalışmıştı. Çocukluğundan beri dans ediyordu. Mesleğinde çok başarılı ve yetenekliydi. Anne babası o küçükken Polonya’dan gelmişlerdi Fransa’ya.

Robert ile iyi anlaşıyorlar, gezip tozuyorlardı ama ona fazla güvenemiyordu. Bir dediği bir dediğini tutmuyordu pek. Kendine güvensiz bir hali vardı adamın.

Daha önce de bir İtalyan sevgilisi olmuştu, ondan bir oğlu vardı Patrick. Çocuk artık büyüyordu, dokuz yaşına gelmişti. Adam ölünce Teresa oğluna hem annelik hem babalık yapar olmuştu.  Kimseleri yoktu. Daha yeni yeni kendisini toparlıyordu.

Alışveriş merkezinde çalışan arkadaşı Lucy, “Senin Robert evli mi?” diye sordu. “Geçen gün bir kadınla gördüm onu. Hediyelik eşya bakıyorlardı.”

“Bilmiyorum. Şüpheleniyordum zaten. Kaç defa sordum geçiştirdi. Bu âlemde adam gibi adama rastlanmıyor.”

O gün öğleden sonra hem çocuğun giysilerini onarıyor, hem de bunları düşünüyordu. Bu aralar, akşamları çalıştığı yere bir Venezüellalı dadanmıştı. Revüyü Güney Amerika turnesine davet ediyordu. Bakalım patron ne diyecekti bu işe.

Kızlar istemiyorlardı. “Taa oralarda ne işimiz var?” diyorlardı. Herkesin, evi çocuğu kendisini Paris’e bağlayan bir hayatı vardı. Ama teklif edilen para iyiydi. Ben ne yaparım acaba diye düşündü. Bu eve de, bir sürü kira veriyorum.

Hadi gittim diyelim, çocuk ne olacak ona kim bakacak? Onu da götürmem lazım. Okulu ne olacak?

Üç ay için gidip biraz para biriktirmek oraları görmek fena fikir değildi aslında.

Carlo uzun boylu yanık tenli mavi gözlü çok cazip bir adamdı. Beyaz gömleği boynundaki mavi fuları ile pek şıktı. Ana dili İspanyolcaydı ama Fransızcayı da fena konuşmuyordu. Eğlenceyi seven yüksek sesle kahkaha atan, kolunu beline doladığında Teresa’nın yüreğini hoplatan bir adam.

Kanı ısınmıştı bu adama. Neşeli, güler yüzlü adamları severdi. Konuşkan olması, dertsiz tasasız görünmesi hoşuna gidiyordu.

“Gelirsem oğlumu da getirmem gerekir Venezüella’ya. Burada bırakacak kimsem yok” dedi.

“Kaç yaşında?”

“9”

“Gelsin, dünyayı görmüş olur, İspanyolca öğrenir, hayat tecrübesi kazanır” dedi Carlo.

“Pasaport çıkartayım o zaman.”

“Senin var mı?”

“Var. İtalya’ya giderken almıştım. Evi de boşaltmam lazım, üç ay boşuna kira vermek istemiyorum.”

“Bir ay vaktin var, herşeyi halletmek için.”

O sırada kadehe eli çarptı, cam şıkırtısı yere dökülen kırmızı şarap… Acaba kötüye mi işaret bu? Yoo hayır. Cam kırılınca nazar gider derler. İyiye yoralım diye düşündü.

Dışarı çıktılar, gökyüzü pırıl pırıldı. Yıldızlara bakınca içi coşkuyla doldu. Heyecanla gelecek günleri bekliyordu. Yeni bir kıta, yeni bir hayat. Görünüşe göre üç aylık bir turne olacaktı bu ama uzayabilirdi. Haydi hayırlısı. Robert’e de iyi oldu. Madem evliydi niye beni aylarca oyaladı utanmaz adam? Şimdi “İş için Venezüella’ya gidiyorum” deyince bakalım ne diyecek?

Robert, birkaç gün sonra aradı. “Akşam görüşelim, özledim seni” dedi.

“Bu akşam olmaz. Bu aralar çok yorgunum hem geç saatlere kadar çalışıyorum, hem turneye hazırlanıyorum.”

“Ne turnesi?”

“Güney Amerika Turnesi. Venezüella’dan teklif aldık. Patron kabul etti. Üç aylığına gidiyoruz.”

“Bana söylemeden mi gidiyorsun? Ne bu? Bir Nisan şakası mı?”

“Hayır, ne münasebet? Şaka falan değil. Gerçekten böyle bir teklif aldık. Önce çok düşündüm nasıl olur diye ama sonra bu değişiklik bana iyi gelecek dedim. Parası da iyi.”

“Nerede kalacaksınız?”

“Lafa bak herhalde bir yer buluruz” diye düşündü içinden, “Organizatör Carlo otelleri ayarlayacak, otellere biz para vermiyoruz, onlar hallediyor.”

“Üç ay çok, özlerim seni”

“Öyle mi? Belki çok meşgul olursun, fark etmezsin bile”

“Ne demek istiyorsun?”

“Geçen gün, seni görmüş Lucy, mağazada bir hanımla”

“Haydaa! Kim bu Lucy ya? Ne karıştırıyor?”

“Karın mıydı?

“Kaç defa söyledim sana evli değilim diye”

Teresa ne diyeceğini bilmiyordu.

“Gitme” dedi Robert. “Paris’e benzemez oralar. Yalnız bir kadın için tehlikeli.”

“Yalnız gitmiyorum, grupla beraberim, anlaşmayı yaptık, kontratı imzaladık. Uçak biletlerimizi aldılar. Evi boşaltıyorum.”

“Peki” dedi Robert sesi kırgın. “Yarın ararım ben seni.”

Teresa gece geç yattığı için sabahları kalkamıyordu. Komşu hanımla anlaşmış, kadına anahtar vermişti. Sylvia erkenden geliyor, çocuğu hazırlıyor okula götürüyordu. Akşamları da Teresa alıyordu iki çocuğu okuldan.

Robert geldiğinde Patrick okulda, Teresa ise henüz uyanmamıştı. Kapı çaldı üç kere.  Önce bırak çalsın dedi, sonra söylene söylene kalktı Teresa. Açtı kapıyı, karşısında Robert.

“Ne oldu?” Dedi

“Gitmeye kararlısın biliyorum ama gitmeden önce sana söyleyeceklerim var. Aslında söylememem gerekiyor çünkü sırdır, gizli tutulması gerekir. Ben İnterpol’de görevliyim. Gizli serviste.  Yasaktır söylememiz, nerede çalıştığımız hangi işin peşinde olduğumuz, özel hayatımız, adresimiz, telefonumuz hepsi gizlidir. O yüzden ne zaman bana bir şey sorsan doğru dürüst bir cevap alamadın.”

“Aynasız” dedi Teresa.

Güldüler.

“Ha unutmadan, evli falan değilim hayatımda kimse yok. Lucy’ nin gördüğü kadında ajandır. Bazan takip yaparken çift olarak bir yere girip inceleme yapmak daha kolay oluyor. O gün de birisinin peşindeydik. Bu dediklerimi kimseye söylemeyeceksin, ne olursa olsun. Vereceğim adresi ezberleyeceksin. Eğer bir şeye ihtiyacın olursa benimle bağlantı kuracaksın. Ne olursa olsun uyuşturucudan ve satıcılarından uzak duracaksın. Çok büyük operasyonlar dönüyor orada. Dikkatli ol. Kimseye güvenme. En yakınındakilere bile.”

Teresa’nın gözleri açılmıştı. Duyduklarını anlamlandırmaya çalışıyordu. “Tamam” dedi. “Merak etme, çocuk değilim.”

“Git” dedi Robert. “İlle de gitmek istiyorsan. Ama unutma ben buradayım.”

Onu kollarına aldı, hırsla öptü. Tuttu elinden yatağa götürdü.

Uçağa binerken aklı karmakarışıktı Teresa’nın. Ağlıyordu. Yanında oğlu “Ne oldu anne?” dedi.

“Annen duygusal böyle işte. Paris’ten evimizden ayrılmak bana zor geldi.”

“Ben çok heyecanlıyım. İlk defa uçakla bir yere gidiyorum. Çok eğleneceğiz” dedi çocuk. Yol boyunca konuştu, sorular sordu.

Diğer artistlerde heyecanlıydılar. “Latin Amerika ha! İnanamıyorum” dedi kızlardan biri.

Bir başkası “Orada bir milyarder bulup, evleneceğim” dedi.

“Aaa! Ben Paris’ten başka yerde yaşayamam. Döneceğim, işim bitince hemen.”

“Rio de Janeiro’yu da görmek istiyorum. Çok muhteşem bir şehir.”

“Düşünsene kaç yer göreceğiz, muhteşem müzikhollerde çalışacağız. Bu şans bir daha ele geçmez.”

“Eyvah file çoraplarımı unuttum”

“Merak etme orada bulur alırız. Ya da senin milyarder sevgilin Paris’ten getirtir.”

Konuşa konuşa uyudular. Tatlı umut dolu bir uykuydu bu. Yeni başlangıçlara çarpıyordu kalpleri genç kadınların ve guruptaki tek çocuk olan Patrick’in.

Caracas’a indiklerinde şehre hayran kaldılar.  Denize iki bin metre yükseklikteki dağların arasında büyülü bir yerdi. Bir otele yerleştiler. “Gösteriler başlamadan önce biraz dinlenin, havuzda yüzün” dedi Carlos.

Birkaç gün geçti, Teresa’ya “sen çocukla biz de de kalabilirsin. Çalışırken çocukla ilgilenecek birisini ayarlamak lazım. Evde yardımcılarım var. Onlar ilgilenirler.” Dedi.

Emilie, bunu duyunca, “Hmm. Sana özel ilgi gösteriyor, bu adam” dedi.

“Öyle görünüyor. Çocukla da çok ilgili. Ona bir İspanyolca hocası tutmak istiyor. -Buradayken eğitimi aksamasın- dedi.”

Carlo’nun evi şehir dışında güzel bir villa idi.  Şatafatlı değil, sade döşenmişti. Bahçesi bakımlı, arkadaki havuzuyla ağaçların gölgesindeki rahat koltuklarıyla çok davetkar bir yerdi. “Sana bir bisiklet alalım gezersin” dedi çocuğa. Patrick halinden memnun görünüyordu.

Teresa Carlo’nun her şeyi ince ince düşünmesinden etkilenmişti.  Herşey yeniydi onun için. Latin Amerika hakkında fazla bir bilgisi yoktu. İspanyolca da bilmiyordu. Ama öğrenecekti.

Ertesi hafta gösteriler başladı. Çok yoruluyorlardı. Hızlı tempo, işten geri kalan zamanlarda, etrafı gezip görme, alışveriş, günler hızla geçiyordu.

“Turne başarılı oldu, biraz daha uzatabiliriz” dedi Carlo. Çocuğu da istersen burada okula yazdıralım.

“Nasıl olur, alırlar mı?”

“Ben hallederim.  Gösteriler bitince de artık çalışmazsın dinlenirsin.”

Beraber yaşamaya başlamışlardı. Hayatı değişiyordu Teresa’nın. İki seçenek vardı karşısında: ya Paris’e dönecek, eski hayatına devam edecek, ya da burada kalıp, Carlo ile yaşayacaktı.

Carlo herşeyi bu ikinci seçeneğe göre planlıyordu. Onun döneceğine ihtimal vermek istemiyordu. Çocukla da baba gibi ilgileniyordu.

Teresa, “Herşey çok iyi gidiyor ama aslında bu adamı fazla tanımıyorum. Doğru bir kara mı veriyorum”? diye düşünüyordu.

Kızlardan birkaçı da orada sevgili bulmuşlardı. Onlar da kalıp kalmamak arasında kararsızdı.

Gitme vakti geldi. Kader ağlarını örüyordu. Sarıldı Carlo beline, “Bırakmam seni. Artık ben neredeysem sen de oradasın” dedi.

Bu zor bir karardı. Bundan sonraki hayatını belirleyecek bir karar. Hangi ülkede yaşayacağını çocuğunu nasıl büyüteceğini, nasıl bir adamlar ömrünü geçireceğini ilgilendiriyordu.

Revüde dans ederek geçimini kaç yaşına kadar sağlayabilirdi. Emekli olma zamanı gelecekti elbet. Bunları düşündü. Oğlunun Fransa’daki geleceğini ve burada Venezüella’da bulundukları ortamı düşündü.

En iyi okula vermişti Carlo onu. “Çocuk mutlu olursa annesi de burada kalır” diye düşünüyordu belli ki. Çocukta halinden memnun görünüyordu.

Teresa, Carlo’nun cazibesine kapılmıştı zaten tanıştıklarından beri. “Peki öyle olsun” dedi, kabul etti teklifini.

Hayat rüya gibi geçmeye başladı. Güzel bir ev, yakışıklı bir koca, akıllı bir çocuk, ikincisi de yolda.

Bir gün kendi resmini bir dergide gördü, iş adamı Carlo Bianchi ile güzel eşi operadan çıkarlarken diyordu. Teresa’nın üzerinde yeşil kadife bir gece elbisesi vardı. Kolunda yakut taşlı bilezik, ona uygun yüzüğü, küpeleri, kızıl saçları ile çok hoş görünüyordu. Yazıda Fransız bir revü yıldızı olduğu, parlak kariyerini bu evlilik için geride bıraktığı anlatılıyordu.

“Meşhur olmuşuz” dedi.

“Severler burada sosyete haberlerini”

“Bir gün Paris’e gitsek”

“Çocuğun doğmasını bekleyelim. Daha iyi olur.”

Özlemişti artık Paris’i Teresa ama artık uzun süre gidemem herhalde diye düşündü. Bebek doğduktan sonra kolay olmazdı seyahat.

Baharda bir kızları oldu. Teresa gerçekten çok mutluydu. İlk oğlunun doğumunda zorluk çekmişti çocuğa bakmakta ama şimdi burada Caracas’ta imkanları genişti. Evde dadılarla büyüyecekti çocuk. Geleceğe ümitle bakabilirdi.

Ondan haber bekleyen Lucy’ ye mektup yazdı, hayatındaki gelişmeleri anlattı, Paris’i sordu.

Gelen cevap, biraz karmaşıktı. Lucy’nin hayatında da değişiklikler vardı. O da evlenmişti ama mutlu değildi. Kocasının başı polisle dertteydi. Uyuşturucu işine girmişti. Karakolluk olduklarında kendilerini sorgulamaya Robert gelmişti. Lucy’nin bu işlerden haberi olmadığı anlaşılınca onu serbest bırakmışlardı. Ama kocası hala içerdeydi.

Ayrılırlarken Robert, ona Teresa’yı sormuş, Lucy’de, “Venezüella’da yaşıyor artık” demişti.

Robert’ın lafı edilince, gözleri daldı Teresa’nın ne yapıyordu acaba eski aşkı.

Kendi kocasının da karışık işleri olduğunu biliyordu ama bir şey sormamayı daha akıllıca buluyor Carlo’nun anlattıkları dışında işle ilgili bir merak göstermiyordu. Biraz “üzümünü ye, bağını sorma” durumu vardı aralarındaki ilişkide.

Daha doğrusu kötü bir şey olmasın, bu büyü bozulmasın istiyordu çünkü hayatta herşeyin yolunda gittiği, işlerin tereyağından kıl çeker gibi kolaylıkla halledildiği görülmemiştir. Her şey iyi derken bir şey olur tökezler insan. Ne bileyim, nazar değer, bir şey olur. “Demek her şeyin yolunda olması da ayrı bir dertmiş, insanın eli yüreğinde oluyormuş” dedi kendi kendisine…

Devamı Haftaya…

 

 

 

 

Yazıya ifade bırak !
Okuyucu Yorumları (0)

Yorumunuz başarıyla alındı, inceleme ardından en kısa sürede yayına alınacaktır.

Yorum yazarak Topluluk Kuralları’nı kabul etmiş bulunuyor ve ulusgazetesi.com sitesine yaptığınız yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan tüm yorumlardan site yönetimi hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Sitemizden en iyi şekilde faydalanabilmeniz için çerezler kullanılmaktadır, sitemizi kullanarak çerezleri kabul etmiş saylırsınız.