21. yüzyıl; ileri teknoloji, öyle ki dünya herkesin parmaklarının ucunda, medeniyetin ise zirvesini yaşadığı bir yüzyıl. Ancak bu ilerleme, büyük bir çelişkiyi de beraberinde getiriyor: Güzelliklerin, insanlığın ve doğanın sessizce yok oluşu…
İnsanın iktidar hırsının en acı sonucu savaşlar bir türlü bitmiyor. Hem de hangi gerekçeyle? “Barış” veya “özgürlük” adına. Üstelik savaşlar yalnızca cephede de değil; ekonomide, medyada, dijital dünyada aralıksız devam ediyor. Modern çağın savaşları, görünürde “uygar” nedenlerle başlatılsa da, altında yatan temel sebep hep aynı: Güç, çıkar ve kontrol arzusu. Ve ironik biçimde, bu savaşların bedelini her zaman masumlar ödüyor: çocuklar, kadınlar, sivil halk, doğa, …
İnsanoğlu, “gelişme” adı altında doğayı mahvetmeyi hak görüyor: Ormanlar yok ediliyor, denizler kirletiliyor, atmosfer gazlarla boğuluyor. Sonuç; dünya iklim kriziyle boğuşuyor. İklim krizi sadece çevresel bir sorun değil; aynı zamanda bir insanlık trajedisi. Kuraklık, açlık ve göç dalgaları, dünyanın dengesini her geçen gün biraz daha bozuyor.
Dünya sahnesinde, büyük güçler “iklim zirveleri” düzenleyip, “yeşil politikalar” açıklıyor. Fakat bu politikalar, çoğu zaman yalnızca görüntüde.
Bugün gezegenimizde sekiz milyardan fazla insan yaşıyor. Ancak bu bolluk içinde milyonlar hâlâ aç. Dünyanın bir yarısı gıdayı israf ederken, diğer yarısı temiz suya ulaşamıyor. Gelişmiş ülkeler “yardım” ettiklerini söylese de, çoğu zaman bu yardımlar, kendi ekonomik çıkarlarını sürdürmenin bir yolu hâline geliyor.
Dünya, adeta “bir şeyler yapıyormuş” gibi davranarak kendi çıkarları için geri kalanını gözünü kırpmadan yok edebiliyor. “Sorunları çözüyoruz” derken bile sorunların kaynağının ta kendisidirler.
Bu tablo beni André Gide’in Kalpazanlar adlı romanına götürüyor. Gide de aslında eserinde “sahte parayı” değil, “sahte insanlığı” anlatmıştı.
Gide‘in “kalpazanları” artık para basmıyor; yalan vaatler, sahte umutlar ve çarpıtılmış gerçekler basıyor.
Savaşlar bitmiyor ama sözde kimse savaş istemiyor. Tüm dünya liderleri “Barış” diyor ama silahlar susmuyor. Savaşların bahanesi değişiyor ama amacı hep aynı: Güç. Herkes “yeşil gelecek” ten söz ediyor ama dünyayı her gün daha fazla kirletiyor. Dünya yoksullukla boğuşurken, aç insanlar hala aç ve onların üzerinden doymak bilmeyen sistemlerin cebine milyarlarca dolar giriyor, onların sofralarına ise ekmek bile düşmüyor.
Yani; Dünya giderek büyük bir kalpazanlık laboratuvarına dönüşüyor. Gerçek barışın, gerçek adaletin, gerçek vicdanın değeri yani gerçek “insanlığın” değeri her geçen gün daha da azalıyor.
Dünyadaki büyük güçler, insanlığa “gerçek” diye sundukları şeyleri sahte birer banknot gibi dolaşıma sokuyorlar.
Ama unutmayalım: Gide’in satırlarında söylediği gibi;
“Sahte olan, sonunda gerçeğin karşısında erimeye mahkûmdur.”
Bu geçici dünyada insanca yaşamak herkesin hakkı. Bu nedenle doğayı, barışı, insan onurunu korumak insanlığın gereğidir.
Yazımı Nazım Hikmet’in bugünkü durumu çok güzel özetleyen satırlarıyla bitiriyorum:
“Alt tarafı bir çiçek toplayıp, bir hayvan sahiplenip,
birkaç insan tanıyıp, sevip gidecektik bu dünyadan.
Nasıl kötü bir zamana denk geldi ömrümüz.”
