Heidi, hiç şüphesiz çocukluğumuzun en sevilen ve en saf anılarımızı süsleyen çizgi filmlerinden bir tanesiydi.
Kırmızı yanaklı, sade elbiseli, özgürlüğüne düşkün küçük bir kız olan Heidi; Alp Dağları’nın eteklerinde büyükbabasıyla yaşar, keçilerle oynar, doğada neşeyle koşuşturur…
Ekran başına geçtiğimizde Heidi’nin neşesine ve onun saf mutluluğuna kapılırdık.
Ama yıllar sonra öğrendik ki, o küçük kızın çıplak ayakları, sadece özgürlüğün değil, acı bir tarihin de sembolüymüş.
Heidi’nin yaratıcısı İsviçreli yazar Johanna Spyri, bu hikâyeyi 1880 yılında kaleme almıştı. O dönemde İsviçre, bugünkü huzurlu ve demokratik kimliğinden çok uzaktı.
1860 ile 1974 yılları arasında ülkede yaşanan “Verdingkinder” (sözleşmeli çocuklar) dönemi, çocuk sömürüsünün en feci örneklerinden birisidir.
Devlet ve kilisenin işbirliğiyle “korunmaya ve bakıma muhtaç” çocuklar alınıyor ve Alp köylerindeki çiftliklere gönderiliyor, köle gibi çalıştırılıyordu.
Bu çocuklar; kimi zaman şiddet, kimi zaman istismar, kimi zaman da açlıkla sınanıyorlardı.
Çıplak ayaklı, hayatta kalma mücadelesi veren bu çocuklara, halk arasında “çıplak ayaklılar” deniyordu.
Spyri’nin Heidi’si, işte bu çocukların sessiz çığlığını taşıyordu. Onun çıplak ayakları, yalnızca doğa sevgisinin değil, sistemin görmezden geldiği çocukların bir simgesiydi.
Biz çizgi filmde masum bir mutluluk izlediğimizi düşünürken, aslında bir yazarın vicdanından sızan tarihsel bir eleştiriyi seyrediyormuşuz.
Heidi, doğayla iç içe yaşayan, özgür ruhlu küçük bir kız gibi görünse de; onun hikâyesi, sömürülen çocukların acılarına bir “bir çizgi film” aracılığıyla tutulan bir aynaydı.
Sömürülen çocukların sayısı sadece 1930 yılında 30 bini bulmuştu. Yüzyılın ortalarına gelindiğinde bu sayı 100 bini aşmıştı.
İsviçre’nin modern yüzünün ardında gizlenen bu kara leke, uzun yıllar tabiri caizse tabu olarak kalmıştı. Bu çocukların çığlıkları saklanmış ve yok sayılmıştı.
Ancak 2013 yılında İsviçre hükümeti resmî olarak özür dilemiştir. Ancak hiçbir şey çocukluğu, bedensel ve ruhsal sağlığı ellerinden alınan binlerce “çıplak ayaklı çocuğun” kayıplarını geri getiremez.
Bugün demokrasi ve insan haklarıyla övünen bir ülke olan İsviçre;
geçmişte yaşanan bu karanlık sayfayla, medeniyetin yalnızca refahla değil, vicdanla da ölçüldüğünü gösteriyor.
