Varoluşçuluk düşüncesinin en önemli temsilcilerinden biri olan Jean-Paul Sartre, insanın özgürlük karşısındaki sancılarını ve kimlik arayışını eserlerinde derinlemesine ele almıştır.
Özgürlüğün Yolları – Akıl Çağı romanında, özellikle II. Dünya Savaşı’nın ardından insanın yaşadığı parçalanmış ruh halini, bireyin Beden ve Bilinci birleştirme çabalarını ve kimlik bunalımını gözler önüne sermesi bakımından önemlidir.
Atom bombasının parçalanması, aslında insan ruhunun da parçalanışının bir simgesidir. Kahramanların tutarlı bir çizgi izlememelerinin nedeni budur.
Eserdeki kahramanlar, söyledikleriyle yaptıkları birbiriyle çelişen, bir bedende birden fazla kişiliği barındıran, kısacası kendi benini ararken kaybolan insanlar olarak karşımıza çıkmaktadır.
Bugün, 21. yüzyılda, belki sıcak savaşın ortasında değiliz ama ekonomik kriz, dünyadaki savaşlar, internetin dünyayı ve insanları, yaşamları evimize taşıması, aynı parçalanmışlığı farklı bir şekilde yaşamamıza neden oluyor. Yani gerçeklerimiz ile görünmek istediklerimiz arasında sıkışmış durumdayız.
Sosyal medyada sergilenen parlak kimlikler ile gerçek hayattaki benlikleri arasındaki fark, Sartre’ın işaret ettiği çelişkilerin modern versiyonu gibi. Instagram’da mutlu, LinkedIn’de başarılı, Twitter’da politik, gerçek hayatta ise kaygılı, belirsiz, mutsuz…
Sartre’ın kahramanları, özgürlüğün ağırlığını kaldıramadığı için tutarsızlık yaşıyordu. Bugünün insanı da özgürlüğün getirdiği sınırsız seçenekler arasında kayboluyor. Artık sadece “hangi işi yapmalıyım” ya da “nasıl bir hayat sürmeliyim” soruları yok. Bunun yanına “hangi fotoğrafı paylaşmalıyım, nasıl görünmeliyim, kimlere hitap etmeliyim” gibi sorular da eklenmiş durumda.
Bugün modern insanın karşılaştığı en büyük güçlük, özgürlüğün beraberinde getirdiği yükümlülüklerdir. “Seçme hakkımız” artıyor: iş, eğitim, yaşam tarzı, hatta gündelik alışkanlıklarımız konusunda pek çok seçenek var gibi görünüyor, fakat bu durum beraberinde yeni sıkışmışlıkları da getiriyor.
Sartre’ın söylediği gibi, özgürlük aynı zamanda sorumluluk demektir. Attığımız her adım, verdiğimiz her karar yalnızca bugünü değil, geleceğimizi de şekillendiriyor. Seçim yapmak bu yüzden zor; çünkü seçtiklerimizin yanı sıra seçmediklerimizin de ağırlığını sırtımızda taşıyoruz.
Yani; görünürde özgürüz, ama aslında kendi seçimlerimizin veya zorunluluklarımızın gölgesinde sıkışıp kalıyoruz.
Günümüzün en büyük çelişkisi bu: Özgür olmak istiyoruz ama özgürlüğün sorumluluğu ağır geliyor. Kendi yolumuzu çizmek istiyoruz ama çoğunluğun gittiği yolda yürümek daha kolay geliyor. Bu da bizi Sartre’ın tarif ettiği “varoluş sancısı”na götürüyor.
Belki de Sartre’ın satırlarının hâlâ güncelliğini korumasının nedeni de budur. Çünkü o satırlar bize, insan olmanın hiç de kolay olmadığını, özgürlüğün ise ağır yükümlükler getirdiğini hatırlatıyor. Bugün dijital dünyanın ışıltısında kaybolurken, Sartre’ın satırları fısıldıyor:
“Özgürsün. Ama bu özgürlükle ne yapacaksın?”
