Bugün insan Hakları ve Demokrasinin bekçiliğini yaptığını iddia eden ve özellikle Ortadoğu ülkelerine Demokrasi getirme gerekçesiyle savaş açan ABD ve onun destekçisi bazı Avrupa ülkelerinde 19. Yüzyılın ortalarından 1950’li yılların sonuna kadar insanların sergilendiği “İnsanat Bahçeleri” (Human Zoos) vardı.
Bu Özellikle Fransa, Belçika, Almanya, İngiltere ve ABD gibi Batı ülkelerinde sömürgeci ideolojinin bir aracıydı. Bu sergilerde Afrika, Asya ve Yerli Amerikan halklardan insanlar, “ilkel” veya “vahşi” olarak nitelendirilerek sergilenirdi. Avrupalıların ve Amerikalıların kendilerini ırksal olarak sergilenen insanlardan üstün görmesini meşrulaştıran ve insan onurunu hiçe sayan utanç verici miraslarıdır.
Bu “insanat bahçeleri” aslında Avrupalı ve Amerikalı toplumlara “siz üstünsünüz” mesajı veriyordu.
Sömürgeciliğin korkunç yüzü, aralarında çocukların da olduğu 35.000’den fazla insanın bu utanç “bahçelerinde” sergilenmesiyle kendini göstermiştir. Farklı yerlerdeki bu tip sergilerin dünya genelinde 1,5 milyar insan tarafından ziyaret edildiği düşünülünce bu vahşetin nasıl geniş toplum kesimlerinden ilgi gördüğünü de gözler önüne sermektedir.
“insanat bahçeleri” yalnızca tarihin tozlu raflarında geçmişin bir utancı olarak kalmamış, bugün bu zihniyet gizli biçimlerde devam etmektedir. Irkçılık, ötekileştirme, kültürel üstünlük söylemleri bu sömürgeci bakışın devam ettiğini bize gösteriyor.
Bugün “insan sergileme” doğrudan yapılmıyor belki ama benzer bir anlayış, medyada, göçmen politikalarında, Afrika veya Orta Doğu’ya bakışta ve hatta dijital dünyada “yoksulluğun sergilenmesinde” hâlâ varlığını sürdürmektedir.
Batı, 19. yüzyılda “medeniyet götürme” bahanesiyle sömürgeciliği meşrulaştırıyordu; bugün ise benzer bir söylem “demokrasi getirme”, “insan haklarını koruma” , “kadın haklarını savunma”, vb. gerekçelerle yeniden üretiliyor.
İyi niyetli gibi görünen pek çok uluslararası müdahale, çoğu zaman aynı kültürel üstünlük ve ötekileştirme anlayışıyla yapılıyor.
Tarihteki “insanat bahçeleri” fizikseldi; günümüzdeki şekli ise ekranlarda, haberlerde, sosyal medyada karşımıza çıkmaktadır.
Bir Afrika ülkesinin yoksulluğunu dramatize ederek bir “fotoğraf” olarak kullanmak, ya da mülteci krizini tüm boyutlarıyla değerlendirmek yerine “tehdit” olarak sunmak bence geçmişin o zihniyetinin devamı niteliğindedir.
Kenyalı yazar ve düşünür Ngũgĩ wa Thiong’o’nun, Zihni Sömürgecilikten Kurtarmak: Afrika Edebiyatında Dilin Politikası adlı eserinde sömürgeciliğin sadece toprakları değil insanların dillerini, kültürlerini ve düşünme biçimlerini hedef aldığını anlatır.
Thiong’o’ya göre “dil, kimliğin ve düşüncenin evidir. Bu ev işgal edildiğinde, özgürlük yalnızca fiziksel bir mesele olmaktan çıkar; zihinsel bir direniş hâline gelir”.
Onun bu yaklaşımı; “insanat bahçeleri”nin fiziksel, yani insan bedeninin bir sömürü biçimi olduğunu; bugünse aynı sömürünün kültürel, dilsel ve ideolojik düzeyde sürdüğünü gösterir.
Yazarın düşüncesi okuyucuya şu soruyu yöneltir:
“Gerçek özgürlük, yalnızca fiziksel değil, zihinsel zincirleri de kırmakla mı mümkündür?”
Bu kitap, geçmişteki insanlık dışı uygulamaları anlamakla kalmaz, bugünün medya, politika ve küresel güç ilişkilerini de sorgulatır.
Sonuç olarak, “insanat bahçeleri” sadece tarihî bir utanç olarak kalmamıştır; bugünün dünyasında şekil değiştirerek yaşamaya devam eden bir zihniyetin aynasıdır.
Bu yüzden geçmişteki gerçekleri unutmamak, bugün uluslararası alanda yapılan insan hakları, demokrasi, adalet gibi tartışmaları anlamak için kritik bir öneme sahiptir.
