Aylardan Eylül… Takvim yapraklarında yalnızca yılın dokuzuncu ayı olarak görünse de edebiyat, sanat ve insan ruhu için çok daha derin anlamlar taşır.
Yazın sıcak ve hareketli günlerinden sonra gelen bu ay, sonbaharın ilk habercisidir. O yüzden Eylül hem bir veda hem bir başlangıç; hem hüzün hem de umut demektir.
Edebiyat söz konusu olduğunda akla ilk gelen eser elbette Mehmet Rauf’un Türk edebiyatının ilk psikolojik romanı olan Eylül’üdür. Romanda, toplumsal değerlerin baskısı altında yaşanamayan platonik bir aşkın yarattığı ruhsal çatışmaları anlatılır.
Sararan, dökülen yapraklar, kasvetli gökyüzü… Doğa, karakterlerin iç dünyasını adeta bir ayna gibi yansıtır. Eylül ayı, bu yönüyle yalnızca bir mevsim değil, karakterlerin ruhsal çalkantılarının bir yansıması gibidir.
Ama maalesef bugün yaşadıklarımız, Eylül’ün hüznünü edebiyatın sayfalarından çıkarıp hayatımızın tam ortasına tüm gerçekliğiyle bırakıyor. Daha ayın başında Balçova’da şehit edilen polisler Muhsin Aydemir ve Hasan Akın, Ankara’da çocuğunun gözleri önünde katledilen Başak Gürkan Aslan, Mersin’de evladını öldüren bir anne…
Bunlar sadece birkaç örnek. Basına yansıyan veya yansımayan ardı arkası kesilmeyen daha nice şiddet ve ölümle sonuçlanan olaylar var.
Sadece ülkemizde değil, dünyada da tablo farklı değil. İnsanlar çıldırmış gibi. ABD’de bir üniversite etkinliğinde öldürülen aktivist Charlie Kırk, sokak ortasında işlenen vahşi cinayetler, Ukraynalı göçmen Iryna Zarutska’nın acı sonu…
Ve elbette yıllardır süren Filistin’deki soykırım herkesin malumu… Çocukların, masumların her gün ölmesine dünya kör ve sağır.
Oysa yaprakların dökülmesi doğanın yeniden doğuşa hazırlanışıdır. Hayata dair bir anlam ve umut taşır. Peki, insanların/insanlığın çöküşünün nasıl bir açıklaması olabilir? Bizi korumak için görevi başında tanımadığı biri veya birileri tarafından şehit edilen kolluk kuvvetlerinin, çocuğunun gözü önünde öldürülen bir annenin, annesi veya en yakınları tarafından hayattan koparılan çocukların, bombaların altında can veren masumların suçu ne?
Dünya ve nimetleri herkese yeter ama insanoğlu bunun farkında değil. Daha doğrusu farkında olmak istemiyor. Her gün yeni bir nefret, yeni bir kin, yeni bir şiddet umudumuzu çalıyor.
Yaprakların dökülmesi doğaya hayat verirken, maalesef insanın insana kıydığı bu karanlıkta yeniden doğuş yok; sadece sonu gelmeyen bir çöküş var.
