Ali YILMAZ - Yazar - Program Yapımcı
Köşe Yazarı
Ali YILMAZ - Yazar - Program Yapımcı
 

Olympos’un Sessiz Tanrıları ve Barışa Adanmış Bir Yürüyüş

10 Ekim 2015 sabahıydı. Ankara Tren Garı önünde, “Emek, Barış, Demokrasi” sloganları arasında türküler yükseliyordu. Renkli flamalar, halk oyunları, gülümseyen yüzler… Ve bir anda — her şey yerle bir oldu. O an, gökyüzü bile bir daha o kadar mavi olamadı. Patlamalarla birlikte 104 can oracıkta kaldı. Yüzlercesi yaralandı, binlerce yürek paramparça oldu. Ben o sabahın hemen ardından İbn-i Sina Hastanesi önünde, kan vermek için sıraya girmiş yüzlerce insandan biriydim. Her birimiz elimizden gelenin azlığını bilerek, “Belki bir damla umut olur” diyorduk içimizden. Ama o ay yalnızca Ankara değil, bütün ülke kan ağlıyordu. Suruç’ta, Diyarbakır’da, Cizre’de, şehirlerin taşlarında yankılanan aynı acı vardı. Bir annenin ağıdı bir çocuğun suskunluğu, bir gencin yarım kalan düşü… Barış, sanki ülkenin dört bir yanında parçalanmış bir aynanın kırıkları gibiydi — her biri bir yüzü, bir sesi yansıtıyordu. Aradan on yıl geçti. Acı, zamana rağmen direncini korudu. Ama bir gün, sosyal medyadael bir duyuru gördüm: “Korkmaz Tedik Barış Anısına Musa Dağı Yürüyüşü – Ankara Dağcılar Birliği ve Eğitim Sen.” İlk anda sadece bir doğa yürüyüşü sandım. Oysa meğer o yürüyüş, o patlamada yitip giden gençlerden birinin, 21 Haziran 1983 doğumlu Korkmaz Tedik Barış’ın anısına düzenlenmişti. Yani ben, yıllar önce kan vermeye koştuğum bir insan için, on yıl sonra bir dağa tırmanacaktım. Hayatın ördüğü o görünmez bağ, kaderin ince iğnesiyle beni yeniden oraya çağırmıştı. Olympos Dağı’nın eteklerinde başladık yürüyüşe. Bir yanımızda Akdeniz’in tuz kokusu, bir yanımızda dağ çiçeklerinin sessizliği. Yukarıya, Musa Dağı’na doğru adımladık. Tanrılar Tanrısı Zeus’un bir zamanlar hükmettiği bu topraklarda, biz insan evlatları, barış için yürüyorduk. Bir zamanlar tanrıların gürleyen seslerinin yankılandığı zirveler, şimdi sessizdi. Belki Zeus bile utanıyordu artık insanın öfkesinden. Biz, o sessizliğe kendi sesimizi, kendi adımlarımızı bıraktık. Kamp kurduğumuz yer, meğer Korkmaz’ın anne ve babasının narenciye bahçesiymiş. Üç dönümlük bereketli bir arazi: portakal, limon, mandalina ağaçları arasında, sessizce soluk alan bir ev. Zöhre Ana, elleriyle çay ikram ederken gözleri uzaklara dalıyordu, sanki hâlâ oğlunun dağlardan döneceği günü bekler gibi. Erdoğan Abi, az konuşuyordu; ama her sözü dağ gibi ağırdı. Ben gitarımı aldım, rüzgârın uğultusuna karışan bir türkü söyledim. “Barış hemen şimdi” dedim, “Barış, bir annenin gözyaşında yeniden yeşersin.” O akşam yıldızlar, sanki biraz daha yakındı yeryüzüne. Bir nar ağacının altında otururken, düşündüm: Bir kan damlasıyla başlayan bu hikâye, bir dağ zirvesinde yeniden anlam bulmuştu. Korkmaz’ın anısına dikilen tabela, sadece bir isim değil, bir insanlık çağrısıydı: “Barış, insandan insana geçer.” Ve o an, Olympos’un sessiz tanrılarından biri, sanki fısıldadı kulağıma: “Biz unuttuk, siz hatırlayın.”   “Dağın Kalbinde Barış”   Bir damla kan, bir adım yola, Bir türkü düştü Musa Dağı’na. Zaman durdu, rüzgâr ağladı, Zeus bile sessiz kaldı o yana.   Nar çiçekleri tanık olsun, Bir annenin gözyaşına, Yürüyen her insan, Bir adım bıraktı barışa.   Ve şimdi her rüzgâr estiğinde, Bir ses yankılanır taşlarda: “Barış hemen şimdi, İnsan insanla yaşasın.”
Ekleme Tarihi: 11 Kasım 2025 -Salı

Olympos’un Sessiz Tanrıları ve Barışa Adanmış Bir Yürüyüş

10 Ekim 2015 sabahıydı.

Ankara Tren Garı önünde, “Emek, Barış, Demokrasi” sloganları arasında türküler yükseliyordu.

Renkli flamalar, halk oyunları, gülümseyen yüzler…

Ve bir anda — her şey yerle bir oldu.

O an, gökyüzü bile bir daha o kadar mavi olamadı.

Patlamalarla birlikte 104 can oracıkta kaldı.

Yüzlercesi yaralandı, binlerce yürek paramparça oldu.

Ben o sabahın hemen ardından İbn-i Sina Hastanesi önünde, kan vermek için sıraya girmiş yüzlerce insandan biriydim. Her birimiz elimizden gelenin azlığını bilerek, “Belki bir damla umut olur” diyorduk içimizden.

Ama o ay yalnızca Ankara değil, bütün ülke kan ağlıyordu.

Suruç’ta, Diyarbakır’da, Cizre’de, şehirlerin taşlarında yankılanan aynı acı vardı.

Bir annenin ağıdı bir çocuğun suskunluğu, bir gencin yarım kalan düşü…

Barış, sanki ülkenin dört bir yanında parçalanmış bir aynanın kırıkları gibiydi — her biri bir yüzü, bir sesi yansıtıyordu.

Aradan on yıl geçti.

Acı, zamana rağmen direncini korudu.

Ama bir gün, sosyal medyadael bir duyuru gördüm: “Korkmaz Tedik Barış Anısına Musa Dağı Yürüyüşü – Ankara Dağcılar Birliği ve Eğitim Sen.”

İlk anda sadece bir doğa yürüyüşü sandım. Oysa meğer o yürüyüş, o patlamada yitip giden gençlerden birinin, 21 Haziran 1983 doğumlu Korkmaz Tedik Barış’ın anısına düzenlenmişti. Yani ben, yıllar önce kan vermeye koştuğum bir insan için, on yıl sonra bir dağa tırmanacaktım.

Hayatın ördüğü o görünmez bağ, kaderin ince iğnesiyle beni yeniden oraya çağırmıştı. Olympos Dağı’nın eteklerinde başladık yürüyüşe.

Bir yanımızda Akdeniz’in tuz kokusu, bir yanımızda dağ çiçeklerinin sessizliği. Yukarıya, Musa Dağı’na doğru adımladık.

Tanrılar Tanrısı Zeus’un bir zamanlar hükmettiği bu topraklarda, biz insan evlatları, barış için yürüyorduk.

Bir zamanlar tanrıların gürleyen seslerinin yankılandığı zirveler, şimdi sessizdi. Belki Zeus bile utanıyordu artık insanın öfkesinden. Biz, o sessizliğe kendi sesimizi, kendi adımlarımızı bıraktık.

Kamp kurduğumuz yer, meğer Korkmaz’ın anne ve babasının narenciye bahçesiymiş. Üç dönümlük bereketli bir arazi: portakal, limon, mandalina ağaçları arasında, sessizce soluk alan bir ev. Zöhre Ana, elleriyle çay ikram ederken gözleri uzaklara dalıyordu, sanki hâlâ oğlunun dağlardan döneceği günü bekler gibi.

Erdoğan Abi, az konuşuyordu; ama her sözü dağ gibi ağırdı.

Ben gitarımı aldım, rüzgârın uğultusuna karışan bir türkü söyledim.

“Barış hemen şimdi” dedim, “Barış, bir annenin gözyaşında yeniden yeşersin.”

O akşam yıldızlar, sanki biraz daha yakındı yeryüzüne.

Bir nar ağacının altında otururken, düşündüm:

Bir kan damlasıyla başlayan bu hikâye, bir dağ zirvesinde yeniden anlam bulmuştu.

Korkmaz’ın anısına dikilen tabela, sadece bir isim değil, bir insanlık çağrısıydı: “Barış, insandan insana geçer.”

Ve o an, Olympos’un sessiz tanrılarından biri, sanki fısıldadı kulağıma: “Biz unuttuk, siz hatırlayın.”

 

“Dağın Kalbinde Barış”

 

Bir damla kan, bir adım yola,

Bir türkü düştü Musa Dağı’na.

Zaman durdu, rüzgâr ağladı,

Zeus bile sessiz kaldı o yana.

 

Nar çiçekleri tanık olsun,

Bir annenin gözyaşına,

Yürüyen her insan,

Bir adım bıraktı barışa.

 

Ve şimdi her rüzgâr estiğinde,

Bir ses yankılanır taşlarda:

“Barış hemen şimdi,

İnsan insanla yaşasın.”

Yazıya ifade bırak !
Okuyucu Yorumları (1)

Yorumunuz başarıyla alındı, inceleme ardından en kısa sürede yayına alınacaktır.

Yorum yazarak Topluluk Kuralları’nı kabul etmiş bulunuyor ve ulusgazetesi.com sitesine yaptığınız yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan tüm yorumlardan site yönetimi hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Nevzat
(11.11.2025 13:43 - #4119)
“Barış hemen şimdi, İnsan insanla yaşasın.” Bu sesin insanlık aleminde devamlı yankılanması dileğiyle... Tebrikler Ali kardeş.
Ali yılmaz Çok sağolun
Yorum yazarak Topluluk Kuralları’nı kabul etmiş bulunuyor ve ulusgazetesi.com sitesine yaptığınız yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan tüm yorumlardan site yönetimi hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
(0) (0)
Sitemizden en iyi şekilde faydalanabilmeniz için çerezler kullanılmaktadır, sitemizi kullanarak çerezleri kabul etmiş saylırsınız.