Ali YILMAZ - Yazar - Program Yapımcı
Köşe Yazarı
Ali YILMAZ - Yazar - Program Yapımcı
 

KERİMAN HALİS ECE

Cumhuriyet’in Zarif Güzeli Kadın ve erkek güzellik yarışmalarını hiçbir zaman tam anlayamadım. Gençlerin o en saf hayallerini, heyecanlarını birkaç saate sığdırmak; yüzlerce kişi arasından “sen en güzelsin” demek… Bana göre, doğruyla yanlış arasında ince bir çizgide duran bir mesele. Yine de dünyanın dört bir yanında bu yarışmalar yapılıyor. Ve güzellik hayalleriyle yaşayan gençlere bu yolu açan, onlardan büyük kazançlar elde eden sektörün hırsı bitmedikçe, daha çok yarışmaya tanık olacağız. Ama bu yarışmaların içinden, Türkiye’nin modernleşme yolculuğuna simge olmuş öyle bir hikâye çıktı ki… Can Dündar’ın da kaleminden zarifçe aktardığı bu öyküye bir kulak verelim. *Bir Cumhuriyet Kızı Keriman Halis Ece’yi 79 yaşında kaybettik. Her hâline yansıyan o zarafet, hiç modası geçmeyen bir elbise gibi ömrü boyunca üzerinde kaldı. Geniş bir ailenin altıncı çocuğuydu. Feyz-i Ati Lisesi’nde okudu. Babası tüccardı; amcası ve halası ise bestekârdı. Cumhuriyet gazetesinin düzenlediği güzellik yarışmasına, 18 yaşının tazeliği ve merakıyla, biraz da eğlencesine katıldı. Fakat jüriyi görünce, bunun basit bir eğlence olmadığını fark etti. Jüride dönemin dev isimleri vardı: Abdülhak Hamid, Cenap Şahabeddin, Abidin Daver, Vasfi Rıza, Yunus Nadi, Peyami Safa… Hepsi erkekti ve hepsi yeni “kraliçe”yi seçecekti. Salonun ortasında, adaylar tek tek sandalyelerin üzerine çıkarak arz-ı endam etti. Sonuç açıklandığında içeriden yükselen alkış tufanını duyduğunda, yanındaki amcasına dönüp “Kalk gidelim Celal amca, seçildi kız,” dedi. O “kız”ın kendisi olduğunu birkaç dakika sonra hayretle öğrenecekti. Türkiye’den Dünyaya 1929’da “milli bir vazife” olarak başlatılan bu yarışmalar, hem genç Cumhuriyet’in “Biz değiştik” mesajıydı hem de güzellik endüstrisinin yeni sahnesi. Keriman Halis, Türkiye’nin dördüncü güzellik kraliçesi olarak seçildikten sonra, Batılı rakipleriyle yarışmak üzere Belçika’ya gönderildi. Sipa şehrine vardığında rakiplerinin bakımlılığı moralini biraz bozsa da, onun orada Batılı bir kıyafetle bulunması bile “Türk kızları modernleşti” mesajı için yeterliydi. 31 Temmuz 1932’de, iki bin davetlinin önünde yapılan yarışmada kırmızı askılı tuvaleti, yakasındaki beyaz kurdelesi ve toplu saçlarıyla sahneye çıktı. Liege’den gelen özel kuaförler saçının boyalı olup olmadığını kontrol etti, ölçüleri jüriye duyuruldu. İlk elemeden sonra üç finalist kaldı: Yugoslav, Alman ve Türk güzeli… 28 jüri üyesinden 25’inin oyunu alan Keriman Halis, dünya güzeli seçildi. Bu sadece onun değil, Cumhuriyet’in Batılılaşma çabasının da taçlanmasıydı. Salon “Yaşasın Mustafa Kemal! Yaşasın Türk güzeli!” sesleriyle inlediğinde, Keriman Halis gözyaşları içinde halkı selamladı. Otelinin önünde toplanan kalabalık ona bayraksız balkona çıkmasını teklif edince, büyük bir çarşaf ve yastık kılıfından acilen ay-yıldız dikildi. El yapımı bayrağı öperek balkona çıktı. Atatürk’ün “Ece”si Atatürk, Keriman Halis’in başarısını duyunca şu mesajı yayımladı: “Türk ırkının necip güzelliğinin daima mahfuz olduğunu gösteren dünya hakemlerinin bu Türk çocuğu üzerindeki hükümlerinden memnunum. Fakat Keriman Ece, bütün Türk kızlarının en güzeli değildir. O, ırkının güzelliğini dünyaya tanıtmış olmakla memnun ve bahtiyardır. Türk milleti bu güzel çocuğunu şüphesiz samimiyetle tebrik eder.” Ayrıca gençlere, “Doğal güzelliğinizi bilimsel yöntemlerle koruyun; asıl yüksek kültürde dünya birincisi olmaya çalışın,” mesajını verdi. Mesajında Keriman Halis’ten “Ece” diye bahsederek hem “kraliçe”nin Türkçe karşılığını bulmuş hem de ona, Soyadı Kanunu çıktığında alacağı soyadını vermişti. Ömür Boyu Taşınan Taç Keriman Halis, yurda döndüğünde Ata ile bir nişanda buluştu; elini öptü, dans ettiler. Atatürk, “Senin yaptığın propagandayı biz milyarlar sarf etsek yapamazdık,” dedi ve şu unutulmaz iltifatı ekledi: “Bu akşam buraya ben değil, sen şeref verdin.” Hayatı boyunca ne filmde oynadı ne reklamlarda boy gösterdi. Teklifleri reddetti, aldığı “Kraliçe” unvanını ömrü boyunca asaletle taşıdı. Ve Atatürk’ün dediği gibi oldu: O, tarihe geçti. O, sadece bir güzellik tacı takmadı… Cumhuriyet’in taze yüzünü, Batı’ya bakan bakışını, modernleşme hayalini başında taşıdı. Bir çarşafın üstüne dikilen ay-yıldızla, sahnelerin ışıltısından önce bayrağın onurunu seçti. Dans ettiği, elini öptüğü adam, ülkesinin kurucusuydu. Ve aldığı en büyük unvan, “Ece”ydi. Yıllar geçti… Tacın ışıltısı sönse de onun zarafeti hiç solmadı. Keriman Halis Ece, tarihe sadece bir güzellik kraliçesi olarak değil, Cumhuriyet’in zarif sesi, gururlu yürüyüşü olarak kazındı. *(Can Dündar)  
Ekleme Tarihi: 19 Ağustos 2025 -Salı

KERİMAN HALİS ECE

Cumhuriyet’in Zarif Güzeli

Kadın ve erkek güzellik yarışmalarını hiçbir zaman tam anlayamadım.

Gençlerin o en saf hayallerini, heyecanlarını birkaç saate sığdırmak; yüzlerce kişi arasından “sen en güzelsin” demek… Bana göre, doğruyla yanlış arasında ince bir çizgide duran bir mesele.

Yine de dünyanın dört bir yanında bu yarışmalar yapılıyor. Ve güzellik hayalleriyle yaşayan gençlere bu yolu açan, onlardan büyük kazançlar elde eden sektörün hırsı bitmedikçe, daha çok yarışmaya tanık olacağız.

Ama bu yarışmaların içinden, Türkiye’nin modernleşme yolculuğuna simge olmuş öyle bir hikâye çıktı ki… Can Dündar’ın da kaleminden zarifçe aktardığı bu öyküye bir kulak verelim.

*Bir Cumhuriyet Kızı

Keriman Halis Ece’yi 79 yaşında kaybettik. Her hâline yansıyan o zarafet, hiç modası geçmeyen bir elbise gibi ömrü boyunca üzerinde kaldı.

Geniş bir ailenin altıncı çocuğuydu. Feyz-i Ati Lisesi’nde okudu. Babası tüccardı; amcası ve halası ise bestekârdı. Cumhuriyet gazetesinin düzenlediği güzellik yarışmasına, 18 yaşının tazeliği ve merakıyla, biraz da eğlencesine katıldı. Fakat jüriyi görünce, bunun basit bir eğlence olmadığını fark etti.

Jüride dönemin dev isimleri vardı: Abdülhak Hamid, Cenap Şahabeddin, Abidin Daver, Vasfi Rıza, Yunus Nadi, Peyami Safa… Hepsi erkekti ve hepsi yeni “kraliçe”yi seçecekti.

Salonun ortasında, adaylar tek tek sandalyelerin üzerine çıkarak arz-ı endam etti. Sonuç açıklandığında içeriden yükselen alkış tufanını duyduğunda, yanındaki amcasına dönüp “Kalk gidelim Celal amca, seçildi kız,” dedi. O “kız”ın kendisi olduğunu birkaç dakika sonra hayretle öğrenecekti.

Türkiye’den Dünyaya

1929’da “milli bir vazife” olarak başlatılan bu yarışmalar, hem genç Cumhuriyet’in “Biz değiştik” mesajıydı hem de güzellik endüstrisinin yeni sahnesi.

Keriman Halis, Türkiye’nin dördüncü güzellik kraliçesi olarak seçildikten sonra, Batılı rakipleriyle yarışmak üzere Belçika’ya gönderildi.

Sipa şehrine vardığında rakiplerinin bakımlılığı moralini biraz bozsa da, onun orada Batılı bir kıyafetle bulunması bile “Türk kızları modernleşti” mesajı için yeterliydi. 31 Temmuz 1932’de, iki bin davetlinin önünde yapılan yarışmada kırmızı askılı tuvaleti, yakasındaki beyaz kurdelesi ve toplu saçlarıyla sahneye çıktı. Liege’den gelen özel kuaförler saçının boyalı olup olmadığını kontrol etti, ölçüleri jüriye duyuruldu.

İlk elemeden sonra üç finalist kaldı: Yugoslav, Alman ve Türk güzeli… 28 jüri üyesinden 25’inin oyunu alan Keriman Halis, dünya güzeli seçildi. Bu sadece onun değil, Cumhuriyet’in Batılılaşma çabasının da taçlanmasıydı.

Salon “Yaşasın Mustafa Kemal! Yaşasın Türk güzeli!” sesleriyle inlediğinde, Keriman Halis gözyaşları içinde halkı selamladı. Otelinin önünde toplanan kalabalık ona bayraksız balkona çıkmasını teklif edince, büyük bir çarşaf ve yastık kılıfından acilen ay-yıldız dikildi. El yapımı bayrağı öperek balkona çıktı.

Atatürk’ün “Ece”si

Atatürk, Keriman Halis’in başarısını duyunca şu mesajı yayımladı: “Türk ırkının necip güzelliğinin daima mahfuz olduğunu gösteren dünya hakemlerinin bu Türk çocuğu üzerindeki hükümlerinden memnunum.

Fakat Keriman Ece, bütün Türk kızlarının en güzeli değildir. O, ırkının güzelliğini dünyaya tanıtmış olmakla memnun ve bahtiyardır. Türk milleti bu güzel çocuğunu şüphesiz samimiyetle tebrik eder.”

Ayrıca gençlere, “Doğal güzelliğinizi bilimsel yöntemlerle koruyun; asıl yüksek kültürde dünya birincisi olmaya çalışın,” mesajını verdi. Mesajında Keriman Halis’ten “Ece” diye bahsederek hem “kraliçe”nin Türkçe karşılığını bulmuş hem de ona, Soyadı Kanunu çıktığında alacağı soyadını vermişti.

Ömür Boyu Taşınan Taç

Keriman Halis, yurda döndüğünde Ata ile bir nişanda buluştu; elini öptü, dans ettiler. Atatürk, “Senin yaptığın propagandayı biz milyarlar sarf etsek yapamazdık,” dedi ve şu unutulmaz iltifatı ekledi: “Bu akşam buraya ben değil, sen şeref verdin.”

Hayatı boyunca ne filmde oynadı ne reklamlarda boy gösterdi. Teklifleri reddetti, aldığı “Kraliçe” unvanını ömrü boyunca asaletle taşıdı.

Ve Atatürk’ün dediği gibi oldu:

O, tarihe geçti.

O, sadece bir güzellik tacı takmadı…

Cumhuriyet’in taze yüzünü, Batı’ya bakan bakışını, modernleşme hayalini başında taşıdı.

Bir çarşafın üstüne dikilen ay-yıldızla, sahnelerin ışıltısından önce bayrağın onurunu seçti.

Dans ettiği, elini öptüğü adam, ülkesinin kurucusuydu.

Ve aldığı en büyük unvan, “Ece”ydi.

Yıllar geçti… Tacın ışıltısı sönse de onun zarafeti hiç solmadı.

Keriman Halis Ece, tarihe sadece bir güzellik kraliçesi olarak değil,

Cumhuriyet’in zarif sesi, gururlu yürüyüşü olarak kazındı.

*(Can Dündar)

 

Yazıya ifade bırak !
Okuyucu Yorumları (0)

Yorumunuz başarıyla alındı, inceleme ardından en kısa sürede yayına alınacaktır.

Yorum yazarak Topluluk Kuralları’nı kabul etmiş bulunuyor ve ulusgazetesi.com sitesine yaptığınız yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan tüm yorumlardan site yönetimi hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Sitemizden en iyi şekilde faydalanabilmeniz için çerezler kullanılmaktadır, sitemizi kullanarak çerezleri kabul etmiş saylırsınız.