Yaz ayları orman yangınları için sanki bir davetiye çıkarıyor.
Ormanlarımız küle dönüşüyor, içinde yüzlerce binlerce canlı yok oluyor.
Her yangın haberinden dolayı, yüreklere bir hançer saplanıyor, ciğerlerimiz bir bir sönüyor.
Ormanlarımız hayat enerjimiz, maalesef onları korumakta ve önlem almakta geç kalıyoruz.
Gecekondumuzun bahçesinde bir ağaç vardı. Ne elma verir, ne armut. Dalları her bahar nohut büyüklüğünde, yenmeyen ama el boyayan meyvelerle dolardı. Adeta doğanın kendi boya atölyesi! O mor leke öyle bir iz bırakırdı ki, elinizi yıkayınca çıkmaz, ama hafızanıza kazınırdı. Şayet boya sanayisi bu ağacı keşfetse, kataloglara “Doğal Mor 101” diye geçerdi.
Belki de geçti, kim bilir!
Bu ağacın adını hiçbir zaman öğrenemedim. Ama küçükken bir gün babamın dayısı geldi ve “Bu ağacı aşılayacağız,” dedi. Ben de gayet saf ve temiz bir şekilde, “Ağaç da mı grip oldu?” diye düşündüm. Meğer ağaçlar da aşılanırmış. Hem de bizim gibi iğneyle değil; dal kesip, dal takarak!
Dayımız, mor meyveli ağacın iki kolunu dikkatlice kesti. Elindeki iki başka ağaç dalını o kesiklere yerleştirip, balmumu ve bezle sardı. Ameliyat tamam! Aylar sonra o dallar yeşerdi, uzadı ve zamanla bir mucizeye dönüştü. Biri kiraz verdi, diğeri vişne. Meğer bizim mor meyveli ağacın içinde birer tatlı yaz gizlisi saklıymış. Yıllarca bahçemizde meyve eksik olmadı. Vişneli kekler, kirazlı tabaklar, üstü mor boya izli çocuk elleri...
Sonraları bir başka ağaçla tanıştım: İğde. Arsız ama sempatik. Nerede boş bir toprak görse, “Ben buraya kök salarım,” dercesine filizleniyor. Toprağa fazla naz yapmaz, biraz su biraz güneş yeter. Hele bir de meyve verdi mi... Mis gibi kokusu, bolca tanesi.
Ağaçlar hayatın ta kendisi. Su gibi, hava gibi. Bizim gölgemiz, yoldaşımız, sessiz dostlarımız.
Ama ne yazık ki bugünlerde, bu sessiz dostlar bir bir susuyor. Orman yangınları sadece ağaçları değil, bizim ciğerimizi de yakıyor. Ve insan sormadan edemiyor: Bu kadar yangın bir günde nasıl çıkar? Kibrit kutusundan mı, yoksa organize kötülükten mi?
Ormanı yakan da içinde yaşayan karıncayı yok sayan da katildir, kusura bakmayın. Bir ağaç kaç yılda büyür, kaç kuşağa gölge olur, kaç sevgiliyi altında buluşturur? Bunu bilmeden ateş yakan, kendini de yakar.
Şimdi gelin, bazı ağaçlarımızın ömrüne birlikte bakalım:
Porsuk: 2000-3000 yıl (ölmez ağaç desek yeridir).
Gümeli Tabiat Anıtı, Zonguldak ili Alaplı ilçesi sınırları içerisinde yer almaktadır. 11.03.2008 tarihinde Tabiat Anıtı olarak tescillenen Gümeli Tabiat Anıtında, dünyada yaşadığı tespit edilen en yaşlı 5 ağaçtan biri olan 4112 yaşında Anıt Porsuk ağacı (Taxus baccata) bulunmaktadır. Gidip anıt ağacın görme imkânım oldu.
Ankara’nın ortasında, Kennedy Caddesindeki İş Bankası’nın bahçesinde iki porsuk ağacı...
Her gün binlerce insana selam verirken, kaç kişinin onları fark ettiğini merak ederim.
Çınar: 1000 yıl (Anadolu’nun ulu dedesi)
Meşe, Ihlamur, Köknar: 1000 yıl
Kayın: 900 yıl
Kestane: 200-500 yıl
Zeytin: 400 yıl (barışın ağacı, ömrü de manidar)
Ceviz: 500 yıl
Kiraz: 60-70 yıl
Vişne: 40-50 yıl
Asma: 40-50 yıl
Elma, Armut: 300 yıl
Sedir: 1000 yıl
Kavak, Söğüt: 100-150 yıl
Şeftali: Ortalama 30 yıl (tadı kısa ömrü de kısa)
Badem: 50 yıl
Fındık: 150-200 yıl
Ormana, içindeki tüm canlılara kıymayın efendiler!
Bir ağacı kesmekle kalmıyorsunuz; bir gölgeyi, bir yuvayı, bir nefesi, bir çocuk anısını da kesiyorsunuz.
Bir gün değil, bin yıl yansa vicdanınızı temizlemez.
