“Ben hüzünde neşe buluyorum ve hüzün kahkahadan daha önemlidir.
Biliyorsun ki melekler üzülenlerden uzakta değildir
ve bazen bizi hastalıklar iyileştirir.”
Ne kadar doğru…
Her yara, ışığın gireceği bir kapıdır.
Acı çekmek, sadece can yanması değildir bazen ruhun kabuğunu çatlatma biçimidir.
Ve işte o çatlaklardan sızan ışık, bizi olgunlaştırır. Kahkahadan değil, hüzünden öğreniriz derinliği. Neşeden değil, kırılmadan anlarız kalbin dilini. İnsan ancak kendi acısına dokunabildiğinde, bir başkasının acısını da şefkatle tutabilir.
Belki de Van Gogh’un dediği gibi, bazı hastalıklar gerçekten iyileştirir… Çünkü kimi yaralar, bize yaşamı değil var olmayı öğretir.
“Yıldızlı Gece”ye ilk kez baktığımda, çocukluğumun sessiz mucizesini yeniden buldum.
O dönen mavi girdaplar, sanki evrenin kalp atışlarıydı.
Bir ressamın değil, bir ruhun iç sesiydi o tablo.
Ve o an anladım:
Bazı gözler bakar, bazıları görür; ama çok azı hisseder.
Deliliğin eşiğinde bile hayatın içindeki güzelliği görmeyi bırakmadı.
Saint-Rémy’de, akıl hastanesinin demir parmaklıkları ardında bile gökyüzünü terk etmedi.
Herkes onun “delirdiğini” söylüyordu; oysa belki de dünyayı bizden daha berrak görüyordu.
Çünkü delilik, bazen aşırı farkındalıktır: Aklın kaldıramadığı kadar çok hissetmek, kalbin dayanamayacağı kadar derin görmek…
Bugün Van Gogh’un hayatına dönüp baktığımda, kendi iç sesimi de orada buluyorum.
Bazen düşünüyorum; hepimiz biraz onun gibiyiz sanki…
Bir yanımız kalabalıkların içinde yalnız, bir yanımız sessizce yıldızlara bakıyor.
Kimi zaman fazla hissettiğimiz için susuyoruz, kimi zaman anlaşılmadığımız için geri çekiliyoruz. Ama içimizdeki ışık sönmüyor.
Kimi yazıyla, kimi fırçayla, kimi sadece yaşamakla o ışığı diri tutuyor. Çünkü umut, insanın en derin sanatıdır.
Acı, bazen sanatın yakıtı oluyor.
O acı olmasa bu tablolar var olur muydu?
Belki de dahilik, trajedinin gölgesinde filizleniyor.
Van Gogh’ta trajedi yakıt, deha ise alevdi.
Van Gogh yaşarken yok sayıldı; bugün tabloları milyonlara satılıyor, müzelerde binlerce insan onların önünde saatler geçiriyor.
Oysa hayattayken tek dileği şuydu:
“İnsanları sevmekten daha sanatsal bir şey bilmiyorum.”
Şimdilerde bir ressam, bir şair, bir müzisyen ömrünü adadığı eserle karşımıza çıksa, biz onu üç saniyelik bir reels’te izleyip kahve fotoğrafına kayıyoruz. “Ağzıyla kuş tutsa” bile, değerini görmeden geçiyoruz. Zaman, artık hislerin değil hızın lehine işliyor. Ama sanat, sabrın çocuğudur ve biz o sabrı çoktan kaybettik…
Yine de sanat inat ediyor.
Biz aceleyle geçiyoruz, o sabırla bekliyor.
Belki şimdi kimse farkında değil,
belki bugünün değil o eserlerin zamanı.
Ama bir gün, bir yerlerde,
karanlıkta kalan birinin en büyük ışığı olacak.
Van Gogh yıldızlara baktı ve ışığı buldu.
Biz de bazen sadece karanlığa bakmayı bırakmalıyız.
