Merve KABAKUŞ FİLİZCAN
Köşe Yazarı
Merve KABAKUŞ FİLİZCAN
 

Uyumayanların İsyanı: Kendi Zamanını Geri Alma Çabası

“Erken kalk, geç yat, boş durma.” Sanki yaşam bir yarış pistine dönüştü. İnsanlar birbirine yetişmiyor artık, yalnızca zamanla boğuşuyor. Ve bu kavgada herkes kaybediyor. Bir sabah gözünü açtığında bile aklına ilk gelen şey “geç kaldımsa”, hayatını artık bir takvim değil, bir alarm yönetiyor demektir. Dakikalara sıkıştırılmış bir ömür yaşıyoruz. Herkesin bir hedefi var ama kimse nereye koştuğunu bilmiyor. “Yetişmek zorundayım” sözü çağımızın en tatlı zehri. Bizi diri tutar gibi görünür ama içten içe kemirir. Artık kimse yaşamıyor herkes planlıyor, organize ediyor, yetişmeye çalışıyor. Hız, modern dünyanın görünmez efendisi; bizse ona yetişmeye çalışan sadık köleleriz. Oysa bazen hiçbir yere yetişmemek, insanın kendine yetişmesidir. Bir yazıda “beyaz yakalı isyanı” ndan söz ediliyordu. İnsanlar gün boyu başkalarının ritminde tükeniyor, geceleri ise uykusuz kalmayı bir tür özgürlük sanıyor. Psikologlar buna “intikam uykusuzluğu” diyormuş: Gün içinde kendine ait zamanı kalmayan birey, geceleri kendi uykusunu bile feda ediyor. Uykusuzluk, hız çağının sessiz direnişi haline geldi. Kimse bağırmıyor ama herkes bir şekilde bedenine “ben hâlâ buradayım” diye haykırıyor. Bu, zarif bir başkaldırı; ama aynı zamanda kendi sağlığımıza açtığımız savaşın da adı. Ofis ışıkları hiç sönmüyor. Cam duvarların ardında yorgun klavye sesleri birbirine karışıyor. Her tuş vuruşu, “biraz daha dayan” diyen görünmez bir sistemin emri gibi. E-postalar bitmiyor, yapılacaklar listesi uzadıkça uzuyor. Kimse “yeter” demiyor, çünkü herkes yerine birinin geleceğinden korkuyor. Ve işin en acı tarafı: herkes şikâyet ediyor ama kimse durmayı aklından bile geçirmiyor. Sanki birileri durursa dünya duracakmış gibi. Ama durmadığımız için zaten içimiz duruyor, ruhumuz tıkanıyor. “Bütün dünyayı kazanıp ruhunu kaybetmenin insana faydası nedir?”                                                       — Alan Watts, Güvencesizlikteki Bilgelik Watts’ın bu sorusu artık her zamankinden daha güncel. Biz dünyayı değil belki ama zamanı kazanmak uğruna ruhumuzu kaybettik. Dakikalarla yarışırken duygularımızı unuttuk. Watts başka bir yerde şöyle der: “Hayatın gerçek sırrı budur: Şu anda ve burada yaptığın şeye tamamen odaklanmak. Ve buna iş demek yerine, oyun olduğunu fark etmek.” Belki de yorgunluğumuzun nedeni budur: Yaşamı bir görev zannetmemiz. Kendimizi bitmeyen yapılacaklar listesine çevirdik, oyun oynamayı, merak etmeyi, denemeyi unuttuk. İnsanlar artık yorgun değil, tükenmiş. Yorgunluk dinlenmeyle geçer; tükenmişlik, kendini kaybetmekle başlar. Belki de durmak, bu çağın en büyük cesareti. O yüzden bu yazıyı okurken sadece bir kez dur. Bir derin nefes al. Kendine sor: “Bir yere yetişmezken kimim ben?” Belki cevabı duyman biraz sürecek. Ama o sessizlikte bir şeyler yeniden doğacak.  İzleyin: https://www.youtube.com/shorts/cWnbDL1E3UM Bazen bir dakikalık video, bir ömürlük farkındalık bırakır.
Ekleme Tarihi: 31 Ekim 2025 -Cuma

Uyumayanların İsyanı: Kendi Zamanını Geri Alma Çabası

“Erken kalk, geç yat, boş durma.”

Sanki yaşam bir yarış pistine dönüştü.
İnsanlar birbirine yetişmiyor artık, yalnızca zamanla boğuşuyor.
Ve bu kavgada herkes kaybediyor.

Bir sabah gözünü açtığında bile aklına ilk gelen şey “geç kaldımsa”, hayatını artık bir takvim değil, bir alarm yönetiyor demektir. Dakikalara sıkıştırılmış bir ömür yaşıyoruz. Herkesin bir hedefi var ama kimse nereye koştuğunu bilmiyor.
“Yetişmek zorundayım” sözü çağımızın en tatlı zehri.
Bizi diri tutar gibi görünür ama içten içe kemirir.

Artık kimse yaşamıyor herkes planlıyor, organize ediyor, yetişmeye çalışıyor.
Hız, modern dünyanın görünmez efendisi; bizse ona yetişmeye çalışan sadık köleleriz.
Oysa bazen hiçbir yere yetişmemek, insanın kendine yetişmesidir.

Bir yazıda “beyaz yakalı isyanı” ndan söz ediliyordu.
İnsanlar gün boyu başkalarının ritminde tükeniyor, geceleri ise uykusuz kalmayı bir tür özgürlük sanıyor.
Psikologlar buna “intikam uykusuzluğu” diyormuş:
Gün içinde kendine ait zamanı kalmayan birey, geceleri kendi uykusunu bile feda ediyor.
Uykusuzluk, hız çağının sessiz direnişi haline geldi.
Kimse bağırmıyor ama herkes bir şekilde bedenine “ben hâlâ buradayım” diye haykırıyor.
Bu, zarif bir başkaldırı; ama aynı zamanda kendi sağlığımıza açtığımız savaşın da adı.

Ofis ışıkları hiç sönmüyor. Cam duvarların ardında yorgun klavye sesleri birbirine karışıyor.
Her tuş vuruşu, “biraz daha dayan” diyen görünmez bir sistemin emri gibi.
E-postalar bitmiyor, yapılacaklar listesi uzadıkça uzuyor.
Kimse “yeter” demiyor, çünkü herkes yerine birinin geleceğinden korkuyor.

Ve işin en acı tarafı: herkes şikâyet ediyor ama kimse durmayı aklından bile geçirmiyor.
Sanki birileri durursa dünya duracakmış gibi.
Ama durmadığımız için zaten içimiz duruyor, ruhumuz tıkanıyor.

“Bütün dünyayı kazanıp ruhunu kaybetmenin insana faydası nedir?”
                                                      — Alan Watts, Güvencesizlikteki Bilgelik

Watts’ın bu sorusu artık her zamankinden daha güncel.
Biz dünyayı değil belki ama zamanı kazanmak uğruna ruhumuzu kaybettik.
Dakikalarla yarışırken duygularımızı unuttuk.

Watts başka bir yerde şöyle der: “Hayatın gerçek sırrı budur: Şu anda ve burada yaptığın şeye tamamen odaklanmak. Ve buna iş demek yerine, oyun olduğunu fark etmek.”

Belki de yorgunluğumuzun nedeni budur:
Yaşamı bir görev zannetmemiz.
Kendimizi bitmeyen yapılacaklar listesine çevirdik,
oyun oynamayı, merak etmeyi, denemeyi unuttuk.

İnsanlar artık yorgun değil, tükenmiş. Yorgunluk dinlenmeyle geçer; tükenmişlik, kendini kaybetmekle başlar.

Belki de durmak, bu çağın en büyük cesareti.

O yüzden bu yazıyı okurken sadece bir kez dur.
Bir derin nefes al.
Kendine sor:

“Bir yere yetişmezken kimim ben?”

Belki cevabı duyman biraz sürecek.
Ama o sessizlikte bir şeyler yeniden doğacak.

 İzleyin: https://www.youtube.com/shorts/cWnbDL1E3UM
Bazen bir dakikalık video, bir ömürlük farkındalık bırakır.

Yazıya ifade bırak !
Okuyucu Yorumları (1)

Yorumunuz başarıyla alındı, inceleme ardından en kısa sürede yayına alınacaktır.

Yorum yazarak Topluluk Kuralları’nı kabul etmiş bulunuyor ve ulusgazetesi.com sitesine yaptığınız yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan tüm yorumlardan site yönetimi hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Yorgun beyaz yakalı
(31.10.2025 17:52 - #4057)
Çok güzel bir yazı olmuş kaleminize sağlık
Yorum yazarak Topluluk Kuralları’nı kabul etmiş bulunuyor ve ulusgazetesi.com sitesine yaptığınız yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan tüm yorumlardan site yönetimi hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
(0) (0)
Sitemizden en iyi şekilde faydalanabilmeniz için çerezler kullanılmaktadır, sitemizi kullanarak çerezleri kabul etmiş saylırsınız.