Aynanın karşısına geçince insanın içinden ince bir sızı yükselir ya hani…
Kimseye söylemediğimiz, hatta bazen kendimize bile itiraf edemediğimiz bir sızı:
Eksik hissetme.
Yarım hissetme.
Olması gereken “bir şeyleri” yakalayamamış olma.
Modern dünyanın cilalı vitrinlerinde kusur, yasak bir kelime…
Bizi sürekli “daha iyi” olmaya çağıran bir fısıltı var: Daha pürüzsüz bir cilt, daha ince bir bel, daha beyaz bir diş… Herkes kusursuz görünmeye çalıştıkça, kimse kendisi gibi kalamıyor.
Oysa aynı dünyada bir felsefe var: Sessiz, derin ve başka bir yerden seslenen bir felsefe: Wabi Sabi.
Japonların yıllardır bildiği ve bizim yeni yeni hatırladığımız bir hakikat: Güzellik kusursuzlukta değil, kusurda saklıdır. Bir yerde çizik varsa, orada bir hikâye vardır. Bir yüz kırışıyorsa, orada bir zaman birikmiştir. Bir beden “mükemmel” değilse, orada insan vardır.
En çok da şunu fark ettiriyor; eksiklik dediğimiz şey, aslında karakterimizin ta kendisi. Hepimiz aynı olsak… Ne anlamı kalırdı? Birbirimizin aynası olsak, bizi biz yapan ne kalırdı geriye?
Düşünsene…
Hayran olduğun insanları ele al. Onları sevdiren şey “mükemmel oluşları” değil, tam tersine, kimsenin taklit edemeyeceği o küçük, özel, tuhaf detaylarıdır. Ses tonundaki çatlak, yüzündeki çizgi, gülüşündeki asimetri…
Biz, bizi farklı yapan şeylere bağlanırız aslında.
Çünkü özümüz bu… Hepimiz farklıyız. Ve bu farklılıklar bizi vazgeçilmez ve özel yapan şeydir. Ama biz yıllarca kusurlarımızdan utanarak büyüdük.
Burun kemerimizi sakladık, dişlerimizi kapattık, gülümseyişimizin bile karanlık tarafını gizledik. Her küçük lekeyi, toplumun “güzellik” cetveline göre ölçtük.
Bir yerde durup düşünmek gerekiyor artık:
Bu cetvel kimin cetveli? Ve neden hep bizi eksik sayıyor?
Wabi Sabi şöyle fısıldıyor:
“Güzellik tamlıkta değil, kırılganlıkta saklıdır. Bir şey yaşanmışsa, değeri artar.” Kintsugi’de kırılan kâselerin altınla onarılması gibi… Kırılmak, kusur değil; yeniden birleşmenin ihtişamıdır.
Ben bu akımı bu yüzden çok sevdim. Çünkü bize sadece kendimizi sevmeyi değil, kendimize şefkatli bakmayı hatırlatıyor. Kusuru yok saymak yerine, onu anlamayı… Utanç duymak yerine, kabul etmeyi…
Wabi-sabi felsefesinin bize öğrettiği gibi hayat kusurludur. Zamanın akıp geçmesi, her şeyin geçici olduğunu gösterir. Eğer net bir İkigainiz (Varoluşun Nedeni) varsa, her anınız neredeyse sonsuz olasılıklar barındırır.
Belki de mesele mükemmel olmak değildir. Mesele, kendimizi nihayet görmeyi öğrenmektir.
Ve aynaya bakıp şöyle diyebilmektir:
“İşte bu benim… Ve ben tam da böyleyim.”
Ve son olarak… Bu videoyu da izleyin. Tamamlayıcı bir dokunuş gibi;
https://www.instagram.com/mervekabakusfilizcan/reel/DRNdtH7CAAe/
