Bir zamanlar insanlar birbirine dokunarak konuşurdu. Gözler buluşur, sessizlik bile anlam taşırdı. Şimdi ekranlarımız konuşuyor bizim yerimize; kelimeler akıllı, duygular ise uykuda. Akıllandıkça soğuduk. Bağlantılar arttı ama bağlar azaldı.
“İnsanlık versiyon 2.0”a geçtik belki ama ruh, hâlâ güncelleme bekliyor.
Yapay zekâ gelişiyor, bizse yapaylaşıyoruz. Bilgimiz arttı ama sezgimiz köreldi. Artık her sorunun cevabını bir tuşa dokunarak bulabiliyoruz. Bu çok güzel, evet ama kimse bir duygunun nedenini aramıyor artık…
Aristoteles’in dediği gibi: “Kendini bilmek, tüm bilgeliğin başlangıcıdır.”
Bir zamanlar içe dönük bir keşifti “kendini bilmek”; şimdi yapay zekâ algoritmalarıyla dışa taşmış bir projeye dönüştü.
Ansiklopediler raflardan silindi, kitap kokusu nostaljiye dönüştü. “Okumak” sabır gerektiriyor, “hissetmek” yavaşlık istiyor. Ama şimdi çağ, hızla ölçülüyor. Öğrenmek yerine “öğrenmiş gibi” yapmak, düşünmek yerine “tüketmek” moda artık.
Descartes bir zamanlar “Düşünüyorum, öyleyse varım” demişti.
Ama biz artık düşünmüyoruz.
Kâğıdın dokusunda, mürekkebin kokusunda, altı çizili cümlelerin sessiz tanıklığında… Orada, zamanın bile yavaşladığı bir yer var. Ruh, güncellemesini orada yapar. Ekran ışığı değil, içsel ışıkla aydınlanır.
Belki de sorun teknolojide değil, bizde. Akıl yürütmeyi öğrendik ama yürekle hissetmeyi unuttuk. Dünyayı yönetiyoruz ama kendimizi anlamıyoruz. Makineler hızla öğreniyor, bizse duygularımızdan mezun olamıyoruz. Çünkü ruh, veriyle değil; yaşanmışlıkla, acıyla, sevgiyle büyür.
Yapay zekâ notlarımızı, hatırlatmalarımızı, rüyalarımızı bile bizden iyi biliyor. Peki, bizim hafızamızda ne kaldı? Gerçek bir dokunuş, içten bir kahkaha, birinin gözlerimize uzun uzun baktığı bir an… Bunlar hâlâ kaydedilemeyen veriler. Ve belki de bizi insan yapan tek şey bu: kaydedilemez olmak.
Ruhun da tıpkı sistem gibi bir bakıma ihtiyacı var ama onu güncellemek için “indir” tuşu yok. O, yalnız kalınca, sessizce düşününce, bir satırın içinde yankılanınca yenileniyor. Belki de bizi insanlıktan uzaklaştıran şey teknoloji değil; ruhun bu yavaş, derin güncellenme ihtiyacını unutmuş olmamız.
Evet, yapay zekâ eğer iyi amaçlarla kullanılırsa insanlığa bir çağ açtı; bilginin özgürleştiği, yaratıcılığın yeniden tanımlandığı bir dönem başladı. Ama eğer bizi tembelleştiriyor, sorgulamaktan alıkoyuyor, kolaycılığa itiyorsa…
O zaman bir çağ ileri değil, bir çağ geri gittik demektir.
Teknoloji bir araçtır; bizi insanlığa yaklaştırdığı sürece değerlidir. Ama ruhun yerini alırsa, işte o zaman “akıllı makineler” çağında bile en büyük eksik biz oluruz.
Yapay zekâ çağında en büyük devrim, hâlâ kalpten hissedebilmek olacak…
