(Osho’nun “Boş Kayık” Kitabından İlhamla)
Bazı yolculuklar vardır, haritalara sığmaz. Ne bilet alırsın, ne valiz hazırlarsın. Bu yolculuk; yalnızca kendi içinin labirentlerine, karmaşanın ortasındaki sessizliğe doğrudur. Osho’nun "Boş Kayık" dediği tam da bu: Kendini boşaltmak, egoyu bırakıp rüzgârla dans etmek.
Bugün, kalbime dokunan bu kitabın felsefesi eşliğinde, içsel göçün izini sürmeye davet ediyorum sizi…
“Kayığı boş bırak ki, nehir seni taşıyabilsin.”
Ama modern çağ bize başka bir rota çizdi. Kayıklarımız tıka basa dolu… Statülerle, unvanlarla, hedeflerle, yarım kalmış hayallerle… Her çarpışmada biraz daha parçalanıyoruz. Kendi içsel göçümüzü erteledikçe, yükler sırtımıza çörekleniyor. Bir sabah aynaya bakıyoruz ve soruyoruz:
"Bu dolulukta ben neredeyim?"
Belki de çözüm; yükleri bırakmak. “Ben” demekten, her şeyi kontrol etmeye çalışmaktan, öylece var olmaktan…
Osho’nun felsefesi kulağımıza fısıldıyor:
“Hiç kimseye çarpmayan boş kayık gibi olursan, çatışma da, hüzün de senin peşinden gelemez.”
“Yarın sabahtan itibaren içinde bulduğun her şeyi boşaltmaya çalış: mutsuzluğunu, öfkeni, egonu, kıskançlıklarını, ıstıraplarını, acılarını, zevklerini – ne buluyorsan, at gitsin. Hiç ayırmadan, hiçbir tercihte bulunmadan boşalt kendini. Tümüyle boşaldığın an, birden bütün olduğunu, her şey olduğunu göreceksin. Bütüne boşluk yoluyla ulaşılır.”
Ben de yıllarca dolu bir kayık oldum. Kimlikler, sorumluluklar, beklentiler… Her biri sırtıma yüklendi, suyun üstünde savruldum. Bir sabah uyandığımda anladım ki; kendi içsel göçümü yıllardır ertelemişim.
Ve o gün bir karar verdim:
Her sabah bir düşünceyi, bir korkuyu, bir “ben” iddiasını bırakacaktım. Yavaşça kayığım hafifledi. Rüzgârın sesine kulak verdim. Ve boş kalmanın hafifliğini tattım.
“Kendi merkezine gelince, kayığın boş, kalbin dolu olur.”
Bu, beni düşündürdü. Belki de mesele kayığı boş bırakmak değil, o boşlukta kalbin dolmasını sağlamak. Sevgiden, hoşgörüden, sabırdan, kabullenişten… Ne kadar yük atarsak atalım, içimiz sevgiyle dolmuyorsa o boşluk bir boşluk kalır.
İçsel göç; bir terk ediş değil, bir keşif. Kendimizi kaybettiğimiz o an, aslında kendimizi bulduğumuz an olur. Yüklerden, maskelerden, kimliklerden soyunup rüzgâra bırakış… Ama bu rüzgâr rastgele değil; kalbimizin taşıdığı o kadim rüzgâr…
“Nehrin gürültüsüne aldırış etme, suyun derinliğinde sessizlik saklıdır.”
Ve şimdi sana soruyorum:
Senin kayığın ne kadar dolu?
Dalgaların taşıdığı mı, yoksa senin yüklediğin mi?
Bir gün her şeyi bırakıp rüzgârın sesine kulak verecek misin?
Ve boş kaldığında kalbini neyle dolduracaksın?
Unutma:
Bazen sadece boş kayık olmak yeter.
Ama o boşluk; sevgiyle, kabullenişle, bilgelikle dolmalı ki yolculuk anlam kazansın.
Çünkü bazen, yükü hafifletmezsen, suda batarsın…
