Bazen düşünüyoruz da… Hayatın hiçbir provasının olmaması ne kadar garip, değil mi? Ne yönetmen var, ne senaryo, ne de “hata yaparsak yeniden çekelim” şansı. Perde bir kalkıyor ve biz, ışıkların altında buluyoruz kendimizi. Rolünü bilen de var, unutan da… Ama sahne akıyor, zaman akıyor, bizse hâlâ her şeyi “mükemmel” oynamaya çalışıyoruz.
Tekrarı yok bu filmin…
Oysa yorulduk artık… İşten, güçten, sorumluluklardan, beklentilerden…
Her gün bir yerlere yetişmeye çalışırken aslında kendimize yetişemediğimizi fark ediyoruz.
Listeler kabarık, telefon susmuyor, planlar hiç bitmiyor. Ama bütün bunların arasında “biz” diye bir şey var mı gerçekten? Bazen hayat, içimizdeki enerjiyi değil, sabrımızı ölçüyormuş gibi geliyor.
Ve anlıyoruz ki, belki de hiçbir şey yetişmek için değildir.
Ne iş, ne mutluluk, ne de “doğru zaman”…
Belki de “geç kalmak” diye bir şey yoktur. Çünkü insan, ne kadar acele ederse etsin, kendi ritminden kaçamıyor. Bizi en çok yoran da başkalarının temposuna uymaya çalışmamız zaten.
“Bizim sahnemiz hangisiydi?” diye soruyoruz kendimize bazen.
Başkalarının hikâyelerini ezberlemekten, kendi repliklerimizi unuttuk. Sosyal medyada başkalarının alkışını dinlerken, kendi sessiz mutluluğumuzu kaçırıyoruz. Hep daha fazlasını kovalamak, daha iyi olmaya çalışmak… Ama bir gün fark ediyoruz ki, koşarken hayatı değil, kendimizi kaybetmişiz.
Belki de mesele bu kadar zor değil.
Hayatın provasızlığı aslında bir özgürlük..
“Başkasının senaryosunda yan rol olmaktan vazgeçelim.
Kendi hikâyemizin başrolüne geçelim.”
Hata mı yaptık? Boş verelim.
Planlarımız mı bozuldu? Olabilir.
Birinin beklentisini karşılayamadık mı? Karşılamayabiliriz.
Hayat bir deneme çekimi değil.
Mükemmel olmak zorunda değiliz. Bizden istenen tek şey, kendi sesimizle konuşmamız; kahkahamızın da, gözyaşımızın da bize ait olması. Ne başkasına yetişmek zorundayız ne de her şeyi kusursuz oynamak… Sadece kendi ritmimizde yürümek yeter.
Ve biliyor musun, geriye dönüp baktığımızda aklımızda kalan şey “kusursuz” sahneler olmuyor.
Hatırladığımız, bir kahve kokusu, bir yaz akşamı esintisi, içten gelen bir kahkaha oluyor.
Çünkü hayatın özü, hatasızlıkta değil, gerçekten yaşamamızda saklı.
O yüzden diyoruz ki, biraz yavaşlayalım.
Hayatın provasızlığına, kendi ritmimizin güzelliğine güvenelim.
Sahne bizim, replik bizim, alkış da, sessizlik de bizim.
Ve en önemlisi…
Kimse bizden her şeye yetişmemizi beklemiyor; biz de beklemeyelim.
Çünkü belki de hayatın en güzel yanı, tekrarının olmaması.
After Life dizisindeki bu sahne, yazının duygusunu çok güzel tamamlıyor.
Bence herkes izlemeli:
“Hayatın kıymeti, tekrarı olmamasından geliyor.”
https://www.youtube.com/watch?v=HP4t9DKD4h8
