Bazen güne uyanırız, pencereyi açarız, içeri temiz sabah havası dolar. Kahvemizi koyarız, günün planını yaparız… Her şey tastamam. Ama içimizde sessizce kıpırdayan bir his vardır:
Eksik bir şey mi var?
Ezginin Günlüğü yıllar önce bu soruyu şarkıya dökmüştü:
“Eksik bir şey mi var hayatımda?
Gözlerim neden sık sık dalıyor?
Eksik bir şey mi var hayatımda?
Gökyüzü bazen ciğerime doluyor…”
Bu mısralar, adını koyamadığımız bir boşluğa dokunur. Sanki bir şey eksik değil, aslında biz eksik kalmışız.
Fuzûlî ise asırlar öncesinden aynı duyguyu başka kelimelerle söyler:
“Boş yere canı yanmaz insanın. Ya bir eksiklik vardır geleceğe dair, ya da bir fazlalık vardır geçmişten gelen.”
İnsanın canı durduk yere yanmaz. O yangının mutlaka bir kıvılcımı vardır. Bazen bu kıvılcım, henüz ulaşamadığımız bir hayalin eksikliğidir. Geleceğe dair umutlarımızın yıpranması, planlarımızın erteleye erteleye rafa kalkması… Henüz yaşamadığımız ama tüm varlığımızla yaşamak istediğimiz anların yokluğu. Sanki hayat, bir sonraki durağa varmamızı engelleyen görünmez bir el gibi bizi tutar. Bu yüzden gözlerimiz dalar, içimizde bir sızı dolaşır; eksiklik, ruhun kıyısında sessizce bekler.
Bazen de bu yangının sebebi, fazlalıklardır. Geçmişten taşıdığımız, artık bize ait olmayan yükler. Bir zamanlar “olmazsa olmaz” sandığımız ama artık kalbimize ağır gelen anılar. Silinmeyen yüzler, yarım kalmış vedalar, bir türlü kapanmayan defterler… Onları zihnimizde defalarca kapatırız ama kalbimizde hep açık kalırlar.
Eksiklik, geleceğin boşluğundan; fazlalık ise geçmişin ağırlığından beslenir. Biri bizi ileriye taşıyamaz, diğeri bizi geride bırakır. Ve insan, tam bu iki uç arasında ileriye yürümek isterken geçmişe takılıp kaldığı noktada en çok yorulur.
“Öyle bir şey ki bu, kolay anlatamam
Atsan atılmaz, satsan satamam…”
İşte hayatın eksikliği de böyle. Ne tam tarif edebiliriz ne de ondan vazgeçebiliriz.
Belki de mesele, o eksiklikle kavga etmek yerine onunla yaşamayı öğrenmektir. Çünkü hayat, her zaman biraz eksik kalacak. Ve belki de en çok, o eksik yerlerden olgunlaşıp gelişicez.
Ve belki de mesele, eksik parçalarımızla barışmak; onlara hayatın doğal bir parçası olarak bakmak. Çünkü eksikliklerimiz olmasa, ne hayal kurar ne de yeniden başlamak için sebepler bulurduk.
Eksik bir şey mi var?
Varsa da kalsın…
Çünkü bazen eksiklik, sanılanın aksine bir eksilme değil; bizi, kendimizle ve hayallerimizle buluşturan görünmez bir pusuladır.
Ezginin Günlüğü’nün o dingin ezgisine kulak verin; belki de yazının tüm duygusu, en çok orada tamamlanacak…
https://www.youtube.com/watch?v=0L7i5Ta53Cg&list=RD0L7i5Ta53Cg&start_radio=1
