“Gömüldüğünü sandığın yer, belki de ekildiğin yerdi.”
Bazı sabahlar uyanıyoruz ve ne için uyanmamız gerektiğini bilmiyoruz. Perdeler açılıyor ama ışık içeri girmiyor. Kalabalıklar arasında yürürken içimizde tarifsiz bir yalnızlık; yaptığımız işler, kurduğumuz cümleler, attığımız adımlar birbirine karışmış gibi. Hani bazı rüyalar vardır ya: Koşarsın ama yerinde sayarsın. İşte öyle bir çağdan geçiyoruz.
Birçok kişiyle konuşuyorum… Herkesin ortak bir sancısı var: “Hiçbir şey yolunda değil ama nedenini tam olarak da bilmiyorum.” Bu hissin adı yok belki, ama çok tanıdık. Sanki ruhlarımız aynı fırtınanın içinde, ama her birimiz farklı bir salın üstündeyiz. Yine de garip bir kardeşlik var bu buhranların içinde. Birbirimizi kelimelerle değil, yorgun bakışlarla anlıyoruz.
Ekonomik dalgalar, siyasi buhranlar, bitmeyen krizler, artan belirsizlik... Ve bu dış dünyadaki karışıklık, iç dünyamıza da sirayet ediyor. Ne yapsak yetmiyor gibi. Çok çalışıyoruz, daha çok yoruluyoruz. Daha çok tüketiyoruz, daha az tat alıyoruz. Oysa biz bir zamanlar hayaller kurardık. O hayallerin yerinde şimdi kredi kartı borçları, iş yetiştirme stresi, haber bülteni yorgunlukları var.
Büyüdük ama bir yere varamadık sanki.
Son zamanlarda hepimizin gözlerinde aynı sis var. Gelecek bulanık, bugüne tahammül zor, geçmişse çoktan yıpranmış bir sayfa gibi. İçimizde bir şeyler yanıyor ama adını koyamıyoruz. Sanki hepimiz alev saçan bir ejderhanın karşısında, elimizde eski püskü bir kalkanla hayatta kalmaya çalışıyoruz. Yönümüzü şaşırdık, amacımızı, hatta bazen kendimizi... Bu sadece bireysel bir kriz değil; bu çağın sancısı.
Hayatın anlamsızlaştığı bu zamanlarda, kendimizi yeniden tanımlamaya çalışıyoruz. “Ben kimim?”, “Ne istiyorum?”, “Yaptığım şeyler gerçekten benim seçimim mi?” gibi sorularla yüzleşiyoruz. Bu sorular sancılı, evet… Ama aynı zamanda uyanmanın da belirtileri.
Sadece biz değil, dünya da yanıyor. Ve bu yangında hâlâ umut taşıyanlar var. Kimileri küllerini karartırken, kimileri o küllerden toprak yapıyor kendine. Çünkü biliyor: Bir şeyin yandığı yerde, yeni bir şeyin tohumu yeşerebilir.
Ejderhadan bahsetmiştim ya… Hani o alev saçan dev, hepimizi zorlayan… Belki de o ejderha sadece dışsal koşullar değil. Belki kendi içimizdeki gölgeler, bastırdığımız duygular, ertelenmiş hayaller de bu ejderhayı besliyor. Ama her mitolojik ejderhanın karşısında bir arayıcı vardır. Ve her arayıcı, içsel bir yolculuğa çıkar.
Bu yolculuk kolay değildir. Çünkü karanlık sokaklardan geçer, yanlış kapılar çalar. Ama her yanlış kapı, sonunda doğruya biraz daha yaklaştırır insanı. Ve bazen en büyük aydınlanmalar, hiçbir şeyin net olmadığı zamanlarda gelir.
Hayır, bu bir motivasyon yazısı değil. “Her şey çok güzel olacak” demeyeceğim. Çünkü her şeyin güzel olması için önce bazı şeylerin çatlaması, dağılması, yıkılması gerekiyor. Ve belki şu an, tam da o süreçteyiz. Kırılmak üzereyiz. Ama unutma:
Işık, en çok kırıldığında yayılır.
Bu çağ, belirsizliklerin çağı. Bu çağ, yorgun ruhların, yeniden yön bulmaya çalışanların, hayatta kalmakla yaşamak arasında sıkışanların çağı.
Ama bu çağ aynı zamanda, köklenmenin de çağ olabilir. Eğer toprağa güvenebilirsek…
Ve unutma…
Gömüldüğünü sandığın yer, belki de ekildiğin yerdi.
Şimdi büyüme vaktin.
