Feng Shui der ki: "Evini onar, ruhun da huzur bulur. Dışındaki dünya içindeki dünya ile başlar."
Bir ev düşün.
Sessizliği gürültülü. Duvarları kalın ama sesi yankı yapmıyor.
Işık alıyor, ama içi karanlık.
Sanki odalarda değil de, boşluklarda yaşıyoruz artık.
Görünürde her şey yerli yerinde.
Ama içeride bir şeyler dağınık.
Dış dünya düzenli, iç dünya yıkık.
Feng Shui binlerce yıllık kadim bir dil. Rüzgârın fısıltısını, suyun akışını, yönlerin bilgeliğini dinleyen bir anlayış. Der ki: “Enerjiyi serbest bırak. Duran her şey çürür, akan her şey yaşar.”
Oysa biz, akanı durdurduk. Duygularımızı sakladık, gözyaşlarımızı kilitledik. Her şeye sahip olsak da huzura ulaşamadık. Çünkü modern dünyanın evleri güzel, ama kalpler yorgun. Duvarlar boyalı ama içimiz gri. Parkeler sessiz ama ilişkiler gürültülü.
Evlerimizi sürekli değiştiriyoruz: yeni mobilyalar, yeni perdeler, yeni süsler... Ama hâlâ “bir şey eksik” diyoruz. Çünkü eksik olan masa değil, masa başında edilen içten bir muhabbet. Eksik olan sandalye değil, o sandalyede saatlerce süren bir kahkaha. Eksik olan eşyalar değil, yaşanmışlık.
Feng Shui’de bir kural vardır: Evin giriş kapısı, hayat enerjisinin içeriye davetidir.
Peki bizim iç dünyamızın kapısı neye açık?
Öfkeye mi? Kıskançlığa mı? Tükenmişliğe mi?
Yoksa hâlâ umuda mı?
Bir toplumun ruh hali, insanların evlerinde başlar. Ve biz, evlerimizi birer vitrin gibi dizmeye başladıkça, kendi ruhumuzu da süsleyip sakladık. İnsanlar artık koltuklarının yerini ayarlıyor ama kalbinin yerini bilmiyor. Köşelere şık lambalar koyuyor ama karanlıklarını aydınlatamıyor.
Toplum olarak her şeyi hızla tüketiyoruz: Eşyaları, ilişkileri, insanları…
Ama Feng Shui bize sabrı öğretir.
Bir nesneyi taşırken saygıyı, bir eşyayı yerleştirirken sezgiyi.
Çünkü yer dediğin sadece fiziksel bir alan değildir.
Yer, aynı zamanda bir bilinçtir.
Neyi nereye koyduğun, neye ne kadar alan tanıdığınla ilgilidir.
Ve bu sadece evinle değil, hayatınla da ilgilidir.
Peki sen hayatında neye yer açtın? Kırgınlıklarına mı? Geçmişte seni tüketen insanlara mı? Yoksa artık susması gereken iç sesine mi?
Bazen gerçek bir değişim, koltuğun yönünü değiştirmekle başlar.
Bazen en derin dönüşüm, bir aynayı yerleştirirken kendine dürüstçe bakmakla olur.
Çünkü o aynada sadece yüzünü değil, yıllardır görmek istemediğin halini görürsün.
Ve işte o an, gerçek Feng Shui başlar.
O an evin değil, ruhun yerini bulur.
Fazlalıkları atar, sadeleşirsin.
Yeniden nefes alırsın.
Ve o nefesle birlikte hayat da yeniden başlar.
Bir bilge der ki: “Yaşamda denge yoksa bolluk da yoktur, huzur da.”
Toplumun dengesini bulmak istiyorsak önce kendimizle yüzleşmeli,
Yük gibi duran her şeyi sadeleştirmeli
Ve bazen... Sadece bir minderin yerini değiştirerek başlatmalıyız içsel dönüşümü.
Çünkü bazen en büyük devrim, sessizce yerini bulan bir kalbin attığı ilk ritimde gizlidir.
Bu yazıyı okurken belki bir köşeye gözün takıldı.
Belki orada yıllardır duran ama bir anlamı kalmayan bir obje var.
Ya da belki kalbinde yıllardır tuttuğun bir cümle:
“Sana kırgınım.”
“Sana veda edememiştim.”
“Ben aslında iyi değilim.”
Bugün küçük bir şey yap.
Bir köşeyi sadeleştir.
Bir eşyayı kaldır.
Bir duyguyu serbest bırak.
Bir pencere aç.
Belki içeriye sadece temiz hava değil, yeni bir sen girer.
Ve unutma:
Ev, sadece yaşadığın yer değil… İçindeki dünyayı temsil eden aynadır.
O aynaya iyi bak. Çünkü ne kadar sevgiyle bakarsan, o kadar ışıkla yansır sana.
