Çünkü hiçbir el, başka bir ele uzanmadan umut yeşermez.
1 Mayıs, sadece işçilerin değil, birbirine omuz vermeyi bilen herkesin günüdür. Alın teriyle yoğrulmuş bir dünyanın, birbirine tutunan insanların, bir ekmeği bölüşmenin utangaç onurunun bayramıdır. Çünkü emek sadece bir maaş bordrosu değil, bir yaşam biçimidir. Ve o yaşam, ancak bir başkasıyla birlikte anlam bulur.
Tıpkı bugün hâlâ, sabahın köründe uyanıp evin ışığını açmadan sessizce giyinen, kimseyi uyandırmadan kapıyı usulca çeken bir annenin, bir babanın o ilk yola çıkışındaki gibi...
Bir servis aracının camından dışarı bakan gözlerde, hayattan çok, omuzlanan sorumluluğun izleri vardır.
O araçta bazen bir “günaydın” söylenmez ama hissedilir.
Bir “kolay gelsin” duyulduğunda,
dünyayı ayakta tutan görünmez bir zincir usulca tamamlanır.
Her yerdedirler ama adları anılmaz.
Ve tam da bu yüzden, bu hayat onların sessiz omuzlarında taşınır.
Tarihten Not – Şili, 2010
Ve bazen… O dayanışma, toprağın 700 metre altında filizlenir.
2010 yılında, Şili’nin Copiapó kentinde bir maden çöktü. 33 madenci, yerin derinliklerinde; karanlığın, sessizliğin, umutsuzluğun tam ortasında… 69 gün boyunca mahsur kaldı.
Orada ne gökyüzü vardı ne saat ne gün ışığı.
Sadece daracık bir tünel, tükenmekte olan nefes ve birbirlerine verdikleri sessiz bir söz:
“Kimse yalnız kalmayacak.”
O karanlıkta, bir parça ekmek 33’e bölündü. En zayıf olanın yanına oturuldu.
Söz yerine bakış, umut yerine omuz verildi. Nefesleri sıraya koydular. Sessizliği dua gibi paylaştılar.
Ve kurtarıldıklarında, yerin altından sadece insanlar çıkmadı. Oradan çıkan şey: insanın insana olan inancıydı. Bu sadece bir kurtuluş değildi… Bu, karanlığın içinden doğan bir insanlık dersi olarak kaldı.
Bugün, başka madenlerin değil ama başka karanlıkların içindeyiz. Kalabalıklar içindeki yalnızlık, bitmek bilmeyen ekonomik çırpınışlar, sessizce bastırılan yorgunluklar ve görünmez yükler…
Kimseye söyleyemediğimiz ama içimizde büyüttüğümüz “Yalnız mıyım?” sorusu, hepimizi ayrı odalarda titretiyor.
Ama işte tam da bu yüzden 1 Mayıs, yalnızca geçmişin hatırası değil, bugünün ve yarının umududur. Birlikte terleyen eller, birlikte hayal kuran gözler, birlikte yorulmaya razı olan yürekler hâlâ var. Belki farklı dillerde konuşuyoruz, farklı şehirlerde, farklı işler yapıyoruz… Ama aynı gökyüzünü özlüyoruz. Aynı suya susuyoruz. Aynı ekmeği bölmekten utanmıyoruz. Ve hâlâ elimizi tutan biri varsa, hâlâ göz göze gelmeden bile anlaşabiliyorsak, daha güzel bir dünya mümkündür.
Çünkü bazen sadece bir kelime, bir insanın içini ısıtabilir. “Merhaba” mesela… Arapçada bu kelimenin kökü, “genişlik”, “ferahlık”, “güven” anlamına gelir. Yani aslında birine “merhaba” dediğimizde, sessizce şunu fısıldarız:
“Yanındayım. Burada senin için yer var. Güvendesin.” Ve belki de yeni bir dünyayı başlatan şey, kocaman bir devrim değil de içten söylenen tek bir kelimedir. Bir selam. Bir bakış.
Ve en çok da: bir insanın başka bir insana “Seninle buradayım” demesi.
Bugün, başımızı telefondan kaldırıp yanımızdaki insana içten bir “Merhaba” demekle başlar belki...
Bir çocuğa ayakkabı almak,
Bir komşunun yükünü taşımak,
Bir iş arkadaşına “Sen iyi misin?” demekle…
Büyük bir değişim, bazen en sade adımlarla başlar. Çünkü hiçbir el, başka bir ele uzanmadan umut yeşermez.
Ve biz…
Aynı gökyüzünü özleyen eller olduğumuz sürece, hayat her zaman yeniden doğacak.
Görünmeyen ellerle kurulan bir dünya var.
Ve bu yazı, o dünyayı selamlayan bir hatırlatmadır.
1 Mayıs Emek ve Dayanışma Günü kutlu olsun saygılarımla…
