Serçelerin kalbi dakikada yaklaşık 500 civarı atım yapar. Bu sayı insanların dakikadaki kalp atımının yaklaşık 5 katıdır.
Serçelerin kalbinin bu kadar hızlı atmasının nedeni yaşadıkları ölüm korkusu mu, yoksa hayatta kaldıkları her saniyeyi dolu dolu, heyecanlı yaşamak mıdır bilinmez.
Serçeler yanından geçtiğimizde bile dikkatimizi çekmeyen, küçük 10-15 santimlik kuşlar… Buldukları küçücük deliklere derme çatma yuvalar yapan, kendi halinde yaşamaya çalışan kuşlar…
Serçeler göçmen kuşlar olmadıkları için nereden ne tehlike gelir farkına bile varmazlar. Tek gayeleri vardır avlanmadan mutlu bir yaşam sürebilmek.
Ancak insanlar ve hayvanlar onları rahat bırakır mı? Kolay av olmaları nedeniyle kedi ve köpeklerin gözleri onların üzerinde. Hadi hayvanları anlarım karın doyurma telaşı…
Ya o kendini bilmez şımarık insanlar. Onlar ise ellerine bir avuç buğday alıp, serçeleri tuzağa düşürür, sonra da sapanla avlarlar.
Hikâye bu ya, bir gün kanadı kırık bir serçe Hz. Süleyman’ın yanına gelir ve kanadını bir adamın kırdığını söyler. Hz Süleyman hemen adamı huzuruna çağırtır. Bakar ki gelen adam bir derviş. Şaşırır ve der ki:
‘Bu serçenin kanadını sen mi kırdın?’
Adam ise ‘evet’ der ve olayı anlatır:
‘Serçeyi avlamak için üzerine gittim kaçmadı, daha da yaklaştım yine kaçmadı. Sonra yakalamak için üzerine atıldım ve o esnada havalandı. Ben de tuttuğum için kanadı kırıldı’
Hz Süleyman serçeye döner:
‘Neden kaçmadın? Seni yakalamaya çalışacağı aşikarmış’ der.
Serçe Hz Süleyman’a der ki:
‘Efendim ben onu derviş kıyafetli görünce beni yakalamaya çalışacağını düşünmedim. Avcı olsaydı zaten kaçardım.’
Hz Süleyman kuşu haklı bulur ve kuşun yaşadığına kısas olarak dervişin kolunun kırılmasını emreder.
Serçe hemen müdahale eder:
‘Onun kolunu kırmayın efendim’ der.
Hz Süleyman şaşırır ve nedenini sorar.
Serçe ise:
‘Onun kolunu kırarsanız kolu iyileşince yine aynı şeyi yapar. Onun üzerindeki derviş kıyafetini çıkarın. Çıkarın ki benim gibi kuşlar bundan sonra ona aldanmasın’ der.
Serçenin saf ve temiz kalbinin aldatılması hikayesiydi bu. Biz insanların çocuk yaştan beri yaptığı, büyüğün gücünü kendinden daha aciz, daha küçük olanın üzerinde sergilemesiydi: derviş, genç, yaşlı, yetişkin, sarhoş, ayyaş, çoluk, çocuk fark etmez…
Serçelere kıyamadığım doğrudur. Kalbim hangi tür serçeydi bu şiiri yazdığımda bilmem ama daha 15 yaşında idim. Ben de kafiyelerimle rediflerimle serçe nasiplensin istedim ve avcım olan kadına uyarladım şiirimi:
Serçelerin kalbi küçük olur bilir misin?
O küçücük kalbine kocaman aşkı sığdırır sen de böyle sever misin?
Kanatları hep ona gider sen de bana gelir misin?
Beni serçe gibi sever misin?
Küçükken sapanla serçe avına çıkardık
Onun küçücük bedeni bizi doyurur sanırdık
Keşke bunu hiç yapmasaydık
Serçenin aşkla atan kalbini durdurmasaydık
Bir gün beni de avladı avcının biri
Feride imiş adı, melekmiş lakabı
O beni diğerleri gibi sapanla avlamadı
Önce bana kendini verdi sonra beni benden aldı
