Günlerden bir gün kalem kâğıda âşık olmuş ama kalem utangaç, mahcup bir sevgiliymiş…
Aynı İsmail gibi…
Kâğıtsa şımarık, kendini beğenmiş bir kadınmış; aynı Feride gibi.
Kalem bir türlü “Seni seviyorum” diyemezmiş de her yaptığı hareket, davranış bangır bangır bağırırmış: "Kâğıt, kâğıdım! Ben seni seviyorum, sana âşığım."
Ama kâğıt da şımarık bir kadının yaptığı davranışı yapıp görmezden gelirmiş.
Günler haftaları, haftalar ayları, aylar yılları, yıllar asırları kovalamış. Günlerden bir gün kâğıt şiire gebe kalmış. Aslında her şiiri kalem, sonsuz aşklar beslediği kağıdına yazarmış ama her seferinde kalemi tutan parmaklar ben yazdım sanarmış.
Günlerden bir gün kalem, kağıdının karşısına çıkmış ve aşkını itiraf etmiş: "Kâğıt, kâğıdım! Ben seni seviyorum, sana aşığım. Hani birileri beni eline alıp şiir yazıyor ve kendileri yazdım sanıyor ya esasında her şiiri ben sana yazıyorum." demiş.
Kâğıt, yine duymazdan gelince, Kalem atılmış: "Birilerinin parmakları beni tutup senin üstüne şiir yazacak. Hepsini ben sana yazacağım ve sen beni her ne kadar duymazdan gelsen de ben sana olan aşkımı sessiz sessiz haykıracağım." demiş
Yine elimde kalem bir şeyler karalamaya çalışırken bir ses duydum.
Kalem bu sırrı bana verdi.
Normalde sır tutmakta çok becerikliyimdir ama bu; bir sırdan çok bir efsaneydi.
Kulaktan kulağa, nesilden nesile anlatılması gereken bir hikâye değil miydi sizce de?
