Hayatımın en derbeder günleriydi…
Dilim acı kokan türkülere yoğruldu…
Hep hüzünlü şarkılar dinlerken onda buldum kendimi. Benim tabirimle bozuk gramofonuma takılan kırık plaklardandı.
Servet Kocakaya’nın doğum günümde şarkısı…
Güfte yazarı diyordu ki:
Hiç kimseyi sevemezsin sandığım zamanlar
Dalgakıransız bir çocuk bütün limanlar
Kahramansız bir film gibi solar romanlar
Figüranlar beni oynar doğum günümde
O an “figüran” kelimesi yüreğimi delip geçmişti. Vurulmuş, aşık olmuştum bu kelimeye…
O günlerde de kalemim keskin tabi, başladım karalamaya:
Keşkelerle dolu bir hayatın başrol oyuncusuyum
Figüran olabilseydim keşke
Laf ettirmediğim özgürlüğüm,
Geçen doludizgin yıllar
Bir İzmirli güzele verebilseydim keşke.
Çok iyi yazamasam da
Bir şarkı yapmak isterdim yazdığım şiire
Aşkı beceremesem de
Sevmeyi becerebilmek isterdim, genç olduğum dönemde
Yaşlanıp tonton bir dede olunca
Keşkeyle başlamayacak sözlerim desem de
Şimdi yazdığım şiirlerim bitiyor hep keşkeyle
Öyle bir hayat yaşasaydım da
İykilerim keşkelerimden önce gelebilseydi keşke…
Demiştim daha 16 yaşımdayken. Yolun başında olmama rağmen sanki hayat bitmişti benim için. Ta ki Feride karşıma çıkana kadar.
Bir gün ona da okudum bu şiirimi hikayesini de anlatarak. Ben onun bu şiirden çok etkilenmesini beklerken aldığım cevap o kadar hayret vericiydi ki:
“İsmail ben İzmirli değil, Çorumluyum” dedi bana.
“O kadar kafiyeler, redifler, güzel güzel mısralar arasında, senle yaşlılık hayalleri kurarken gerçekten sen buna mı takıldın Feride?” dedim ona.
Gülümsedi.
“Sana başrol vermişim, gerisi teferruat değil miydi sence de” dedim.
