İstanbul, özellikle 50’li yıllardan itibaren yapılaşma anlamında sayısız ihanete uğradı. Bu durum şehrin hem siluetini hem de geleceğini altüst etti. Elbette yeni binalar için yeni yollar ve bulvarlar da inşa edildi. Bu sırada kimi tarihi yapılar adeta talan edildi, yok edildi. Şehrin hafızası niteliğindeki nice bina ve nirengi noktası yok oldu. Bakın böylesi büyük bir değişime dünyanın hiçbir tarihi şehrinde izin verilmez. Örneği yoktur. Tabii bu plansız, bilinçsiz ve aşırı yapılaşma ile şehre yeni insanlar akın etti. Şehre akın eden yeni İstanbullular ülkede yeni bir sosyokültürel ve ekonomik sorunun da miladı oldu. Bu sorunlar zaman içinde başka sorunların da kaynağı olup çözümsüz bir sorunlar yumağına dönüştü. Bütün bunlardan hiç ders alınmamış olacak ki şu son yıllarda yapılan agresif yapılaşma ve çılgın projeler! geri dönülmez ve vahim başka büyük sorunlara neden oldu ve olacaktır.
Örneğin Yap-İşlet-Devret modelli otoyol ve havaalanı projeleri ile sadece vatandaş değil torunları bile bu yapım şirketlerine borçlandırılmış oldu. Örneğin Kuzey Marmara Otoyolu’nun daha inşaatı sürerken sözleşmedeki garanti araç sayısı artırıldı ve işletme süresi uzatıldı. Böylece yapımcı firma 1,7 milyar Euro yıllık alacağını 3,3 milyar Euro’ya çıkarmış oldu. Yılda asla 90bin aracın bile geçmediği yol ve köprüler için 150bin araç, devlet hazinesi tarafından yapımcı firmaya garanti edilmiş oldu. Bütün bu borç yükü vatandaşın, yani bizim omuzlarımızdadır. Giderek daha az maaş fakat daha çok vergi olarak önümüzdedir. Kaynak yok denerek emeklilerden esirgenen maaş artışları kimlere aktarılıyor? Kaynak yok denerek okulların temizliğinden, çocuklarımızın yediği yemekten esirgenen ödenekler kimlere aktarılıyor? Bu günlerde muhalif belediyelerin 100-200 TL hesap açıkları bile denetim ve yargı konusu olurken bu kadar büyük miktardaki para kimlere neden akıtılıyor? Neden hiç araştırılmıyor? Neden bir türlü yargı konusu olamıyor? Ayrıca bu otoyolların güzergâhına yolu desteklemesi için TOKİ, yeni konut projeleri başlattı.
Bu şekilde değerli tarım ve orman arazileri de yok edilmiş oldu. Bölge bir anda yerleşim alanı yapıldı. Bu arada sessiz sedasız, “keşke bunlarla kalsaydı” diyeceğimiz yeni ve daha büyük bir ihanet projesi başlatıldı: Kanal İstanbul. Cevapsız bazı sorular… İktidar, deprem konutlarını bile finanse edemeyip vatandaştan İBAN yoluyla bağış toplamış iken Kanal İstanbul projesini nasıl başlattı? İktidar 2 yıldır deprem konutlarını bile bitirememiş iken, Binlerce insanımız hala konteynerde yaşarken, Kanal İstanbul projesi için nasıl kaynak yaratıldı? Deprem sırasında vatandaşına ücretsiz çadır bile dağıtamayan hükümet, Bu kadar maliyetli bir projeyi nasıl finanse edebildi? İktidar, Kanal İstanbul projesine gösterilen her tepkiyi bastırıyor, üzerini örtüyor. TMMOB un projeye karşı açtığı dava bir kez daha reddedildi. Gerekçesi ise “Projede Kamu yararına ve şehircilik ilkelerine aykırılık bulunmamıştır “ şeklinde açıklanmıştır. Oysa ÇED raporları tam aksini söylüyor. Yaklaşık 130 milyon m2 tarım arazisi bu proje yüzünden yok olacak. Zaten iklim değişikliği yüzünden hızla azalmakta olan tarım arazilerimiz devlet eliyle, göz göre göre yok edilir mi? Bu nasıl açıklanabilir?
Gözbebeğimiz Sazlıdere Barajı yok olacak ve Terkos Gölü deniz suyuna maruz kalacaktır. Bu ikisi şu an İstanbul’un su ihtiyacının %30unu karşılıyor. Proje uğruna şu ana kadar binlerce ağaç kesildi ve yaklaşık 300bin kadarı daha yok edilecektir. İstanbul’un akciğerlerini ve su kaynaklarını imha etmek bu ülkeye, bu millete yapılacak en büyük ihanet değil midir? Değildir. Çünkü daha da büyüğü vardır. Bakın, Kanal İstanbul projesi sadece İstanbul’a değil, Türkiye için de bir ihanet olacaktır. Ülkemiz bir varoluş tehdidi ile karşı karşıyadır. Çünkü boğazlarımızın tam bağımsızlığı bu proje nedeniyle ortadan kalkmış olacaktır. Çünkü sonradan yaratılan bu suni boğaz, Montrö Anlaşması’nda yer almadığı için denetimden ve yaptırımdan yoksun olacaktır. Her türlü suistimale açık kalacaktır.
Atatürk’ün 1936’da imzalatmayı başardığı Montrö Anlaşması esasen Lozan Anlaşması’nı da perçinleyen büyük bir diplomatik zaferdir. Montrö, o tarihten beri batılı devletlerin bir türlü delip geçemediği bir kale duvarıdır. Öyle görünüyor ki; bu projenin siyasi sonuçları belki de diğer sonuçlarından daha vahim olacaktır. Çünkü proje ile Türkiye için planlanan nihai hedef Sevr Anlaşmasıdır. Epeydir yokuş aşağı gidiyoruz. Silkinip de bu gidişe dur diyemezsek, şairin dediği gibi sonumuz kıyamettir. “Bindik bir alamete, gidiyoz kıyamete”