Zimbabve 2017
‘'Bulawayo’ya ne kadar yolumuz kaldı Fanuel?''...Bu ani sorum üzerine ince, uzun kolları ile siyah Land Cruiser’ın direksiyonunu sıkı sıkıya kavramış büyükelçiliğin şoförü Fanuel, delik deşik asfalta yoğunlaşmış halde; ‘’Sör, şimdi geçtiğimiz 'Selous’ kasabasının tabelası Harare-Bulawayo yolunun tam yarısında olduğumuzu gösteriyor. Bu demektir ki, daha en az üç saat yolumuz var. Ancak, merak etmeyin öğleden sonraki etkinliğe zamanında yetişeceğiz. Bu ‘Selous’ kasabası biz Shona’lar için değil ama, ülkenin güneyinde Bulawayo bölgesinde yaşayan Ndebele’ler için gayet meşum bir anlam taşır!''
Fanuel haklıydı. Ülkedeki beyazların ‘pothole’ dedikleri dehşet çukurlar ile dolu şose üzerindeki savrulmalara rağmen okumaya çalıştığım elimdeki ‘’Lekeli Topraklar’’ (Stained Earth) adlı kitabın ''Selous Scouts’’ (SS-Selous İzcileri) bölümü tam da bu noktada dikkatimi çekmişti. Rodezya dönemi yazarlarından Derek Huggins’in bu kitabını ülkeye geldiğim ilk günlerde Yunan büyükelçisi meslektaş hediye etmişti. 50’li yıllardan itibaren Yunan asıllı eşi ile buralarda yaşamış olan Huggins’in kitabında, Zimbabve’nin bağımsızlık öncesi yüz yıllık koloni tarihi boyunca birbiri ardından patlayan beyaz/siyah (1.ve 2. Matabele), beyaz/beyaz (1.ve 2.Boers ile 1.Dünya Savaşı) ve siyah/siyah (Zimbabve kabileler savaşı- Gukurahindi) arasındaki savaşlara kısaca değinildikten sonra, 1964-80 arasında ırkçı Rodezya ordusunun bu özel kuvvetler ‘SS’ biriminin bölgede akıttığı kanlar ile toprağın nasıl lekelendiği anlatılıyor...
Merhaba,
Pek bilmeyenlerin uzaktan hep 'kara kıta' diye adlandırdığı, ancak aslında gayet renkli, fakir ama kültür zengini, müzikal ve barışçı insanları barındıran, sömürülmüşlerin kıtası Afrika’ya ilk defa 80’li yıllarda Kenya ile adım atmıştım. 3 yıllık görevin ardından tam 25 yıl sonra bu defa büyükelçi olarak, kimilerince 'diktatör' denilen Mugabe'nin 37 yıldır tek başına yönettiği Zimbabve’de geçirdiğim 4 yıla yakın sürede, bu ikonik liderin istifası ile son bulan dönem gibi ilginç tarihi bir gelişmeye ve hatta birazdan değineceğim, yukarda sahnelediğim karayolu seyahatimizin yapılma amacı olan bir davet etkinliğinde yaşadığımız şok edici bir sahneye dahi tanık oldum! Fakat önce, Sahra-Altı Afrikanın bu gizemli, Batı ile kavgalı ülkesi Zimbabve’nin başkenti Harare'den (Rodezya dönemi adı:Salisbury) değil de, güneydeki yerel Tonga insanlarının ''Gürleyen Duman'' adını taktıkları ''Viktorya Şelalesi''nin ortasındaki ''Şeytan Gözü'' adasından Bulawayo'nun Matapos tepelerine doğru, buranın kırmızı toprağının tozlu sayfaları arasında tarihte kısa bir gezinti yapalım...
1870’lerde elmas madenciliği yapmak üzere İngiltere’den Güney Afrika’ya gelerek Cape Town şehrinde önce 'Britanya Güney Afrika Şirketi'ni, daha sonra da Cape Bölge Parlamentosunu kurup başkan seçilen serbest mason Cecil Rhodes, İngiliz ırkının üstünlüğüne adadığı kısa ve sağlıksız yaşamı boyunca Rothschild destekli maden sömürücülüğü yapmanın yanı sıra yerel kabile şefleri ile de iyi iilişkiler sürdürüp onların saygınlığını kazanmış bir figür. Oxford mezunu ve hatta dünyada 'öğrenci bursu' konseptini ilk başlatan kişi. Kimi tarihçi maximal ırkçı dese de, siyahların oy kullanma dahil, eğitimleri konusunda oldukça ileri haklar sağlanmasını savunmuş. O dönemde, Güney Afrika Cape'nin taa Kahire'ye kadar demiryolu ile bağlanması için çılgın bir projeyi hayata geçirmeye çalışmış. Hatta projenin simgesi olarak İngiliz ve Osmanlı bayraklarının yer aldığı bir sembol dahi tasarlamış. 40'lı yaşlarda ölünce de cenazesi, vasiyeti üzerine Bulawayo'nun Matapos tepelerine defnedilmiş. Cape'ten oraya kadar tren ile nakledilen cenazeyi 3 bin km.lik güzergah boyunca tüm bölge kabileleri, şefleri saygıyla selamlamış! Sonradan adının verildiği Rodezya ise, ilk önce 1923 yılında Güney Rodezya adı ile Birleşik Krallık Kolonisi olarak kurulmuş. Tabii ki hiç bir devlet tarafından tanınmamış. 1953’e kadar, nüfusun %5 ini teşkil eden ırkçı beyaz yönetiminde sürdürülen siyasal yaşantısı, Güney Afrika'daki apartheid rejiminin de desteği ile daha sonra Kuzey Rodezya (günümüzde Zambiya) ve Nyasaland (günümüzde Malavi) ile kurulan federasyon şeklinde devam ettikten sonra 1980’de Zİmbabve’nin bağımsızlığını kazanması ile sona ermiş.
Kitaba dönecek olursak, 1973-1980 arasında Güney Afrika’nın ırkçı ‘apartheid’ rejiminden de aldığı destek ile kanlı faaliyetlerini hem bu bölgede hem de komşu Mozambik ve Zambiya topraklarında da sürdüren 'SS’ izcilerinin karanlık ismi Fanuel'in dediği gibi bugün bile yerel halk üzerinde ürkütücü bir etki sahibi. Bu paramiliter grubun adını aldığı Frederick Selous ise Cecil Rhodes ile ABD başkanı Roosevelt’in yakın arkadaşı bir avcı. Bölgede gerek vahşi hayvan avcılığında, gerek I. Dünya Harbi sırasında Alman kuvvetleri ile çatışmalarda cesareti ve uyguladığı taktikler ile büyük şöhret kazanmış olan bir İngiliz avcı. Adamın ünü dünyaya o denli yayılmış ki, Holywood’un meşhur ''Indiana Jones’’ ve ‘’Kral Solomon’un Madenleri’’ isimli prodüksiyonlarına ilham kaynağı olmuş! Ancak Selous, I.Harp sonlarında bir Alman keskin nişancısı tararından vuruluyor. Kitapta, işte bu SS birliği ile beraber çalışmak üzere İngiltere'den gelen liberal görüşlü genç bir polis Greg'in gözünden Bulawayo'daki karargahta ve operasyonlarda tanık olduğu itici gelişmelere yer veriliyor. SS izci birliğinin önemli bir özelliği ise ciddi sayıda yerel siyahın da asker ve muhbir olarak görev yapması! Sonunda muhalif görüşlü Greg, artık tahammül edemediği vahşi uygulamalar nedeniyle bilgilerin karargahtaki bir Ndebele'li barmen aracılığı ile ZAPU ve ZANU gerillalarına ulaştırılmasını sağlıyor ancak vahşetin durdurulmasını da önleyemiyor...
Yıllar sonra Mugabe'den sonra devlet başkanlığı koltuğuna oturan ''timsah'' lakaplı başkan yardımcısı ve dönemin istihbarat şefi Mnangagwa'nın bir vesile ile, o yıllarda birçok istihbaratı, barmen, garson vb.kanallardan elde ettiklerini bir itiraf niteliğinde açıklaması pek de sürpriz sayılmadı! Gerçekten de Zimbabve'nin ordu, istihbarat, adalet ve eğitim alanlarında, yıllarca kolonize edildiği İngiliz ve bir ölçüde de Rodezya döneminden önemli tecrübeler devraldığına dair emareler oldukça belirgin olarak göze çarpmakta. Nitekim, bir Fransız milli gün (14 Temmuz) resepsiyonunda kovboy şapkalı genç Bröton kökenli Fransa büyükelçisinin, o dönem sırra kadem basan bir aktivistin eşini sahneye çıkartıp, kadının devlet erkanı önünde rejime demediğini bıraktırmamasının üzerinden bir hafta kadar sonra, bir gece Fransız jandarmasının koruması altındaki büyükelçilik konutuna giren bir takım hırsızlar! sefir uyurken yatak odasındaki diz üstü bilgisayarını çaldılar! Tabii ki mesaj açıktı ve Fransa hemen büyükelçisini, 'person non-grata' edilmeden çekmek zorunda kaldı.
2017'nin sonlarına yaklaştığımız günlerden birgün, yazının giriş bölümünde tasvir ettiğim yolculuğun sonunda, başkan Mugabe'nin Bulawayo yakınlarındaki davetine nihayet varıyoruz. Ülkede hem siyasi ortam hayli gergin, hem de ekonomi tamamen dibe vurmuş durumda. Tedavüldeki resmi para birimleri ABD Doları veya Güney Afrika Randı'nı dahi bulmak mesele. Benzincilerde kuyruklar uzamış, ATM'lerden para çekmek mucize. 94 yaşını da devirmiş Mugabe'nin direkleri süsleyen fotoşoplu ''şimdiye kadar herşey harika'' (So Far So Good) posterleri ise artık halkın öfke patlamasına sebep olurken, ihtiyar adamın akli ve fiziki melekelerini de iyice yitirdiği görülmekte. Kocasının koltuğuna gözünü dikmiş ihtiraslı eşi Grace ise hem devlet partisi ZANU içinde, hem de hükümet üzerinde hamle üstüne hamle yaparken başta ordu, meclis ve senatoda huzursuzluk artmış durumda. Ordunun mesajı ise açık ve net: Ükenin kurucu kahramanı Mugabe'ye saygıda kusur edilmeyecek, ancak ''hanedanlaşmaya'' hayır! Ortada yaklaşan bir müdahale havası, ancak Grace'in hedefinde ise 'timsah' var!
Bu atmosferde başlayan Gwanda kasabasındaki parti toplantısında konuşmaları takiben tüm davetlilere dondurma ve içecek ikramı yapılıyor. Söylendiğine göre dondurmalar Mugabe'nin kendi çiftliğinde üretilmiş çok özel ürünlermiş! Kordiplomatik içinde böyle davetlerde hiç bir ikrama dokunmayan tek tük temsilciden biri olarak bu defa da pas geçiyorum. Ancak, Grace'in konuşmasında yüzüne baka baka bir hayli yüklendiği, hakaretler ettiği 'timsah' lakaplı Mnangagwa, dondurmasından bir kaç kaşık aldıktan hemen sonra fenalaşıp koltuğuna yığılıyor. Ortalık karışıp itiş kakış yaşanırken, korumalar adamı apar topar bir ambulansa, oradan da yakında bekleyen bir helikoptere koyuyorlar...
Güney Afrika'da bir hastaneye nakledilip zehirlenme tedavisi gören 'timsah' o günden sonra ülkeye dönmedi, taa ki birkaç ay sonra Mugabe'nin, anayasanın ilgili maddesi çerçevesinde melekelerini yerine getiremediği için meclis tarafından görevden azledilmeden hemen önce, ordunun da zorlaması ile istifasını verene kadar! Öte yandan, 37 yıllık bir 'tek adam' döneminin kapandığı ve Mnangagwa'nın yeni başkan olarak ülkeye döndüğü o tarihi değişimin yaşandığı ortamda bir bakanın iki korumasının hayatını kaybetmesi dışında ülke genelinde can kaybı olmaması ne kadar memnuniyet vericiyse de, bakanın evindeki ayakkabı kutularında yüklü miktarda dövizin ele geçirilmesi kimileri için pek de sürpriz sayılmadı...
'
