Merhaba…
Dışişleri Bakanlığı bünyesinde geçen kırk yıla yakın hizmetim sırasında bir dönem İran’ın batısındaki bir misyonumuzda yollarımızın kesiştiği değerli meslektaşım, ULUS gazetesi ailesinden Nevzat Selvi’nin daveti üzerine mesleki anılarımızdan çeşitli kesitleri, değişim hızına yetişmenin pek mümkün olmadığı ülkemiz gündeminden kah bağımlı, kah bağımsız olarak bu köşede sizlerle paylaşmaya çalışacağım.
Tabiatı ile hayatın doğal akışı içinde anı biriktirmek pek zor olmamakla birlikte, aradan ilgi çekici kesitleri tekrar renklendirebilmek için hassas bir objektif ayarı gerekli! Bu düşünceden hareketle hariciye anılarıma kaynak olarak, üç dört yıl önce yaşadığımız ‘’Korona’’ salgını günlerinde yayınlatabildiğim, toplam beş yurt dışı tayinimde bana eşlik eden sadık köpeğimin anlatıcı olduğu, ‘’BARİNGO İLE HARİCİYE SOHBETLERİ’’ isimli iki kitabımdan yararlanmayı uygun gördüm.
Korona illetinden bahsetmemin bir nedeni ise, o sıralar biz 65 yaş üstündekilere yönelik uygulanan ve kitabıma daha iyi konsantre olmam için uygun ortamı sağlayan katı karantina kurallarının sonucu yaşadığımız yalnızlık boyutunun, aynı dönemde ‘’değerli yalnızlık’’ söylemi ile dış politikamıza da yansıtılmasındaki ironidir…Umarım, artık keskin ‘U’ dönüşlerinden kaçınan, ‘’girişimci’’, ''vizyoner’’, ‘’müşfik’’ gibi iddialı, romantik söylemler kullanmak yerine, Atatürk’ün ‘’Yurtta Sulh, Cihanda Sulh’’ ilkesinin düstur edindiği dış politika hedeflerine kavuştuğumuz günleri yakında görürüz!
Takdir edersiniz ki, hariciyecilik mesleği boyunca bu sürecin üçte ikisinden fazlasını yurt dışında farklı çevrelerde geçirmek insan hayatına değişik bir takım özellikler katıyor. İyimser yönden bakınca, genelleme yapmamak kaydı ile, sosyal yönü ağır basan, çok kültürlü, renkli ve zengin bir bakış açısı kazanmak mümkün. Hatta bu özellik, kimilerince bizlere ‘’monşer’’ denilmesine vesile teşkil edebilen, şahsen benim için bir memnuniyet kaynağı dahi olabilmektedir. Hele bir aileniz de varsa, çocuklar için bu çok kültürlü, sosyal zenginlik hayat boyu sürecek eşsiz bir imkan sunabiliyor. Buna ilaveten, mesleğin gerektirdiği diğer bir önemli özellik olan, her türlü coğrafyada ve iklim koşulunda görev yapabilme şartı da ailece sağlıklı bir yaşam sürebilme konusunda dikkate dayalı epey tecrübe kazandırabiliyor. Buna mukabil, dört beş yıllık zaman dilimleri arasında ülkeye yapılan geçici dönüşlerde, genelde sabit bir adreste yerleşik durumda yaşayan eski dostlara bakarak çevreye yönelik bir aidiyet duygusu eksikliğini de hissetmemek elde değil! Belki bir teselli ama bu süreçte hep aynı sokakta, aynı evde yaşamış olan dostların tekdüze hatta sıkıcı bir hayat geçirmiş olduklarını düşünmek de basit bir kurtarıcı gibi görünebiliyor. Öte yandan, geriye doğru senelerin nasıl geçip gittiği düşüncesine daldığımda, ülkede meydana gelen ve ‘’ keşke olmasaydı…’’ dediğimiz doğal afetler, terör saldırıları, darbeler veya benzeri tuhaf girişimler dışında genel seçimler, hükümet veya cumhurbaşkanı değişiklikleri gibi gelişmeler zamanında yurt dışında hangi tayin yerinde bulunduğuma dayalı bir hesaplama yönteminin de işe yaradığını düşünürüm.
Bu noktada, çoğu sorunlu coğrafyalarda yer almış olan eski görev yerlerimdeki bazı ülkelerin resmî kurum ve kuruluşlarının duvarlarında asılı devlet başkanlarının resimlerine ilişkin, gülümseme ile karşıladığım bir özelliği de dile getirmek isterim.
80’li yılların sonları…Doğu Afrika’nın eski İngiliz sömürgesi Kenya-Nairobi’deyiz. 1964’de ülkeye İngiltere’den bağımsızlığını kazandıran ilk devlet başkanı Jomo Kenyatta’nın 1978’de ölümü ile başkanlığı devralmış Daniel Arap Moi on yıldır iktidarda. Tek partili (KANU) bir devlet, yani bir parti devleti. Tüm resmî dairelerde, bürokratların makam odalarının sıvaları dökülmüş duvarlarında kimisi eğri büğrü de olsa iki büyük resim asılı. Üstte Kenyatta ve iki parmak aşağıda Moi, birbirlerine yan gözle bakıyorlar! Derken geliyoruz 2000’lerin başlarına…Doğudaki sorunlu komşumuz İran İslam Cumhuriyeti - Doğu Azerbaycan eyaletinin başkenti Tebriz’deyiz. Başkonsolos olarak resmî zevata ilk nezaket ziyaretleri faslında bir ''deja vu’’ yaşıyorum. Duvarlarda yine en tepede, dini rehber Ruhullah Humeyni, kendi tablosundan iki parmak aşağıdaki halefi, yüce lider Ali Hamenei’ye dik dik bakıyor! Odalarda resimler dışında bir diğer dikkat çekici obje ise, erkekli veya çarşaflı kadın bürokratların masalarının altından görünen büyük ve küçük boylardaki takunyalar! 2000’lerin başlarında yine sorunlu bir bölge; Bosna Hersek’teyiz. Üç yıllık, çok kanlı, trajik bir iç savaş sonrası Dayton barış anlaşması ile varılan bedeli yüksek bir barış ile birlikte çizilen, arap saçına dönmüş bir ülke haritası ile rotasyon usulüne dayalı üçlü bir başkanlık sistemi! Resmî dairelerin duvarlarında, bürokratın etnik kökenine bağlı, yani Boşnak ise en tepede Aliya izzetbegoviç ve iki parmak altında Süleyman Tihiç’in resimleri asılı. Hırvat ise, Dragan Çoviç’in, Sırp ise Mirko Saroviç’inki! Geldik 2017’lerin sonlarına, Sahra-Altı Afrika ülkesi Zimbabve’deyiz. Burası emeklilik öncesi son görev yerimiz. İngiltere’den bağımsızlığı kazandıran ve Kenya gibi bir parti devletine (ZANU), hatta tek adam ülkesine dönüştürüp tam 37 yıldır (sözde) yöneten 94 yaşındaki dünyanın en yaşlı lideri, ülkenin tek adamı, bağımsızlık kahramanı, savaş gazisi Robert Gabriel Mugabe’nin resimleri her resmî binanın duvarında asılı. Bu yetmiyor, başkent Harare’nin meydanlarındaki panolarda, direklerde 94 yaşındaki liderin fotoşoplu, traji komik ifadeli posterleri asılı. Ekonomisi çökmüş ülke için gerçek bir paradoks olan İngilizce ifadeler, felsefi açıdan ise şaheser: ‘’Bilgelik Yaşla Gelir’’ veya ‘’ Şimdiye Kadar Herşey Harika’’! Ancak, tabii ki artık filmin sonu yakın. Melekelerini tamamen kaybetmiş bu yaşlı adamın yerine hırsla gözünü dikmiş eşi ve eski sekreterinin hanedanlaşma hayali biraz askeri zorlama, biraz anayasa maddesi çerçevesinde kansız bir girişim ile engellenip, yerine ‘’Timsah’’ lakaplı yardımcısı ve istihbarat eski şefi Mnangagwa geçiyor. Bu arada, askerlere karşı bir iki koruması ile direnmeye çalışan maliye bakanının evinde ayakkabı kutularında yüklü miktarda nakit dövizler ele geçiriliyor. Hayret! Kamusal algıya önem veren yeni başkan, tüm A takımına da, ‘’Lacoste’’ marka tişörtler giydirerek kendilerine ''lakost'’ ekibi adını takıyor. Sonuçta, bu defa ufak bir değişiklikle yani, yukarda değindiğimiz diğer ülke örneklerindeki, duvarlara asılan resimlerle ilgili senaryoya göre durum biraz farklı gelişiyor. Zira, adı üstünde, gayet vahşi ancak sinsi ve kamuflaj üstadı bir hayvan olarak bilinen başkan Timsah, duvarlarda sadece kendi resmine yer verdirtiyor.
Duvardaki resimlere nokta koyarken, günümüz hariciye teşkilatının iç ve dış yapılanmasındaki hiyerarşide ve büyükelçi atamalarında ölçünün iyice kaçtığı kurum dışı montajlara da bir satırla da olsun, değinmeden geçemeyeceğim. Bu uygulamanın bir sonucu olarak, gerek bakanlığın, gerek dış misyonların duvarlarında kurumsal tarih olarak sergilenen, bakan, (müsteşarlık makamı yerine ihdas edilen) bakan yardımcılıkları veya misyon şeflerinin resimlerindeki değişim, adeta siyah beyazdan renkli fotoğrafa geçiş kadar maalesef çarpıcı bir dönüşümü de ortaya koyuyor!
