Hidayet ERİŞ - Büyükelçi (E)
Köşe Yazarı
Hidayet ERİŞ - Büyükelçi (E)
 

ÇUVAL III

  BASKIN ……………. ……………. 4 Temmuz 2003, yaklaşık olarak saat 15:30’da Birleşik Devletler ordusunun Süleymaniye’de operasyon yapacağı ile ilgili hiç bir fikrim yoktu. Servis sağlayıcı çöktüğü için Laven kafede internete girmekten vazgeçtim. Yürüdüm. Çok sıcaktı. KYB ( Kürdistan Yurtseverler Birliği ) İnsan Hakları ve Dışilişkiler bürosunun tabelasını gördüm. Camiden sola döndüm. Her yer kapalıydı, öğle yemeği saatiydi, sıcaktı ve öğlen uykusu zamanıydı…Sol tarafta küçük bir park vardı, çok yeşildi. Yedi yirmi dört sulama yapılıyordu belki. Burayı görünce kendimi iyi hissettim…İnsanlar kıvrılan bir kavşaktan  ilginç bir şeye bakıyorlardı herhalde! Belki bir trafik kazasıydı.Yolda trafik de hiç yoktu! Durmak istemiyordum, neler olacağı beni ilgilendirmiyordu. Birkaç tane kahverengi üniformalı ve silahlı adam vardı. Polis olduklarını düşündüm. Birbirlerine baktılar, hiçbir şey yapmadılar. Hafif bir gerilim hissettim. KYB bürosuna geldim, sola dönünce ön taraftaki girişi görebildim. Kavşağın yakınında beş ya da altı Humvee cip ve diğer zırhlı araçlar yolu kapatmıştı. Bilgi karmaşası içindeki askerler alarma geçti ve silahlar tek bir noktaya doğrultuldu. Siyah renkli Humvee’nin üzerinde ağır silah vardı, o da tek noktaya odaklandı. Herkes hareketsizdi, kimse gülmüyordu ama ben yürümeyi sürdürdüm. Binaya odaklanmıştım… KYB bürosunun camında Ingilizce yazılmış bir şeyler gördüm, büyük kapı kapatılmış, binada aşırı güvenlik önlemleri alınmıştı. Soru sorduğum adamlar çok ama çok gerginlerdi, korkmuş görünüyorlardı. -Harp sırasında bombardımanda öldüğünü duyduğum Iraklı kız arkadaşım Abla ve küçük kızım Sacide ile ilgili- Bilgi almak için İngiltere’den geldiğimi söyledim. ‘Öğle yemeği saati, sonra!’ dediler. Onlarla tartışmaya giremezdim, net şekilde uzak durmamı istiyorlardı.  Onlara teşekkür ederek kaldırıma geri döndüm. Kaldırım, park halindeki biri beyaz Land Cruiser (bu ayrıntıya ilerde geri döneceğiz) iki araç tarafından işgal edilmişti. Yerdeki gevşek taşlara bakarak dikkatli şekilde yürümek zorundaydım, şehre geri dönmeyi düşünüyordum. Kafamı kaldırdığımda iki kahverengi üniformalı askerin aceleyle bana doğru geldiğini gördüm, tüfekleriyle başıma ve vücuduma nişan almışlardı….Herbiri bir kolumdan sıkıca kavradılar, beni koşturdular. Çok kaba davranıyorlardı. ‘’Selam, nasıl gidiyor?’’ Dedim. Delirmişler miydi yoksa çok mu sinirliydiler? ‘’Tamam sorun yok, ben İngilizim, bilgi almak için gelmiştim, hemen gidiyorum!’’ Dedim. Yanıt yok. Tekrar konuşmaya başladığımda milliyetimi tekrarladım, sıkı kavrayış daha da arttı. İngilizce konuşan yoktu, sadece ‘’hayır, hayır, gel, gel, gel ve Türk’’ diyorlardı. ''Ne kadar güzel bir gün!’’ Dedim, cahil adamlarla alay ederek, ama bu hiç iyi olmadı. Ayağım yerden kesilip Humvee ciplerin yanındaki Amerikan askerlerinin bulunduğu binanın önüne geldik…..  Asık suratlı en az sekiz Amerikan askerinin silahı üzerime doğrultulmuştu, bunu görebiliyordum, ne yapacaklarını tartışıyorlardı. Beni yakalayan askerler hala kollarımı sıkıyordu ama Birleşik Devletler ordusunu gördüğüm için ‘’mutlu’’ olmuştum, ya da bu insanlar her kimse, çünkü İngilizce konuşuyorlardı. Herşeyi açıklama ve serbest bırakılma şansım vardı. Onlara İngiliz olduğumu söyledim.Süleymaniye’de kaldığımı, kayıp kızımı aradığımı ve çocuklara oyuncak dağıttımı anlattım. Kimse söylediklerimle ilgilenmedi. Pasaportumu görmek istediklerini düşündüm ama lanet olası hiç bir şeyimi sormadılar… Amerikan askerleri bana çok kızgın bakıyorlardı…Güneş gözlüklerim, gri gömlek ve kot pantolonum, kırmızı coca-cola şapkam ve Ankara Hilton antetli evrak dosyam. Evrak sormadılar, kahverengi üniformalı kolumu sıkan askerlerle tartışıyorlardı.  ‘’Tamam onu biz alıyoruz’’ dedi Amerikan askerleri, beni tutan askerlerden hiç yanıt gelmedi. El kol işaretleri yapıyorlardı. Bir dil sorunu yaşandığı belliydi. Kollarımı iki Amerikan askerine uzatmaya çalışarak, şakayla karışık gergin bir sesle, ‘’ciddi bir ifade takının ve beni alın’’ dedim. Bunu söylemek oldukça tuhaf ama Amerikan askerlerinin yanında güvende olacağımı hissediyordum; gerçeklerin kısa sürede ortaya çıkacağından ve hemen serbest bırakılacağımdan emindim. Çocuk yaştaki bir asker, ‘’burada yapmamız gereken bir görev var bu yüzden seni yokuşun tepesine götürmek zorundayız’’dedi, yüzü çillerle, sivilcelerle doluydu. Beni kabaca götürdüler…..Çok sayıdaki Humvee’nin silahları York’lu bir sokak göstericisi* İngilizin üzerine doğrultulmuş, kalbim katıksız bir sevgiyle dolu! Orduya ait bir kamyonun içinde sessiz ve hareketsiz insanlar görüyorum.Hiçbiri hareket etmiyor, hepsinin başına birer ÇUVAL geçirilmiş. Onlar insan, hepsinin kafasında plastik çuvallar var ve elleri kelepçelenmiş. Rahatsız edici bir görüntü. Sinirli bir şekilde şaka yapma isteğim sona eriyor ve durumun ne kadar ciddi olduğunu gözlerimle görüyorum….Bir binanın arka bahçesinden sola döndük. İri kıyım otuz kadar Birleşik Devletler askeriyle yüz yüzeydim, hepsi silahlıydı, hepsi tetikteydi, hepsi gergindi ve hepsi korkmuştu… Bahçede bir kapı vardı ama açıktı, siyahtı sanırım; tıpkı bazı askerler ve onların kötü bakışları kadar karaydı. Çok terledim. Çok fazla sayıda asker ve silah vardı. İri kıyım biri oturuyordu, sorumlu o gibi görünüyordu. Önce hiç soru sorulmadı…. ‘’Bu üniformaların içinde terlemiyor musunuz, hava çok sıcak’’ dedim. ‘’Yanında güneş yağı olan var mı?’’ diye sordum. Yanıt yok, sadece karanlık bakışlar!….Bahçenin ortasındaki halterler ve ağırlık araçlarının yanındaydık. ‘’Şunu lanet olası dizlerinin üzerine çöktürün.’’ ‘’Diz çök!’’ Diye bağırdılar. İngiliz olduğumu söyledim ama bunu duymamış gibi davrandılar. Dizlerimin arkasına bir tekme yedim-çok sert değildi- ama dizlerimin üzerine yıkıldım. Saniyeler sonra ellerim arkadan bağlandı ve fermuar sesli bir plastik kelepçe bileklerime gömüldü….Kollarımdan sertçe çekilerek iki asker tarafından ayağa kaldırılıyorum, ayaklarımı tekmeleyerek birbirine yakın durmalarını sağlıyorlar...Züppelerden biri ‘’kaza ile’’ evrakımın üzerine bastı Ankara Hilton dosyasını yamyassı etti. Duvara yapıştırıldım, omzum fena halde yaralanmıştı. Konuşmak zorundaydım, pasaportumu kontrol etmelerini söyledim, İngiliz olduğumu tekrar belirttim ve Irak’ta olma nedenimi açıkladım.   ‘’Büyük olasılıkla sahtedir, bu alçağa güvenmiyorum’’ dedi içlerinden biri. ‘’Lütfen efendim, evraklarımı bir bakın, hükümetiniz biliyor ve Türk hükümetinin de bilgisi var. Iraklı çocuklara oyuncak vermek için buraya geldim ve kayıp kızımı arıyorum’’ dedim. ‘’Bu alçak sesini kesmeyecek anlaşılan’’ dedi birisi. Bir an sonra kafamın arkasına bir darbe yedim. ‘’Kapa çeneni, onu tekrar tekmeleyin’’ dedi birisi… Sonra en kötü an geldi çattı. Yerden beyaz bir çuvalın alındığını gördüm, tozlu yerden. Silkelenmedi. ‘’Geçirin kafasına!’’ lafını duydum. Tekrar ayaklarımı ayırmam için tekmelendim, çok sert değildi ama bunu yapmalarına gerek yoktu! İnce bir şekilde tenasül organlarımı bile aradılar, çok kabaydılar. Belki kazara oldu ama üzerimi arayan kişi çok sert davrandı…Temizdim, benim gibi bir pantomim* sanatçısının üzerinden ne çıkmasını bekliyorlardı ki? Tekrar konuşmaya çalıştım ama işe yaramadı. ‘’Bunun bir hata olduğundan eminim, sadece alış veriş yapıyor ve KYB bürosuna gidiyordum. Evraklarım burada, George Bush’a gönderilmiş bir faks bile var’’ dedim. İlgi sıfır, cevap ‘’ sakin ol, çeneni kapa!’’  Çuval kafama geçirildikten sonra birkaç dakika yaşam umudumu kaybettim. Yan tarafıma bir tekme daha yedim, sonra kafamın arkasına bir şeyle vurdular. ‘’Kıpırda lanet olası!’’ Diye bağırdılar. Umutsuzca yerden gelecek bir aydınlık görmeye çalıştım ama göremedim, tökezledim. ‘’Denemeye kalkma ve kurnazlık yapma, yoksa seni öldürürüz!’’ Dedi biri….Bana herhangi bir talimat vermediler, sadece sonradan öğrendiğime göre içinde Türk Özel Kuvvetleri’nin bulunduğu kamyonun içine fırlattılar. Kamyonun sıcak metal zeminine sert biçimde düştüm ve kafamı sert bir şeye çarptım. ‘’Sen de kimsin geri zekalı? Dedi Amerikan aksanlı biri. ‘’Ben İngilizim, kız arkadaşım Iraklı ve çocuğumuz burada kayboldu. Kızımı bulmak için buraya geldim ve çocuklara oyuncak dağıtıyorum. Lütfen evraklarımı kontrol edin efendim, Amerikalılar burada olduğumu biliyor’’ dedim acele ile. ‘’Düşünebildiğin en iyi bahane bu mu? Bundan çok daha iyisini uydurabilirdin’’dedi benimle alay ediyordu. Yüzüme sıkı bir yumruk indirdi….’’Pislik torbası hacılar, çenenizi kapayın, çuvalları hele çıkartın da sizi iyice bir pataklayayım’’ ve buna benzer şeyler duydum. Küfürler yüksek perdeden ve uzundu ama aynı zamanda Amerikalıların dışında da sesler duyuyordum….Böylelikle kamyonda yanımda başka insanlar da olduğundan emin oldum, peki bu insanlar kimdi?……..’'   Süleymaniye baskınında yanlışlıkla yakalanıp esir alınan İngiliz vatandaşı Michael Todd’un ‘’Çuval’’ isimli kitabının giriş bölümünden alıntılara ve Irak’ın kuzeyinde asabı bozuk şekilde bıraktığımız ABD'nin 173. hava indirme tugayının bölgedeki marifetlerine yer darlığı nedeniyle önümüzdeki hafta devam etmek üzere hoşçakalın.      
Ekleme Tarihi: 11 Ekim 2025 -Cumartesi

ÇUVAL III

 

BASKIN

…………….

…………….

4 Temmuz 2003, yaklaşık olarak saat 15:30’da Birleşik Devletler ordusunun Süleymaniye’de operasyon yapacağı ile ilgili hiç bir fikrim yoktu. Servis sağlayıcı çöktüğü için Laven kafede internete girmekten vazgeçtim. Yürüdüm. Çok sıcaktı. KYB ( Kürdistan Yurtseverler Birliği ) İnsan Hakları ve Dışilişkiler bürosunun tabelasını gördüm. Camiden sola döndüm. Her yer kapalıydı, öğle yemeği saatiydi, sıcaktı ve öğlen uykusu zamanıydı…Sol tarafta küçük bir park vardı, çok yeşildi. Yedi yirmi dört sulama yapılıyordu belki. Burayı görünce kendimi iyi hissettim…İnsanlar kıvrılan bir kavşaktan  ilginç bir şeye bakıyorlardı herhalde! Belki bir trafik kazasıydı.Yolda trafik de hiç yoktu! Durmak istemiyordum, neler olacağı beni ilgilendirmiyordu. Birkaç tane kahverengi üniformalı ve silahlı adam vardı. Polis olduklarını düşündüm. Birbirlerine baktılar, hiçbir şey yapmadılar. Hafif bir gerilim hissettim. KYB bürosuna geldim, sola dönünce ön taraftaki girişi görebildim. Kavşağın yakınında beş ya da altı Humvee cip ve diğer zırhlı araçlar yolu kapatmıştı. Bilgi karmaşası içindeki askerler alarma geçti ve silahlar tek bir noktaya doğrultuldu. Siyah renkli Humvee’nin üzerinde ağır silah vardı, o da tek noktaya odaklandı. Herkes hareketsizdi, kimse gülmüyordu ama ben yürümeyi sürdürdüm. Binaya odaklanmıştım… KYB bürosunun camında Ingilizce yazılmış bir şeyler gördüm, büyük kapı kapatılmış, binada aşırı güvenlik önlemleri alınmıştı. Soru sorduğum adamlar çok ama çok gerginlerdi, korkmuş görünüyorlardı. -Harp sırasında bombardımanda öldüğünü duyduğum Iraklı kız arkadaşım Abla ve küçük kızım Sacide ile ilgili- Bilgi almak için İngiltere’den geldiğimi söyledim. ‘Öğle yemeği saati, sonra!’ dediler. Onlarla tartışmaya giremezdim, net şekilde uzak durmamı istiyorlardı. 

Onlara teşekkür ederek kaldırıma geri döndüm. Kaldırım, park halindeki biri beyaz Land Cruiser (bu ayrıntıya ilerde geri döneceğiz) iki araç tarafından işgal edilmişti. Yerdeki gevşek taşlara bakarak dikkatli şekilde yürümek zorundaydım, şehre geri dönmeyi düşünüyordum. Kafamı kaldırdığımda iki kahverengi üniformalı askerin aceleyle bana doğru geldiğini gördüm, tüfekleriyle başıma ve vücuduma nişan almışlardı….Herbiri bir kolumdan sıkıca kavradılar, beni koşturdular. Çok kaba davranıyorlardı. ‘’Selam, nasıl gidiyor?’’ Dedim. Delirmişler miydi yoksa çok mu sinirliydiler? ‘’Tamam sorun yok, ben İngilizim, bilgi almak için gelmiştim, hemen gidiyorum!’’ Dedim. Yanıt yok. Tekrar konuşmaya başladığımda milliyetimi tekrarladım, sıkı kavrayış daha da arttı. İngilizce konuşan yoktu, sadece ‘’hayır, hayır, gel, gel, gel ve Türk’’ diyorlardı. ''Ne kadar güzel bir gün!’’ Dedim, cahil adamlarla alay ederek, ama bu hiç iyi olmadı. Ayağım yerden kesilip Humvee ciplerin yanındaki Amerikan askerlerinin bulunduğu binanın önüne geldik….. 

Asık suratlı en az sekiz Amerikan askerinin silahı üzerime doğrultulmuştu, bunu görebiliyordum, ne yapacaklarını tartışıyorlardı. Beni yakalayan askerler hala kollarımı sıkıyordu ama Birleşik Devletler ordusunu gördüğüm için ‘’mutlu’’ olmuştum, ya da bu insanlar her kimse, çünkü İngilizce konuşuyorlardı. Herşeyi açıklama ve serbest bırakılma şansım vardı. Onlara İngiliz olduğumu söyledim.Süleymaniye’de kaldığımı, kayıp kızımı aradığımı ve çocuklara oyuncak dağıttımı anlattım. Kimse söylediklerimle ilgilenmedi. Pasaportumu görmek istediklerini düşündüm ama lanet olası hiç bir şeyimi sormadılar… Amerikan askerleri bana çok kızgın bakıyorlardı…Güneş gözlüklerim, gri gömlek ve kot pantolonum, kırmızı coca-cola şapkam ve Ankara Hilton antetli evrak dosyam. Evrak sormadılar, kahverengi üniformalı kolumu sıkan askerlerle tartışıyorlardı. 

‘’Tamam onu biz alıyoruz’’ dedi Amerikan askerleri, beni tutan askerlerden hiç yanıt gelmedi. El kol işaretleri yapıyorlardı. Bir dil sorunu yaşandığı belliydi. Kollarımı iki Amerikan askerine uzatmaya çalışarak, şakayla karışık gergin bir sesle, ‘’ciddi bir ifade takının ve beni alın’’ dedim. Bunu söylemek oldukça tuhaf ama Amerikan askerlerinin yanında güvende olacağımı hissediyordum; gerçeklerin kısa sürede ortaya çıkacağından ve hemen serbest bırakılacağımdan emindim. Çocuk yaştaki bir asker, ‘’burada yapmamız gereken bir görev var bu yüzden seni yokuşun tepesine götürmek zorundayız’’dedi, yüzü çillerle, sivilcelerle doluydu. Beni kabaca götürdüler…..Çok sayıdaki Humvee’nin silahları York’lu bir sokak göstericisi* İngilizin üzerine doğrultulmuş, kalbim katıksız bir sevgiyle dolu!

Orduya ait bir kamyonun içinde sessiz ve hareketsiz insanlar görüyorum.Hiçbiri hareket etmiyor, hepsinin başına birer ÇUVAL geçirilmiş. Onlar insan, hepsinin kafasında plastik çuvallar var ve elleri kelepçelenmiş. Rahatsız edici bir görüntü. Sinirli bir şekilde şaka yapma isteğim sona eriyor ve durumun ne kadar ciddi olduğunu gözlerimle görüyorum….Bir binanın arka bahçesinden sola döndük. İri kıyım otuz kadar Birleşik Devletler askeriyle yüz yüzeydim, hepsi silahlıydı, hepsi tetikteydi, hepsi gergindi ve hepsi korkmuştu… Bahçede bir kapı vardı ama açıktı, siyahtı sanırım; tıpkı bazı askerler ve onların kötü bakışları kadar karaydı. Çok terledim. Çok fazla sayıda asker ve silah vardı. İri kıyım biri oturuyordu, sorumlu o gibi görünüyordu. Önce hiç soru sorulmadı…. ‘’Bu üniformaların içinde terlemiyor musunuz, hava çok sıcak’’ dedim. ‘’Yanında güneş yağı olan var mı?’’ diye sordum. Yanıt yok, sadece karanlık bakışlar!….Bahçenin ortasındaki halterler ve ağırlık araçlarının yanındaydık. ‘’Şunu lanet olası dizlerinin üzerine çöktürün.’’ ‘’Diz çök!’’ Diye bağırdılar. İngiliz olduğumu söyledim ama bunu duymamış gibi davrandılar. Dizlerimin arkasına bir tekme yedim-çok sert değildi- ama dizlerimin üzerine yıkıldım. Saniyeler sonra ellerim arkadan bağlandı ve fermuar sesli bir plastik kelepçe bileklerime gömüldü….Kollarımdan sertçe çekilerek iki asker tarafından ayağa kaldırılıyorum, ayaklarımı tekmeleyerek birbirine yakın durmalarını sağlıyorlar...Züppelerden biri ‘’kaza ile’’ evrakımın üzerine bastı Ankara Hilton dosyasını yamyassı etti. Duvara yapıştırıldım, omzum fena halde yaralanmıştı. Konuşmak zorundaydım, pasaportumu kontrol etmelerini söyledim, İngiliz olduğumu tekrar belirttim ve Irak’ta olma nedenimi açıkladım.   ‘’Büyük olasılıkla sahtedir, bu alçağa güvenmiyorum’’ dedi içlerinden biri. ‘’Lütfen efendim, evraklarımı bir bakın, hükümetiniz biliyor ve Türk hükümetinin de bilgisi var. Iraklı çocuklara oyuncak vermek için buraya geldim ve kayıp kızımı arıyorum’’ dedim. ‘’Bu alçak sesini kesmeyecek anlaşılan’’ dedi birisi. Bir an sonra kafamın arkasına bir darbe yedim. ‘’Kapa çeneni, onu tekrar tekmeleyin’’ dedi birisi…

Sonra en kötü an geldi çattı. Yerden beyaz bir çuvalın alındığını gördüm, tozlu yerden. Silkelenmedi. ‘’Geçirin kafasına!’’ lafını duydum. Tekrar ayaklarımı ayırmam için tekmelendim, çok sert değildi ama bunu yapmalarına gerek yoktu! İnce bir şekilde tenasül organlarımı bile aradılar, çok kabaydılar. Belki kazara oldu ama üzerimi arayan kişi çok sert davrandı…Temizdim, benim gibi bir pantomim* sanatçısının üzerinden ne çıkmasını bekliyorlardı ki? Tekrar konuşmaya çalıştım ama işe yaramadı. ‘’Bunun bir hata olduğundan eminim, sadece alış veriş yapıyor ve KYB bürosuna gidiyordum. Evraklarım burada, George Bush’a gönderilmiş bir faks bile var’’ dedim. İlgi sıfır, cevap ‘’ sakin ol, çeneni kapa!’’ 

Çuval kafama geçirildikten sonra birkaç dakika yaşam umudumu kaybettim. Yan tarafıma bir tekme daha yedim, sonra kafamın arkasına bir şeyle vurdular. ‘’Kıpırda lanet olası!’’ Diye bağırdılar. Umutsuzca yerden gelecek bir aydınlık görmeye çalıştım ama göremedim, tökezledim. ‘’Denemeye kalkma ve kurnazlık yapma, yoksa seni öldürürüz!’’ Dedi biri….Bana herhangi bir talimat vermediler, sadece sonradan öğrendiğime göre içinde Türk Özel Kuvvetleri’nin bulunduğu kamyonun içine fırlattılar. Kamyonun sıcak metal zeminine sert biçimde düştüm ve kafamı sert bir şeye çarptım. ‘’Sen de kimsin geri zekalı? Dedi Amerikan aksanlı biri. ‘’Ben İngilizim, kız arkadaşım Iraklı ve çocuğumuz burada kayboldu. Kızımı bulmak için buraya geldim ve çocuklara oyuncak dağıtıyorum. Lütfen evraklarımı kontrol edin efendim, Amerikalılar burada olduğumu biliyor’’ dedim acele ile. ‘’Düşünebildiğin en iyi bahane bu mu? Bundan çok daha iyisini uydurabilirdin’’dedi benimle alay ediyordu. Yüzüme sıkı bir yumruk indirdi….’’Pislik torbası hacılar, çenenizi kapayın, çuvalları hele çıkartın da sizi iyice bir pataklayayım’’ ve buna benzer şeyler duydum. Küfürler yüksek perdeden ve uzundu ama aynı zamanda Amerikalıların dışında da sesler duyuyordum….Böylelikle kamyonda yanımda başka insanlar da olduğundan emin oldum, peki bu insanlar kimdi?……..’'

 

Süleymaniye baskınında yanlışlıkla yakalanıp esir alınan İngiliz vatandaşı Michael Todd’un ‘’Çuval’’ isimli kitabının giriş bölümünden alıntılara ve Irak’ın kuzeyinde asabı bozuk şekilde bıraktığımız ABD'nin 173. hava indirme tugayının bölgedeki marifetlerine yer darlığı nedeniyle önümüzdeki hafta devam etmek üzere hoşçakalın.

 

 

 

Yazıya ifade bırak !
Okuyucu Yorumları (5)

Yorumunuz başarıyla alındı, inceleme ardından en kısa sürede yayına alınacaktır.

Yorum yazarak Topluluk Kuralları’nı kabul etmiş bulunuyor ve ulusgazetesi.com sitesine yaptığınız yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan tüm yorumlardan site yönetimi hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Uğur YALÇIN
(11.10.2025 20:43 - #3946)
Bugünlerde yaşananlara ışık tutmak amacıyla 22 yıl önce vuku bulunan bu utanç verici muamelerin nedeni çözüme kavuşmuş olduğunu anlamış bulunmaktadır. Teşekkürler Sayın Büyükelçim ve değerli dostum devamını heyecanla bekliyorum. Saygılarımla
Eriş Bu olayda yanlışlıkla yakalanıp üç haftadan fazla esir muamelesi gören İngilizin ilk anlarda yaşadıklarını yazdığı kitabından alıntıydı! Teşekkürler
Yorum yazarak Topluluk Kuralları’nı kabul etmiş bulunuyor ve ulusgazetesi.com sitesine yaptığınız yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan tüm yorumlardan site yönetimi hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
(0) (0)
Sabri Kutbeyzi
(11.10.2025 20:54 - #3947)
Hidayet Kardeşim, o iğrenç bölgede görev yapıp, sağ salim dönmen büyük başarı.
Eriş Çok sağolun..
Yorum yazarak Topluluk Kuralları’nı kabul etmiş bulunuyor ve ulusgazetesi.com sitesine yaptığınız yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan tüm yorumlardan site yönetimi hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
(0) (0)
YALÇIN ARISOY
(11.10.2025 21:45 - #3948)
BU HAREKETLERİNİN CEVAPSIZ KALMASI ÇOK ACI, ÇOK..... EĞER HAFIZAM BENİ YANILTMIYORSA T.İ.P.Lİ GENÇLER BİR KAÇ AMERİKAN ASKERİNİN BAŞINA ÇUVAL GEÇİRMİŞTİ...
Eriş İngiliz vatandaşın yaşadıklarını anlattığı kitabından biraz uzun aktardığım ilk bölümü.. teşekkürler
Yorum yazarak Topluluk Kuralları’nı kabul etmiş bulunuyor ve ulusgazetesi.com sitesine yaptığınız yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan tüm yorumlardan site yönetimi hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
(0) (0)
Kıyak
(12.10.2025 13:18 - #3949)
“Unutma, unutturma” prensibini hep hatırlamalıyız. Gündeme de oturan bu yazınızın devamını merakla bekliyoruz.
Eriş Değerli yorumunuza çok teşekkür ederim...
Yorum yazarak Topluluk Kuralları’nı kabul etmiş bulunuyor ve ulusgazetesi.com sitesine yaptığınız yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan tüm yorumlardan site yönetimi hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
(0) (0)
Canan Ünslmışer
(13.10.2025 10:28 - #3955)
Çok aydınlatıcı bir yazı olmuş, teşekkürler… Devamını heyecanla bekliyorum..
Eriş Değerli yorumunuz için teşekkürler ...
Yorum yazarak Topluluk Kuralları’nı kabul etmiş bulunuyor ve ulusgazetesi.com sitesine yaptığınız yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan tüm yorumlardan site yönetimi hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
(0) (0)
Sitemizden en iyi şekilde faydalanabilmeniz için çerezler kullanılmaktadır, sitemizi kullanarak çerezleri kabul etmiş saylırsınız.