''2003 yılının 4 Temmuz Cuma günü Silopi’de hava yine çok sıcaktı. Öğle üzeri termometreler güneşte 52 dereceyi gösteriyordu ve bazı araçların ön camları sıcaktan çatlamıştı...
Patron, 7 ay önce İran’daki görevinden merkeze dönmüş, dışişleri personel dairesinin, güney komşumuz Irak'ta baş gösteren gelişmeler karşısında gönüllü aradığı yeni bir göreve talip olarak, Şırnak’ın Silopi ilçesine ‘'Dışişleri Temsilcisi'' olarak atanmıştı. Personelin duyurusunda, uygun görülecek daire başkanı seviyesindeki aday için tayin ve terfilerde öncelik tanınacağı belirtiliyordu. Sanırım, Ankara’nın puslu havasından! oldum olası fazla keyif alamadığını bildiğim Patron da bunu iyi bir fırsat olarak değerlendirip, soluğu orada almıştı. Geçen süre ve devamında o coğrafyada (bensiz olarak) yaşadıklarını ‘Baringo ile Hariciye Sohbetleri I’ kitabında kısmen dile getirmeye çalıştığım için şimdi, ABD ile yaşadığımız bir ‘’çirkin olay’’ı, biraz da öncesinden başlayarak anlatmak üzere sözü Patron’a bırakıyorum;''
Merhaba,
Evet, Baringo’nun bu kısa 'Prolog'undan sonra, ABD ile ilişkilerimizde ciddi bir dönüm noktasını oluşturan, Irak’ın Süleymaniye şehrindeki 'özel kuvvetler’ irtibat ofisimizin 2003 yılında baskına uğraması ile ilgili olarak, bulunduğum ortamda yaşadıklarımızdan kayıt dışı bazı kesitleri, baskında yanlışlıkla yakalanan Michael Todd isimli bir İngilizin, ‘’Çuval-The Hood Incident’’ adlı kitabından da alıntılarla kısaca sunmaya çalışacağım.
Bilindiği gibi, 90’daki birinci körfez savaşı sonrasında, sınırlı sayıdaki müttefiği ile ABD, Irak'ın kuzeyinde önceleri ‘'Çekiç Güç’’, ilerleyen yıllarda da ‘’Huzurun Temini’’ ve 36.paralelin kuzeyinde uçuşa yasak bölge ilan edilen ‘’Kuzeyden Keşif Harekâtı’’ gibi isimler adı altında bölgeye iyice yerleşmişti. Bunun sonucunda, öncelikle ülkemizin güvenliğini gayet olumsuz etkileyen, dahası bölgenin demografik yapısı ve stratejik doğal kaynakları üzerinde istikrarsızlık yaratan bu gelişmeler, on yıl önce olduğu gibi sınırlarımıza doğru tekrar yüzbinlerce mültecinin yığılmasına sebep olmuştu. Aynı aktörler, (tüm o coğrafyaya yönelik daha büyük bir planın o malum spekülatif ismini zikretmeden), bu defa ülkede kitle imha silahları olduğu, hatta (sözde) demokrasi getirme iddiaları ile 2002 yılından beri Irak’a yönelik bir müdahale planı içine girmişlerdi. Bu noktadan hareketle, bizim makamlarca da eski acı tecrübeler göz önüne alınarak, yeni bir savaşın çıkması halinde dolaylı olarak tetiklenecek bir göç dalgasına hazırlıklı olabilmek için Silopi’de bir dışişleri temsilcisinin hazır bulundurulmasının yararlı olacağı düşünülmüştü. ‘’Yağmur’’ adı verilen bu muhtemel göç senaryosu çerçevesinde, Habur sınır kapısının arkasındaki ovada onbinlerin barınabileceği bir çadır kentin oluşturulmasına, ayrıca bölgeye yerleşecek Birleşmiş Milletler’in (BM) ihtisas kuruluşları ve mahalli makamlarla eşgüdümü yürütmek, Habur sınır kapısındaki gelişmeleri izlemek üzere söz konusu temsilcinin de bir an önce göreve başlamasına karar verilmişti...
2003 Ocak ayında Diyarbakır'da yaşanan müessif THY kazasından (75 kayıp) iki hafta kadar sonra bir gece uçuşu ile aynı yaslı meydana vasıl oldum. Karlı ve soğuk bir ortamda, havaalanında beni bekleyen bizim bakanlığın tahsis ettiği yepyeni 'beyaz Reno steyşın'ı ile Mardin’e doğru gece karanlığında hareket ettiğimizde, bundan böyle şoförlüğümü ve korumalığımı yapacak olan polis arkadaşla sohbete başlamıştık bile. Anlattıklarını dikkatle dinlerken, sağ ön koltuktaki otomatik tüfek ve açık durumdaki el telsizinden oluşan görüntü, Silopi’ye kadarki 4-5 saatlik güzergâh boyunca kafamdaki muhtemel senaryoları daha canlı tutmam için fazlası ile yeterli görünüyordu. Hele, gecenin ilerleyen saatlerinde seyrettiğimiz Cizre-Silopi arasındaki virajlı bir bölgede telsize yansıyan, iki farklı cinsin yerel dildeki konuşmaları, sürücünün hem dikkatini hem de aracın süratini arttırırken, benim de sigara tüketimimin artmasına vesile olmuştu! Sonraki on ay boyunca birlikte olduğum bu gayet efendi, ketum ve bölgeyi çok iyi bilen memur arkadaşımı hep iyilikle anıyorum, kulakları çınlasın!
İkametgahım! olarak Silopi’deki öğretmenler evinin yegane süit! odası tahsis edilmişti. Ofis olarak da kasabanın hemen dışından geçen ''İpek Yolu'’ üzerindeki, Habur sınır kapısına 7-8 km uzaklıkta bulunan Özel Kuvvetler karargahında (ÖKHÜ) bir odayı kullanacaktım. İlerleyen günlerde Ankara’dan her ne kadar iki destek memuru söz verilmiş ise de ancak bir yol arkadaşı ile yetinmek zorunda kaldım. Her neyse, haliyle ilk günlerde bu iki mekânın tefrişi, iş ve çevre ortamına alışma döneminde, oyalanmak için hoş bir zemin yaratmıştı! Hele, mahallinden temin ettiğim mobilyalar ile tefriş ettiğim mütevazi ofisimde, danışmanlığını yaptığım paşa ve beraberindeki askeri zevatın ilk günkü ‘hoşgeldin’ ziyaretinde, ‘’şu sivil hayat da bir başka oluyor!’’ sözleri ile iltifata mazhar olmak da beni mutlu etmişti! Zaar, masamın üzerindeki, dönemin Cumhurbaşkanı A. Necdet Sezer’in İran/Tebriz’i ziyareti sırasında başkonsolos olarak şahsıma tevdi edilen imzalı fotoğrafı ve aile fotoğraflarımdan oluşan birkaç gümüş çerçeve ile kravat ve takım elbiseli halim, üniformalı ortamda misafirlerime sivil hayatan yansımalar olarak değişik gelmişti, kim bilir? Sonraki sabahlarda, rutin hale gelen bu ziyaretlerde aynı cümle ile güne başlamak ve arkasından paşanın gür sesi ile çaycıya seslenerek, ‘’Ooolum, dışişleri temsilciliğine dört ‘Damar’!’’ (Damar-ıhlamur benzeri acı bir içecek) ikramı ile görüş alışverişinde bulunmak, heyecanlı günlerin ufukta yoğunlaştığının adeta habercisi gibiydi…
(Dönemin tasviri ile!)... Silopi, malum Irak sınırında çevresi ile birlikte 70-80 bin nüfuslu bir ilçe. Sınıra uzanan anayolu kuzey ekseninde kesen iki paralel caddeden oluşan kasabanın çetin Cudi dağına yaslanan sırtında öğretmen evi, emniyet müdürlüğü, kaymakam lojmanı, trafo, aşağıda ise yola yakın noktada kaymakamlık, adalet sarayı, bir kaç banka şubesi ve dükkanlar yer alıyor. Keza ilçenin tek oteli olan Habur otel ile bir iki okul da burada göze çarpıyor. Sabahın erken saatlerinde parke taş kaplı dar ara sokaklarda başlayan başıboş inek trafiğinin, çok sayıdaki hurda tanker ve kamyon arasındaki çöp kümelerinde yoğunlaşıp tekrar ortalıktan çekilmesi hayli ilginç bir görüntü oluşturuyor. Birinci savaşta petrol ve hububat taşımacılığının (kaçakçılığının!) iyi gelir getirdiğini görünce ahali çılgınca tanker/kamyon edinip, nakliyeciliğe soyunmuş. Bu arada tabii ki bereketli topraklara sahip olunmasına rağmen tarım ihmal edilmiş. Şimdi ise, Irak genelinde çıkacak muhtemel kısa süreli bir savaşın sonrasında yine eldeki tankerlerle fırsatları değerlendirip hüküm süren fakirlikten çıkma beklentisi bir umut olarak görülüyor!
Kasaba, güney batısına doğru Dicle nehri ve güneydeki kolu Hezil-Habur Çayına uzanan geniş ovaya bakıyor. Bu geniş düzlüğün sonunda ise hafif rakımlı yükseltilerle, resmen Irak toprağı olmakla beraber, Barzani’nin Kürdistan demokratik partisi'nin (KDP) kontrolündeki bölge yer alıyor...
Devamı haftaya...Hoşçakalın!
